İskandinav sosyal demokrasi divası Danimarka ile Doğu Avrupa faşizminin güncel Katolik misyoneri Macaristan, “yerli” Avrupalılık değerinde buluştular.
“Küresel” demokrasi ve insan hakları index birincisi, refah ülkesi Danimarka 1,4 milyon Suriyeli’nin sığındığı Lübnan’da gazetelere İngilizce Arapça “Sakın ha buralara gelmeyin!” ilanı vermiş.

Akabinde iki gün sonra panikle “marka demokrasi algısı” zarar görmesin diye yakışıklı Danimarkalı polis ve Suriyeli küçük mülteci kızın sempati avcısı kurgu fotoğrafları dijital medyada 1,2 milyon tık almıştı...

Suriyeli sığınmacıları Budapeşte’de Avrupa faşist tarihinin karanlık bilinçdışını hortlatarak karşılayan AB’nin bekçi kulübesine yerleşmiş Macaristan da geçen hafta Danimarka Hükümeti’nden aldığı cesaretle Lübnan ve Ürdün’deki gazetelere sığınmacılara yönelik ağır tehdit dolu “Gelmeyin!” ilanı vermişti.

Dünya Af Örgütü Macaristan polisinin Sırbistan sınırında sıktığı biber gazından bir Suriyeli çocuğun kör olduğunu açıklamıştı ama Macaristan Başbakanı milli ruhçu-faşist Victor Orban, “tertemiz” Katolik Macaristan tasavvurunu neoliberal operasyonlarla fakirleşmiş Macar halkıyla, Hıristiyan Avrupa düşünü de sosyal demokrasi fetişi Danimarka ile paylaşıyordu.

2008’de başlayan krizin derinleşerek yarattığı bu vahşi küresel düzlem Avrupa’da Nazi artığı geçmişinin üzerindeki ölü toprağını silkeliyor, kıta sosyal demokrasi birikimi ırkçı popülist otoriter rejimle eşitliyordu.

Ve Avrupa medeniyetinin iki yüzyıl ütopik iddiası “evrensel değerler” sınırlarını çevirdiği dikenli teller ve Akdeniz’de sığınmacı taşıyan gemi imhasında “meta-moloz” olurken, başka halkların ülkesinde savaş örgütleyen militer endüstri adresi Avrupa’nın her daim içinde sakladığı o “barbar”, yurtsuz bıraktığı insanlar kapıya gelince ortalığa salınıyordu.

Elbette etkinlik gücünü kaybetmiş, birikim sınırlarını tüketmiş kapitalist sisteminin neo-emperyalist sürümü nam-ı diğer “Küreselleşme”, yerleştiği her coğrafyaya ve oraların “milli” tarihine oryante insanlık düşmanı suretiyle görünüyordu.

Victor Orban, Hıristiyan Avrupa kimliğinin “Müslüman istila” tehdidine karşı ırkçı-faşist dalgayı yükseltirken bir tek Suriyeli mülteci kabul etmemiş petro dolar istifçisi, neo-liberalizm üssü, Körfez monarşileri gökkubeye “piyasalaşmış İslam’ın towerlarını” dikiyordu.

Mekke’yi “plastik megakent” yapmaya kalkışan Suudi Krallığı, Hac ziyaretinde önce üzerine inşaat vinci düşürdüğü sonra da Mina’da izdihamda ezilip ölen 900’e yakın Müslüman’ı “hayırlı kaderine” teslim ederken Libya ve Suriye’de kaç milyar dolarlık finansörlük yaptıkları iç savaşta her gün patlayan veya kaçan milyonlarca Müslümanı insan-altı mahluk addediyordu.

Aksine etkin ve toplu insan öldürme teknolojisiyle taçlanmış savaş endüstrisinin en kalantor müşterisi olmanın gururuyla Ortadoğu’dan Afrika’ya ABD ve AB’li müttefikleriyle yarattıkları kan haritalarında binlerce paralı Cihatçı çete istihdam ediyorlardı.

Ümmet ruhuna attıkları tarihsel neoliberal formatla bütün Müslüman kurum ve ahlaki değerleri piyasa mekanizmasına katan Körfez kapitalizminin finans fazlalığı onları, Yerli medeniyet Yeni Türkiye’nin mülkiyeti “satılık” kamu varlık, arazi, finans, telekomünikasyon sektörlerinin yeni efendileri yapıyordu.

Tabii ki sıçradığımız bu vahşi küresel düzlemdeki felaketler ve insan yıkımı karşısında tarih düz bir çizgi olarak ilerlemeyecekti...

Ve siz de çocuk ve genç ölülerinin seçim kampanya bayrakları gibi yan yana dizildiği ülkenizde Guatemala Green marka mermerli, İtalyan Art-Deco koltuklu, ithal ağaç peyzajlı milli sarayınızdan çıkıp “vakit artık ölülerinizi yıkamayı öğrenme vakti” İslamcı pedagojik çağrınızla bu kırık çizgiye katılacaktınız…