Geçtiğimiz günlerde eski ve kadim şehrin son sakinlerinden biri daha, yetmişine merdiven dayamışken göçüp gitti şehrin sicilinden.

Geçtiğimiz günlerde eski ve kadim şehrin son sakinlerinden biri daha, yetmişine merdiven dayamışken göçüp gitti şehrin sicilinden. İçten bir toplulukla Dîyarbekir’in Hıristiyan mezarlığına defnettik Sevim Hanımefendiyi. Bir zamanlar Lise caddesindeki mekânında tadı hatırlı çok nefis turşular yapan Besim Usta’nın eşiydi Sevim Hanım. Henri ve Özlem’in anneleri.

1930 senesinde ABD’nin New Jersey şehrinde ardında 30 kitap bırakıp öte yakaya göçen Dîyarbekirli Süryani, Naum Faik Palak’ın eşi Lusi Hıdırşah’ın akrabalarındandı Sevim Hıdırşahoğlu…

Dîyarbekir’in, şehirde kalan son Süryani ailesinin yaşayan tek büyüğüydü Sevim Hanım. Urfakapısındaki ve Ermenilerle Süryanilerin birlikte kullandığı Hıristiyan Mezarlığına defnedip Meryemana Süryani Kadim Kilisesindeki taziyesinde otururken anımsadım son kitabım “Gittiler İşte”deki yaşanmış bir başka taziyedeki anıyı ve yanımdakilerle de paylaştım.

Futbolcu Süryani Sami’nin şehirde bilinen lakabı “Gâvur Samo”dur. Kız kardeşi vefat eder Sami’nin. Şehrin renkli simalarından Şeyhmus, nam-ı diğer “Kasap Kalê” duyar arkadaşı ve dostu Sami’nin bacısının ölümünü. Sorup soruşturur taziye yerini. “Meryemana Kilisesinde” derler. Kalê gider Meryemana Süryani Kadim Kilisesine, oturur ve ellerini gökyüzüne doğru açıp yüksek sesle “Lillahil Fatiha” der. Oturanlar bakarlar. Kalê Fatiha’sını bitirip iki elini yüzüne sürdükten sonra; Sami arkadaşına dönüp sakin bir sesle “Kalê! Burası kilisedir. Burada Fatiha geçmez!” der. Kalê, gayet sakin bir edayla; “Oğlum, geçse de, geçmese de ben rahmetlinin ruhuna okudum Fatiha’yı. Burası da Allahın evi değil midir?” der.*

Sadece Süryani ve Ermeni hemşehriler yoktu tabi cenazede. Duyanların çoğu oradaydı. Yıllar evvelinden ününü bildiğim Peynirci Emso’nun torunu Yelda (Hıdırşahoğlu) Kaynak da gelmişti İstanbul’dan.

Toprağı bol ruhu şad olsun Sevim Abla’nın…

***

Bir de anma vardı şehirde 86 yıl aradan sonra. Son birkaç yıldır daha bir cesaretle anılır oluyor. Şêx Seîd ve diğer Kürt şehitleri. 29 Haziran sabahı Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in evsahipliğinde kalabalık ve seçkin bir toplulukla anıldı, saygıda da gereken yapılarak tabi Şêx Seîd ê Kal Efendi…

1925 senesinin 29 Haziran’ında Dağkapı Meydanında 46 arkadaşı ile birlikte dar’a çekilmiş ve hâlâ mezar yeri bilinmiyor. Kürsüde torunlarından Felat Özsoy konuştu. Konuşmasından önce de saygı duruşu çağrısı yaptı. Çağrıya farklı bir tepki geldi, yadırgadım. Tepkiyi gösteren çiçeği burnunda vekil Altan Tan’dı. “Ne saygısı, saygı duruşu olmaz, Fatiha okunmalı” dedi. Yadırgamakla kalmayıp şaşırdım. Fatiha dini bir gereklilik ve saygı tavrıdır. Yaptığı iş nedeniyle ölenin ardından saygı duruşunda bulunmak ve bulunmaya davet ise daha farklı bir tavır alıştır.

İster istemez düşünedurdum…

Öteden beri Şêx Seîd ve arkadaşlarını cepheden vurmaya yeltenenlerin ilginç yaftası şudur: “İngiliz ajanlığı ve Dini Kalkışma”. Peki düşünmezler mi acaba Şêx Seîd’i anarken sadece “dini bir kişilik” gibi değerlendirme yapıp “Fatiha ile anmak” Şêx Seîd’i Kürt Ulusal Kimliğinden soyutlayıp sadece bir din âlimine indirgemeyi beraberinde getirmez mi?

Elbette getirir.

Bu sebeple Kürtlerin bugün iç birlikteliği ile Şêx Seîd, Saîd-î Kurdî, Seyit Rıza gibi önderlerini anarken elbette dini ve mezhebi anmaların yanında, ideolojik ve düşünsel anmalara, saygı duruşlarına da ziyadesiyle ihtiyaç var. Bu tür anmaların bir yanıyla inançsal, öte yanıyla da düşünsel haklılığını hiçbir zaman göz ardı etmemek gerek.

Bu vesile ile öte yakaya sessiz sedasız göçüp giden şehrin bir garip hemşerisini uğurlarken; katledilişinin 86. yılı nedeniyle mezar yeri dahi bilinmeyen Kürt halkının “Kal”i Şêx Seîd’i saygıyla anmak ve mezarının yerini sorgulamak boynumuzun bir kez daha borcudur…

*Şeyhmus Diken, Gittiler İşte, Sayfa 167-168. Aras Yayıncılık, İstanbul.