Amy Winehouse’u anlatan muhteşem Asif Kapadia belgeseli Amy, büyük bir müzisyenin yanı sıra küçük ve sorunlu bir kızın hayatını da aktarıyor bizlere

Son yılların en dokunaklı belgeseli Amy

Arabanın içerisinde arkadaşlarıyla seyahat ediyor Amy Winehouse. Henüz yirmilerine ulaşmadığı, ergenliğinin ortasındaki yaşında, şöhretten çok uzakta olduğu bir dönemde, bir paparazzinin değil arkadaşının kamerası ona doğru yöneldiğinde, Winehouse’un kocaman açılmış gözlerini görüyorsunuz. Bin bir türlü anlam barından, utangaç ama karşısındakine dolu dolu bakan gözler bunlar. Asif Kapadia’nın kalp kıran, hayli ağır, gözlerinizi tekrar tekrar doldurup boşaltan belgeseli Amy’nin hemen başındaki bu görüntüler, sonlarındakilerden oldukça farklı. Bu görüntülerin kaydedilmesinden yaklaşık 10 sene sonrasında Amy Winehouse’un aynı gözleri, ölümünden birkaç ay önce çıktığı Belgrad’daki sahnede, binlerce seyirciye anlamsızca bakacak. Londra’daki evinde uyurken konseri var diye alınıp, bir jete bildirilip, üstüne ‘atıldığı’ sahnede bomboş gözlerle etrafını süzecek. Nerede olduğunun bilincinde olmadan, “Şarkı söylemeyeceksen paramızı geri ver!” bağırışlarına anlam veremeden, şarkı söylemeye çalışacak Amy Winehouse. Söyleyemeden. Ayakta duramadan. Onu tam da buraya getiren mikrofonunun ayaklığına tutunamadan.

27 yaşında alkol zehirlenmesi sebebiyle hayatını kaybeden, çağımızın en yetenekli soul ve caz divalarından biri olan Amy Winehouse’un belgeseli Amy, hikayenin sonunu bilmenize rağmen sizi derin bir hüzne sürükleyecek kadar etkileyici. Yönetmen Asif Kapadia’nın bildiğiniz hikayeleri sanki siz oradaymışsınız gibi, karşınızdaki insan çok yakın bir dostunuzmuşçasına empati kurdurtarak, yeniden anlatmak konusunda özel bir yeteneği var. Önceki belgeseli Senna’da yaptığı gibi Amy’de de, hayatını aktardığı figüre dair -gizli kalmışlar dahil- bulabildiği her türden arşivlik görüntüyü kullanıyor Kapadia. Yakın çevresinin yorumları, hikayeleriyle daha da netleşen bu görüntüler Amy Winehouse’un çocukluğundan, ölümüne giden yoldaki kırılganlığını tüm açıklığıyla perdeye taşıyor. İlah muamelesi gören muazzam bir müzisyen oluşunun yanı sıra, Amy Winehouse’un etten kemikten bir insan olduğunu ve onun ruhunun da ağır sorunlara teslim olabileceğini yeniden hatırlatan bir belgesel Amy.

Henüz Winehouse çocuk yaştayken evi terk eden babasının boşluğunun, yıllar sonra Mitch Winehouse geri dönse de dolmadığını görüyorsunuz Amy’de. Sorunlu ilişki kurduğu, onu uyuşturucuya sürükleyen bir erkeğe, kocası Blake’e düşkünlüğünün onu soktuğu çıkmaz sokakları izliyorsunuz Amy’de. Hayatını asla yoluna koyamayan bir insanın medya tarafından nasıl adım adım uçurumun kenarına doğru itildiğini görüyorsunuz Amy’de. Sadece medya da değil iten. O yalnız kalıp toparlanmaya çalışırken, kendi ‘reality’ şovunu yapıp kameraları Amy Winehouse’un burnuna dayayan babası da, onu zorla konserlere sürükleyen organizatörler de, her hatasında onunla dalga geçenler de, muhtemelen hayranları da onu uçuruma itenler arasında. İstanbul’u ziyaret etmesine az bir süre kala sahne aldığı, Belgrad’daki o konser de buna dair çok şey anlatıyor. Nasıl ki paparazziler onun yüzüne, bedenine dair her şeyi istiyorduysa, dinleyicileri de sesine dair alabildiklerini almanın peşindeydi bazen. Belgrad konserinin görüntülerinde Winehouse ölümün eşiğinde sahnede bilinçsizce dururken, “Şarkı söyle!” diye bağıran bir ‘hayranını’ duyunca tüyleriniz diken diken oluyor. Sıradan bir sarhoşluk gibi gelen bu ve benzer durumların korkunçluğunu acı bir şekilde gösteriyor Amy. Amy Winehouse’un son kayıtlarını birlikte yaptığı Tony Bennett çok derin bir cümle söylüyor belgeselin bir noktasında. “Hayat sana nasıl yaşaman gerektiğini öğretir, eğer yeteri kadar uzun yaşarsan.” Billie Holiday’le, Ella Fiztgerald’la karşılaştırılacak düzeyde iyi şarkı söylemeyi öğrendiği ama tüm o sorunlarla, etrafındakilerle başa çıkmayı henüz öğrenemediği bir yaşta ölüyor Amy Winehouse. Asif Kapadia’nın belgeseli büyük bir müzisyenin yanı sıra, küçük bir kızın hayatını da anlatıyor bize. En saf, en acı, en dokunaklı haliyle.