Yıkım, şiddet, hoyratlık ve normsuzluk, dönemin yükselen değerleri olunca Yeni Türkiye’nin ‘entelektüel’ vasatına ideolog olmak isteyen ‘adaylar’ ürküntü yaratmıştı.

Suç ve ceza tanımının doğrudan fiili rejimin gündelik ihtiyacına göre belirlendiği ve evrensel hukukla bütün bağlarını kopartmış ‘yerli-milli’ yargıya ‘talimat’ verdiği ülkede Mehmet Ali Ağca’nın ‘Kıyamet Yaklaşırken İnsanlık Çökerken Tek Çare İslam’ paneli haberini okumuştuk.

Mafyöz suç örgütü liderlerinin bol kanlı tehditlerle Yeni Türkiye ideolojisine kenetlendiği ve rejime destek mitingi düzenlediği ‘toplumsal varlığımız’, çocukların yaşam hakkını savunan akademisyenlerin teker teker üniversiteden atılmalarını serin serin izlerken, ‘milli’ katillerin engin birikim ve tecrübesine mazhar olacaktı. Nitekim panel tanıtımında, “1981 yılında İtalya’da Papa’ya suikast girişiminde bulunmasıyla Dünya’ya Türk’ün kararlığını ve üstün cesaretini kanıtlayan” ifadeleriyle tanıtılan ‘yazar’ Ağca’nın, Abdi İpekçi’nin eli kanlı katili olduğu bilgisi es geçilmişti.

Paneli düzenleyen organizatörün “bir şekilde önemli bir adam, zirveye ulaşan bir adam; bir vesileyle bize nasip oluyor” sözleri, katil kariyerinin milli şöhretle ödüllendirildiği, tecavüzcü ve tacizcilerinin ‘dava’ miti etrafına mevzilendiği, çocuk istismarcısının değil haberi yapan gazetecinin soruşturmaya uğradığı tetikçi-mafyöz-lümpen reflekslere teslim zihniyet dünyasının sesi gibiydi.

Görme, algılama, kavrama ve düşünme edimleri felç edilmiş; ortak iyi nedir toplumsal referansları yıkılmış, kişisel düzenini devam ettirmesi için ‘yokmuş gibi davranmalısın’ baskısı altında ve gerçekliğin belirdiği an cezalandırıldığı Yeni Türkiye’de ‘düşünsel ufkumuzu’ geliştirmek milli katil ve “6 yaşındaki çocukla evlenilebilir, kadınlar dayak yiyince sabaha kadar şükretmelidir” ‘ilim bilgisini’ yayan İslamcı hocaya kalırdı.

Ama kalmadı...

Hâlâ iradi olarak söz söyleme hakkına sahip olduğuna inanan ve neyin doğru neyin yanlış olduğunu öngören vatandaş ve örgütlerin tepkisi hem Mehmet Ali Ağca’nın panelini iptal ettirdi, hem de ismi çok ironik ama ‘Bu Zamanda Sabır’ konferansı vermek isteyen Nurettin Yıldız; Sinop, Gaziantep, Muğla Edirne ve Antalya’da konferans veremedi.

Caniliği ‘normalleştiren’ ve çocuk tecavüzüne ‘ilahiyat’ kazandıran milli-İslamcı motivasyon sahiplerinin hevesleri kursaklarında kalmıştı.

Yani İslamcılık siyasi stratejisi devleti ele geçirse de vakıflar, cemaat örüntüsü okullar, hastaneler, yurtlar kursa da, sermaye aktarım şebekeleri, sosyal yardım ve emek sömürü ağları ülkeyi metastaz gibi kaplasa da...

Hâlâ toplum olarak kalabilmenin insani ve ahlaki gereklerini koruyan ve katillere ve sapkın dincilere panel verdirecek kadar suç ortaklığına razı gelmeyi reddeden bir Türkiye vardı.

Norm koyabilen iyi ve kötüyü bütün tortulara rağmen ayırabilen toplumsal unsurların fethi, kitlelerin ideolojik, ekonomik angajmanı kadar kolay olmuyordu.

Tabii ki vardığımız tarihte soyut düşünce düşmanı, kapasitesiz ve çapsız kültürel lümpenleşmenin artık üst evresi hukukun dokunamadığı, norm tanımaz ‘şiddete’ hatta ileri evresi ‘cinnete’ dönüşmüştü.

Türkiye’de her gün devlet bakım kurumunda, okulunda, vakfında, mahallesinde ortaya çıkan çocuk tecavüz salgını, her gün sokaklara atılmış kadın cesetleri, BM raporlarında sabit, Güneydoğu’da evlerinde öldürülmüş yüzlerce sivil vatandaş ve anne karnında kurşunlanmış bebekler dinci-milli saiklerle bastırılmış karanlık bilinçaltının infilak etmesinden başka ne olabilirdi.

Ayrıca tarihsel bagajdan son çıkan ‘ideologları’ birlikte görmüştük.

Ve “bu ülkede havsala ötesi daha korkunç ne yaşanabilir, neleri göreceğiz?” sorusunu soracak fazla zamanımız da kalmamıştı!