Ağustos ayının son günlerini yaşıyoruz. Bayram tatili bitti, okula dönüş başladı. Kentler eski hızına dönmüşken, Eylül ayı itibariyle ekonomiyi neyin beklediği konusu, herkesi kara kara düşündüren, geleceğe endişeli bakmalarına neden olan sorulardan birisi.

Öncelikle dış dünyadaki eğilim Türkiye’nin aleyhine olmaya devam ediyor ve bundan böyle yeni bir krize kadar kapitalizmin yeni dinamiklerinin de bu şekilde olacağını bizlere gösteriyor. Genel eğilime, yani Türkiye krizde olmasaydı da etkilenecek olduğu gelişmelere bakalım. İlk olarak Fed’in faiz artışı öncülüğünde sıcak para dediğimiz finans yatırımlarının kapitalizmin gelişmiş mecralarına dönüş eğilimi, Türkiye’den sıcak para çıkışının süreceğini gösteriyor. Bunun yanında bir de Trump’ın artık “macera’ olarak görülmemesi gereken korumacılığa dönük hamleleri devam ediyor. Geçen hafta Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması’nı (NAFTA) rafa kaldırarak Meksika ile ikili ticaret anlaşması imzalayan Trump’ın Kanada ile de farklı bir ikili anlaşmaya gitmesi bekleniyor. Çin ile sürdürülen ticaret savaşları hız kesmezken, Trump’ın Rusya ve en nihayetinde Türkiye’ye karşı izlediği yaptırımcı tutum küresel ticaret faaliyetlerinin özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler açısından daralacağı senaryoyu gündeme getiriyor. Türkiye’nin dış dünya ile giderek bozulan ilişkilerinin, ekonomideki kriz dinamiklerini hareketlendireceği ortadayken, AB’nin ılımlı tavrının Türkiye’nin işine ne kadar yarayacağı meçhul. Üstelik bu ılımlı açıklamaların mülteciler ve AB bankalarına olan borçlar gibi beklentiler karşılığında yapıldığını da unutmamak gerekir.

Enflasyon yükselecek

Şimdi elbette Türkiye’nin tüm bu gelişmeler yanında bir de yaşadığı ekonomik kriz var. Yani tüm bu kaotik atmosfere ekonomik kriz eşliğinde giriyoruz. TL’de yaşanan itibar kaybının birçok yapısal faktörün sonucu olduğunu geçen hafta yazmıştım. Dolayısıyla bu kaybın kısa vadeli çözümlerle önüne geçilemeyeceğini artık görmek gerekiyor. Dolar- TL kurunun hangi noktada stabil hale getirileceği bilinmez ama bu kurun 4’ün üzerinde olacağını tahmin etmek zor değil. Bunun etkisini incelemek bile sonbaharda yaşayacaklarımızı öngörmek açısından önemli.

Görece yüksek kurun enflasyona yansımasını bundan böyle ne yazık ki daha fazla göreceğiz. Kurda Ağustos ayında yükselme devam etti; bunun enflasyona bir etkisi olacak. Yine Ağustos ayında enerji başta olmak üzere peş peşe zamlar yapıldı, bunu da yine enflasyonda izleyeceğiz. Kaldı ki şimdiden akaryakıt, doğalgaz, elektrik, ekmek, süt, havyan yemi vb birçok maddeyi zamlı fiyatlardan almaya başladık bile. Bugün 4 kişilik bir ailenin günlük sadece ekmeğe ödediği ücret nerdeyse 8 TL’yi buluyor. Bunu aya vurduğunuzda 240 TL hatta misafir-eş –dost geldiğinde ise 300 TL’yi bulmakta. Diğer bir deyişle asgari ücretin yaklaşık yüzde 18’i sadece ekmeğe gidiyor diyebiliriz. Buna akaryakıt zamlarıyla katlanan ulaşım masraflarını, ısınma ve aydınlatma gibi temel konut ihtiyaçlarını eklersek, bir asgari ücretlinin ay sonunu güçlükle çıkaracağı bir dönem bizleri bekliyor. Bundan önce de çıkaramıyor, borçlanarak arayı kapatıyordu. Fakat yükselen faizle bu borcu nasıl sağlayacağı, var olan borçlarını nasıl ödeyeceği meçhul.

İşsizlik büyük sorun

Türkiye’nin en yakıcı problemlerinden birisi de işsizlik. Kriz dönemlerinde bir anda yukarı yönde sıçrama gösteren ve halihazırda zaten oldukça yüksek olan işsizlik oranında beklentiler giderek karamsar hale geliyor. Bugün ülkenin büyük ölçekli şirketlerinin de dahil olduğu reel sektörde borç yapılandırma bayrakları bir bir asılıyor. Finans dışı firmaların net döviz pozisyon açığı bugün 217 milyar dolar civarında. Bu rakam 2015 yılında 180 milyar dolara yakındı ve üstelik o zamanlarda dolar kuru 2,30’lardaydı. Daha geri gidersek 2006 yılında 50 milyar dolar, 2002 yılında ise 7 milyar dolara yakın olan net döviz açığının bugünkü finansman sorunlarının işsizlik üzerinde ağır bir baskı oluşturacağı açık. Bugün içlerinde Yıldız Holding, Doğuş Holding ve Türk Telekom gibi şirketlerin borçlarda yeniden yapılandırmaya gitmesi, buzdağının görünmeyen kısımlarıyla ilgili endişeleri artırıyor.

Diğer bir yanda bugün yaklaşık 2 milyona yakın kişi perakende sektöründe çalışıyor. Sektörün ciddi bir kısmını da AVM’ler oluşturuyor. Açıklanan perakende satış endeksi verilerine göre enflasyon karşısında cirolar yerinde sayarken, AVM’lerde döviz cinsinden kiralar perakendeciyi zarar ettiriyor. Sanayide keza benzer bir manzara söz konusu.

Sözün kısası çok genel olarak bakıldığında bile tabloda olumlu bir şey gözükmüyor. Gönül isterdi ki ekonomik başarı öykülerimiz olsun da yazalım ama durum maalesef bu. Pahalılık, işsizlik, kemer sıkma vb tüm yoksullaştırıcı faktörler kapıda. Fakat enseyi henüz karartmadan, gelecek olanı görmenin aynı zamanda hazırlıklı olmayı sağladığını unutmamak gerekiyor. Bu yönde karar almak, yapısal nedenleri görmek ve kamuoyu ile paylaşmak, çözüm konusunda tüm kesimlerin fikrini ve taleplerini dinlemek ve bu süreci ortaklaştırmak önem kazanıyor.