Etkili bir hegemonya projesi varsa eğer; kambur olsa da sorun değil… Nitekim bir devlet bakanının sermaye ile ittifakını haykırarak savunması, bu ittifakın artık dolaysız ifade edilebildiği bir hegemonya projesine olan güvenini gösterir

Son kalkınma parodisi: Deli Dumrul Köprüsü

Kuru çayın üstüne köprü yaptırıp “geçenden otuz akça geçmeyenden ise döve döve kırk akça” alan Deli Dumrul’u bilirsiniz. Neme lazım Ulaştırma Bakanı Ahmet Arslan’ın Osmangazi Köprüsü’ndeki yüksek geçiş fiyatını eleştirenlere son çıkışı onu anımsatır gibiydi: “Köprüden geçseniz de para ödeyeceksiniz, geçmeseniz de ödeyeceksiniz”.

Bakanın gerekçesi yap-işlet-devret (YİD) kalkınma modelinin uzun vadede ulaşılacak toplam katma değeri hedeflemesi. “Evet” diyor bu yüzden, “biz masadan kalktık, adisyonu siz kapatacaksınız”. Sonra da argoda “etiket çekmek” denen şeyi yapıyor; “Türkiye’deki YİD modeli Harvard Üniversitesi’nde doktora dersi olarak okutuluyor”. Yani? Sermayedarlara haraç vermeye devam edeceksiniz işte!

İşin aslı tam da bu projenin yarattığı muammanın yap-işlet-devret modelinin hakiki sınıfsal yüzünü ortaya çıkardığıdır. Böylesi bir model hiçbir kamusal sorumluluk üstlenmez. Baştan sona bir burjuva “rant ittifakı” gerektiren bu modelde kamu yararı diye bir hesap aslında yoktur. Onun yerine halka sunulan, sözüm ona “medeniyetin” göstergesi olan özel teşebbüslerin projeleri vardır. Yüklenici firmaları yöneten burjuvalar paraya para demezken, bir taraftan da böylesi projelerle yapılan duble yollar, köprüler, barajlar AKP’nin hanesine yazılan kalkınma göstergeleri olarak sunulur. Aracı simsarları, gelir rantiyerlerini ve daha nicesini saymıyorum bile! Köprülerin, barajların, tünellerin her birine verilen isimlerin, nakışlanan motiflerin neo-Osmanlıcı sembolik çağrısı da cabası…


“Birikim rejimi” ile “hegemonya projesi” arasında bulunan bu “tekabülü” işaret eden bir Bob Jessop analizi, sınıf mücadelesi olmaksızın devletin kendinden menkul bir “göreli özerkliğinden” bahsedilemeyeceğini söyler. Nitekim Türkiye’de işçi sınıfının 1980’deki ağır tarihsel yenilgisinin ardından, adına neo-liberalizyon denilen garabet Komünist Manifesto’dan bugüne iyi bildiğimiz o hakikati günaşırı suratımıza çarpmaya devam etti: Sınıf devleti! Sınıf devleti! Sınıf devleti! YİD modelinde berraklaşan sermaye-devlet ittifakı bunun yalnızca kalkınma hattında görülen bir sureti. Tüm bunlar vaktiyle özelleştirmelere karşı çıkan işçi direncinin aynı zamanda bir kamusal vicdanın da koruyucusu olduğunu kanıtlar nitelikte.

Osmanlı’nın kurucu atasının adının verildiği köprünün bulunduğu İzmit, 1980 darbesiyle KİT’ten YİD’e doğru evirilen bu kalkınma hattını özetleyen bir yerdir. Şehir bir bakıma yok edilen Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) mezarlığı gibidir. PETKİM, TÜPRAŞ, SEKA derken birbiri ardına kapatılan ya da satılan üretim tesislerinin kalıntıları halen oradadır. Hatta şehrin orta yerinde bir duvar vardır. Üstü sarmaşıkla kaplı, yıkık bir duvar. 1993 yılında yanan tarihî TEKEL binasının kalıntısıdır. Küllerin arkasından yükselen Belsa Plaza, binanın neden yandığını haykırır gibidir. Malum, o tarihte TEKEL henüz özelleşmemiştir ve kamu malı olan bir binanın alışı-satışı mümkün olmadığından, sermaye sınıfı sorununu binayı kundaklayarak çözer. Hatta Susurluk komisyonuna ifade veren mafya babalarından birisi yangın öncesinde binanın boşaltılarak malzemelerin ünlü bir iş adamının deposuna aktarıldığını dahi itiraf eder. Fakat olay eşelenmez. Burjuvaya zeval gelmez. Devlet eninde sonunda hangi sınıf için çalıştığının farkındadır. Bugün halen dip dibe duran duvar ile o çirkin plaza, işte bu mantığı haykırır: Kamu kaynaklarını yok etmek için gerekirse yık, yak, soyup soğana çevir, talan et ve dikkat et; sermayeye halel gelmesin! Memlekete özel şirketler lazım, işçiler milletin sırtında kambur olurlar sonra…

İşin aslı nedir bilir misiniz? Neo-liberal peşkeşçiler “biz yaptık” diye övündükleri bütün eserlerini böyle önümüze koymuştur. Bugün arkasından asla rahmet okumayacağım kolormatik gözlüklü adam 1986 yılında o deli saçması yasayı çıkardığında, özelleştirme kapsamına alınan KİT’lerde iyileştirme yapılmayacağına kanaat getirilmiş, o vakitten sonra çivi bile çakılmayan üretim tesisleri çürüsün, zarar etsin, satılsın diye fevkalade bir çaba gösterilmiştir. Hatta KİT’lerin gelirlerine el konulup karayollarına aktarılmış, o çok övünülen yollar, köprüler bu şekilde yapılmıştır. Sonrası o meşhur reklam spotundaki görgüsüzlük; “kim yaptıysa Allah razı olsun”. İşte AKP dönemi tam da bu mantığın neo-Osmanlıcı motiflerle harmanlanarak zirve yaptığı dönemdir.

Yıllar boyu “yatıyorlar, çalışmıyorlar, yüksek ücret alıyorlar” diye hedef gösterilen işçilerin, “zarar ediyor” diye kapatılan ya da satılan üretim tesislerinin dedikodusunu dinledik. Artık yüklenici firmaya gelir garantisi karşılığı verilen kredilerle yaptırılan köprülerin, “çalışmayan, yatıp para kazanan” burjuvaların, rantiyerlerin ve bunun çanakçısı olan devletin dedikodusunu yapma vaktidir. Hazineden özel firmalara aktarılan paralar milletin sırtında kambur olmaz mı?

Etkili bir hegemonya projesi varsa eğer; kambur olsa da sorun değil… Nitekim bir devlet bakanının sermaye ile ittifakını haykırarak savunması, bu ittifakın artık dolaysız ifade edilebildiği bir hegemonya projesine olan güvenini gösterir. Öyle bir güvendir ki bu; köprüden geçmeyen araç başına devlet hazinesinden yüklenici firmaya ödenecek fahiş meblağ “geçseniz de ödeyeceksiniz, geçmeseniz de” diye savunulabilir. Öyle ki, duyumsamazdır artık. Eleştiriye ve muhalefete kulak tıkayan bir güç gösterisidir bu. Lakin bugün el yordamıyla ve suç ortaklığıyla tamir edilen o günübirlik hegemonya, sermayenin böylesi aşikâr çıkarlarını ne kadar daha halkın çıkarları gibi sunabilir?

Velhasıl aynı lafı eden Deli Dumrul yine bir güç gösterisi peşindeydi diye anlatır Dedem Korkut. Sonra peşinde düşen Al Kanatlı Azrail’e gücü yetmediğinden anasına-babasına koşup ağlamıştı. Ne diyelim? Bugün satıp savacağınız bir KİT’iniz de kalmadı. Taşıma suyla döndürdüğünüz bu değirmenin akıbeti belli değilken, uluslararası sermayeye artık her zamankinden muhtaçsınız. Şimdi gidip İsrail’e, Rusya’ya yaltaklanma zamanı…