Bazen biri çıkar, “Tamam” der, “Böyle olacak, bu son söz.” Kim karar verebilir ki o sözün son söz olduğuna, tarihten başka.

Söylediğini “son söz” sananların, söylediğinin “son söz” olmasını isteyenlerin kestirip attıklarıyla dolu tarihin çöp sepeti.

Bir de, acayip memleket bizim memleket… Acılı. Bir o kadar da umutlu ama…

Acılı, çünkü daha dün Terzi Fikri’yi yazmışsınız, 12 Eylül faşizminin işkencelerinde kalemi kırılan bir güzel iyi insanı ve bugün de darağacına gönderilen üç fidanı yazmak zorundasınız.

Umutlu, çünkü “son söz”ünü söyleyip kalemi kıranların unutulduğu ve fakat kalemi kırılanların ve onların son sözlerinin asla unutulmadığı bir ülke.

Ben ne yaptımsa halkım için, halkımla birlikte yaptım” demişti mahkemedeki son sözlerinde Terzi Fikri.

Can Yücel’in onun için yazdığı satırlar da “son söz” kuvvetindedir:

Terzi Fikri öyle bir giysi dikti ki Fatsa’ya / O Gürcü öyle bir gürledi ki arkadaşlarıyla /

Noktalar, noktalı virgüller, askeri operasyonlar / Kimseler çıkaramaz Fatsa’nın sırtından! /

Emek hakkının sımsıcak çıplaklığını
.”

Son sözünde, özü kadar doğru bir şey söyleyebilmesi de insanın, “ben şahsi hiçbir çıkar gözetmeden…” diyerek, “üç fidan”lardansanız eğer mümkün işte!

“Ben şahsi hiçbir çıkar gözetmeden halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım. Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım. Bundan sonra bu bayrağı Türk halkına emanet ediyorum. Yaşasın işçiler, köylüler ve yaşasın devrimciler. Kahrolsun faşizm.” diye haykırmıştı Hüseyin İnan, boynundaki ip soluğunu kesmeden önce.

Yusuf Arslan’ın son sözleri de ağzından çıktığı gibi duruyor havada asılı: “Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için bir defa ölüyorum. Sizler, bizi asanlar şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz. Biz halkımızın hizmetindeyiz. Sizler Amerika’nın hizmetindesiniz. Yaşasın devrimciler! Kahrolsun faşizm!

Ve Deniz… Boyu en uzun olanı üç fidanın, en kısasını söyledi son sözlerin “Yaşasın, Türk Halkının bağımsızlığı! Yaşasın, Marksizmin ve Leninizmin yüce ideolojisi! Yaşasın, Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi, kahrolsun emperyalizm!


Can Baba’nın “Bizim Deniz”i, üçü hakkında da söylenmiş son sözüdür hepimizin:

“En uzun koşuysa elbet / Türkiye’de de Devrim / O, onun en güzel yüz metresini koştu /

En sekmez luverin namlusundan fırlayarak … / En hızlısıydı hepimizin, / En önce göğüsledi ipi… / Acıyorsam sana anam avradım olsun / Ama aşk olsun sana çocuk, Aşk olsun…”


Bu memleketin orta halli ailelerin çocuklarıydı üçü de. “Şahsi bir çıkar peşinde koşsalardı” önlerinde bütün kapıları açacak en parlak üniversitelerde okuyorlardı. Şahsi çıkarların değil; bağımsızlık, özgürlük, eşitlik, barış ve kardeşlik düşünün peşinden koştular.

Hiç cana kıymamışlardı ama “üçe üç” haykırışları arasında canlarına kıyıldı.

Birbirlerine sarılarak, çaydan son yudumlarını alarak, Rodrigo’nun gitar konçertosu kulaklarında ve “Delikanlım! / İyi bak yıldızlara, / Onları belki bir daha göremezsin. / Belki bir daha / yıldızların ışında / kollarını ufuklar gibi açıp geremezsin” diyerek birbirlerine gönülden, öyle insan, öyle yiğit, kendi sehpalarını tekmeleyerek gittiler.

İçiniz sıkılıyorsa şimdi, soluk alamaz gibi oluyorsanız, 48 yıl önce dünün son sözlerini dinleyin. İp boğazlarını sıkıp da nefessiz bıraktığında, gerçekten soluk alamadıklarında yani, güzel günler göreceklerine olan inançları hiç azalmış mıydı?

Dinleyin, nasıl seslendiklerini duyacaksınız: “Çocuklar inanın, inanın çocuklar! Güzel günler göreceğiz, güneşli günler.

Şimdi bir “son söz”ünüz olacaksa sizin de, bu dizeler olsun işte!