Güney Kore’nin başkenti Seul’de gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Zirvesi’nin (IPCC) hafta başında yayımladığı rapora göre pek yakında hepimiz küresel ısınmanın ağır sonuçlarıyla yüzleşeceğiz. Kendini her şeyin üzerinde tutan insanın doyumsuzluğu ve yıkıcılığındaki ısrarı sayesinde artık küresel ısınmanın etkilerini önlemekten değil, sadece ‘en kötü etkilerini’ önleyebilmekten bahsediyoruz. O da ancak ‘eşi benzeri görülmemiş’ adımlar atılması halinde… IPCC’nin raporuna göre enerji tüketimi, inşaat ve seyahat alanlarında radikal adımlar atılmaması halinde küresel ısınma kaynaklı sıcak hava dalgaları, sele neden olan kasırgalar ve kıtlık gibi risklerle daha fazla karşılaşacağız. Hali hazırda dünya yüzeyi 1 santigrat derece ısındı ve yaşanmaz olan 3-4 santigrat derecelik bir ısınmaya doğru gidiyor. Sera gazı emisyonları aynı düzeyde ilerlerse 1,5 santigrat limitini sadece 12 yıl sonra, yani 2030’da aşabiliriz.

•••

Bu noktada ormanlaştırma hayati öneme sahip; çünkü küresel ısınmadaki artışı 1.5 dereceyle sınırlama ihtimalini artırabilmek için atmosfere yayılan karbondioksit miktarıyla, ortadan kaldırılması gereken karbondioksit miktarının eşitlenmesi gerekiyor. Yenilenebilir kaynaklardan enerji üretimine ağırlık verilmesi de yine aynı nedenle çok çok önemli. Böylece daha az aşırı sıcak, yağış ve kuraklık olabilecek. Su sıkıntısı yaşayacak insanların oranı yüzde 50 daha az olacak. Tıpkı bitkiler ve hayvanlar gibi doğanın bir parçası olduğunu kabul etmek yerine, onları kendi hizmetine sunulmuş canlılar olarak görme şımarıklılığı insanı adım adım görkemli bir sona hazırlarken, hala yapılabilecek bir şeyler var. Bir avuç yeşili bile betonla öldürmeye hevesli, Türkiye’nin en güzel yerine nükleer santral kurmakta ısrarcı, dağ-tepe-nehir-bayır demeden satmaya, yıkmaya istekli baskıcı bir yönetim altında gerçekleri anlatmanın zor olduğunu; hatta halk sağlığını doğrudan ilgilendiren konularda bile bir takım cezalara sebebiyet verdiğini görüyoruz, yaşıyoruz. Ancak gerçek şu ki, insan doğaya eziyet ederek kazandığını sandığı parayla sadece daha fazla yoksullaştı. Temiz toprak, temiz hava ve dolayısıyla temiz gıdaya ulaşmak artık daha zor. Evet, “parasıyla bile” diyeceğimiz gün de yakın…

•••

Doğa her türlü hayatta kalır da, vaziyet insan için oldukça kötü görünüyor. Hele ki bizim gibi çevre ve halk sağlığı bilgisi-bilinci eksik bırakılmış coğrafyalarda yaşayanlar için… Kendini dünyanın efendisi sayan insan için çok yakın bir gelecekte karşı karşıya kalacağı en hayati kriz temiz ve sağlıklı gıdaya ulaşmak olacak. Ancak insanın olduğu her yerde kötü olduğu gibi iyi, yıkım olduğu kadar onarım da var. Ovacık Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu öncülüğünde yürütülen tarımsal faaliyet hem ilçe halkının hayatını değiştirdi, hem de sağlıklı gıdaya ulaşmak isteyen Türkiye’nin dört bir yanındaki insanlara ilham verdi. Belediye olarak bir yandan ürettiler, diğer yandan da ilçe halkının ekip biçmesini teşvik ettiler. Bugün ürünleri ülkenin her ilinden talep gören, yüzlerce üreticiye sahip bir kooperatif haline geldiler. Tarım arazilerinin hızla azaldığı, nohut, kuru fasülye, pirinç ve buğday ithalatının her geçen yıl katlanarak arttığı Türkiye’de küçücük bir ilçe, halkın sağlıklı gıda elde etme hakkını savunan belediye başkanı Maçoğlu öncülüğünde yerel yönetimlere ilham verici bir model sunuyor. Üreten mutlu, tüketen mutlu. Edirne’nin Keşan ilçesinde ise tersi bir durum yaşanıyor. Birkaç yıl öncesine kadar hazine arazilerini kiralayarak ürettikleri bamyaları satarak geçimini sağlayan Türkmen köyü sakinleri, artık topraksız köylülere arazi kiralanmadığı için 2 bin dönüm hazine arazisinin işlenmeden öyleye durduğunu söylüyor. Ovacık’taki mutluluk Keşan’da yerini işsizliğe, umutsuzluğa bırakmış. Toprağa sahip çıkmak, korumak, işlemek, kooperatifler kurmak önümüzdeki sıkıntılı sürecin tek ilacı. Doğaya dost üretim halk sağlığıyla doğrudan ilişkili olmakla beraber, dünyanın insana tahammülünü de sağlayacak yegane şey.