Beklenen oldu, Aleksandr Lukaşenko bir kez daha Belarus’un (Beyaz Rusya) devlet başkanı seçildi. 1994’ten bu yana, 26 yıldır aralıksız olarak sürdürdüğü başkanlığı bir dönem daha uzatmayı başardı. Üstelik ezici bir oy farkıyla.

Lukaşenko’yu nasıl değerlendirmeli?

İtiraf etmeli ki, ABD, AB, NATO karşıtı söylemleri nedeniyle belli bir sempatiyi üzerinde toplamayı başaran bu nevi şahsına münhasır liderin kendisi de icraatları da bir hayli tartışmalı.

Seçime birkaç gün kala “imal ettiği” paralı askerler kriziyle önce “büyük abi” Rusya, ardından da ABD ile “suni bir gerilim” yarattı. Klasik popülist liderlerin söylemleriyle ülkenin dış güçlerin hedefinde olduğunu dillendirdi, kendisinin devrilmek istendiğini söyledi.

Kapalı devre yönetim modeliyle, ülkenin içinde debelendiği krizi daha da derinleştiren Lukaşenko, Trump, Bolsonaro gibi muadilleri gibi dünyayı kırıp geçiren “Covid-19” pandemisini de ciddiye almamış, bütün Avrupa’da hayat dururken ülkesinde hayat olağan akışıyla devam etti. Tek bir önlem dahi almadı, aldırmadı.

★★★

1997’de “birleşme anlaşması” imzalayacak kadar yakınlaştığı Rusya’yı bu yılın başlarında NATO üzerinden tehdit etmeye cüret edecek kadar uluslararası siyasi dengelere oynayacak kadar da “uyanık!”

SSCB’den bağımsızlığını ilan ettiği 1991’den bu yana Moskova tarafından “özel” bir biçimde desteklenen Belarus ile büyük ağabey Rusya arasında patlak veren gerilim şaşırtıcı gibi görünse de esasında bu krizin sinyalleri geliyordu.

Hatırlayacak olursak!

Batı tarafından “Avrupa’nın son diktatörü” olarak tanımlanan Lukaşenko yeni yılın ilk günlerinde Rusya’yı, iki ülkeyi birleşmeye zorlamaması, aksi takdirde bu adımın savaşı tetikleyebileceği konusunda uyarmıştı.

Kimseler bu uyarıya/çıkışa bir anlam verememişti. Moskova-Minsk ilişkileri göz önüne alındığında Beyaz Rusya ile Rusya arasında normalde “su sızmaması” gerekiyordu.

Ancak bir süredir kazın ayağı öyle değildi. Köprünün altından çok sular akmış ve Lukaşenko, Putin’i hedef göstererek Rusya’nın Beyaz Rusya’yı (Belarus) yutmak istediğini iddia etmeye başlamıştı.

Rus radyosu Ekho Moskvy’ye konuşan Lukaşenko, Moskova’nın “birleşme” girişiminin Batı tarafından tehdit olarak algılanacağını ve Rusya’ya karşı duracağını dile getiriyordu. “Rusya eğer egemenliğimizi ihlal etmeye kalkarsa, savaşın içine çekiliriz. Batı ve NATO da buna hoşgörülü bakmayacaktır” diyerek ABD ve Batı’ya da sinyal vermişti.

Tesadüf odur ki bu açıklamaların dumanı tütmeye devam ederken bir ay sonra ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ülkesinin bugüne kadar “düşman ülke” olarak kodladığı Minsk’e giderek Lukaşenko ile görüşüyordu.

★★★

Putin’in bir süredir iki ‘müttefik’ arasındaki ilişkilerin ve entegrasyonun daha da derinleştirilmesi için bastırdığı sır değildi. Doğu Ukrayna’dan Kırım’a, Çeçenistan’dan Baltıklar’a Rusya’nın periferisini yeniden dizayn eden Putin için Lukaşenko artık vazgeçilmez biri değil. Ülkesinde büyük eleştiriler alan, başına buyruk hareket etmeye başlayan Lukaşenko’nun yerine bir başka ismin ikame edilmesi çağrılarına Putin kayıtsız değildi.

Lukaşenko seçimden günler önce “Wagner” paralı askerler krizini çıkararak Moskova’ya hamlesini gördüğünü iletti. 33 Rus paralı asker hala Minsk’te gözaltında. Lukaşenko bu krizin hemen ardından bu kez de ABD’li paralı askerlerin gözaltına alındığın açıkladı.

Yeltsin’den sonra “birleşik Rusya’nın” koltuğuna oturma planları yapan Lukaşenko’nun Putin engeline takılınca manevraya girişti. Kesintisiz olarak yirmi yıldır bu koltukta oturan Putin’in anayasayı da değiştirerek 2036’ya kadar ülkenin dümeninde olmasının yolunu açması sonrası Lukaşenko’nun “birleşik Rusya”nın başına geçme hayalini de suya düşürdü.

★★★

Şimdi asıl soru şu? Lukaşenko’yu nasıl değerlendireceğiz? Ve de sokağa çıkan toplumsal muhalefeti nasıl tanımlayacağız?

26 yıldır ülkeyi yöneten, bir beş yıl daha yönetecek olan ve toplamda 31 yıl boyunca ülkenin kaderine hükmedecek Lukaşenko, Amerikalıların, Avrupalıların dediği gibi “son diktatör” mü, yoksa ülkesinin diz çöktürtmeyen nevi şahsına münhasır bir “popülist kahraman” mı?

En iyisi peşin hükümlerle hareket etmemek. Ne sokağa çıkan insanları hemen anında Lukaşenko’nun yaptığı gibi “Batı’nın koyunları” olarak damgalayalım ne de Lukaşenko’yu Amerikalıların yaptığı gibi “son diktatör” olarak tanımlayalım.