Karaağaç yolunda ettiğimiz sohbetlerin ve o eşsiz Edirne gecelerinin en neşeli insanı, Sana gelişlerimi hatırlıyorum. Gece vakitleri yarı uykulu, henüz gün ağarmamışken, akşam...

Karaağaç yolunda ettiğimiz sohbetlerin ve o eşsiz Edirne gecelerinin en neşeli insanı, Sana gelişlerimi hatırlıyorum. Gece vakitleri yarı uykulu, henüz gün ağarmamışken, akşam güneşi gözümü alırken yollarda olduğum o yalnız günler... ‘Kahve Bahane’de kahvelerimizi yudumlarken, Charles Chaplin’in duvardaki gülümseyen bir afişini araklayacakmış gibi bakan gözlerini unutamam. Üzen ilişkilerden ve yalnız geçen uykulardan konuşurken bir gece, Meriç’in ürperten soğuğunu yediğimizde Brecht şiirini bizimle Lara mı paylaşmıştı? “Kopan ip, bağlanabilir yeniden / tutar tutmasına ama / kopmuştur işte bir kere” diye bağıra çağıra. O azgın denilen, aslında pek bir uysal Meriç’in sularına katmıştı dizeleri doğru ya… Kopan ip üzüyordu hepimizi!

•••

2006 Ekimi’ydi. Sabahın köründe yola çıkmıştım, sana geliyordum. Her hafta olduğu gibi gazetenin malum sayfasını açtım ve okumaya başladım. Keza haftanın o günü, gazete benim için malum sayfadan başlıyordu. Haydar Ergülen o gün koca bir masa kurmak için sözleşiyordu Onur ile yazısında. “Yoklar meclisinin güz masası”nda kimler yoktu ki… Aslında fikri veren de Onur Caymaz’dı. Bir anda kendimi masanın bir köşesine kıvrılıvermiş olarak buldum. Hayal kuruyordum tabii ki de. Yolculuğum kısalmış, gün iyice ışımıştı, puslu gün açıklığa kavuşmuş, “masa da masa” olmuştu hani...

Şimdi bakıyorum da aradan üç yıl geçmiş neredeyse, acaba bu masa kuruldu mu çok merak ediyorum. Onur, Behçet Aysan Şiir Ödülü’nü kazanınca Haydar Ergülen yukarıda bahsettiğim yazıda “…yoklar meclisinden almışız biz bütün ödüllerimizi” diyordu. Sanki kendisinin de 2008 yılında ‘Üzgün Kediler Gazeli’ kitabı ile Metin Altıok Şiir Ödülü’nü kazanacağını önceden tahmin ediyordu. Altıok da 93 Temmuzu’nda Sivas katliamı sonrası “yoklar meclisi”nin bir üyesi olmuştu zira. O masanın başköşelerinden birinde de o olacaktı değil mi ya… Ve şimdi, o Edirne yolculuğu sırasında düşündüğümü yeniden düşünüyorum da, Haydar Ergülen, Cenk Koyuncu ile bira içme sözünü tutamadığı Son Gemi’de bu güz masasını kurabilir mi? Yok, yok boşuna ümitlenmeyelim, kuramaz artık istese de. Artık Hakkı Baba’nın Son Gemisi de taşındı gitti o sokaktan. Yani insanlar da mekânlar da bu ‘yoklar meclisi’nin en onurlu üyesi oldular.

•••

Son Gemi’nin müdavimiydim. Ne zaman şehir dışından bir dostum gelse “gel bak seni bi yere götüreceğim” der, tutar kolundan Son Gemi’ye götürürdüm. Seni de götürmedim mi sanki? Hatta terk-i diyar edenler için elveda gecelerini de “vedalar Son Gemi’de yapılır” diyerek müdavimi olduğum bu yerde organize ederdim. Yalnızken, mis gibi bahar havasında da, şakır şakır yağmur yağarken de, masalara sığamayacak kadar kalabalık olduğumuzda bile çok güzel olurdu bizim gemi. Özellikle o içerde, köşede duran kimsesiz masa… Kapmak için can atardım. Kâh kapı önüne bir masa atar oturur, kâh üst kata çıkar gelen geçeni gözlerdim. Alt katta oturduğumda her an kapıdan Arif Damar girecek gibi istim üstünde olurdum. Cebinden çıkartıp vereceği deniz kabuklarından ilkini almak çok önemliydi çünkü benim için.

Bugün yine bir yer var orada. Sandalyeler ve masalar da var. İçerisi yine kalabalık, duvarda portreler, masada biralar, rakılar... Ama mekânları sıcak kılan şey içindeki sohbetmiş, elini omzuma koyan insanlarmış. Evim gibi hissettiğim o ruhu sağlayan da, o büyü de, sandalyeye dirseğini dayamış amcalar da artık maalesef yok.

Bir meclis toplama planın varsa diye söylüyorum Ergülen, Son Gemi’de bu buluşma çok zor artık, bilesin ve başka bir yer ‘yok’ olmadan masayı toparlamalısın. Ama unutmamalı ki, senin ‘İdiller Gazeli’nde “aşk bile dolduramaz bazı âşıkların yerini” dediğin gibi, şakır şakır yağan hiçbir ‘yağmur’ dolduramaz Son Gemi’nin yerini.