Mısır’dan Suriye’ye, Myanmar’dan Gazze’ye, Irak’tan Doğu Türkistan’a yaşanan acılara sessiz kalmayan Erdoğan’ın büyük yürekli Türkiyesi haftalardır sınırının bir kilometre ötesindeki Kobane’ye bakıyor, kıpırtısız

Mısır’dan Suriye’ye, Myanmar’dan Gazze’ye, Irak’tan Doğu Türkistan’a yaşanan acılara sessiz kalmayan Erdoğan’ın büyük yürekli Türkiyesi haftalardır sınırının bir kilometre ötesindeki Kobane’ye bakıyor, kıpırtısız. Uzatacağı el kısa, saracağı yara açık kaldı. İç meselemiz olmayı başaran Suriye’nin aksine; aralarından geçirilen sınırla iki ayrı ülkeye savrulan aynı mahallenin komşusu, aynı halkın çocukları katliam tehdidiyle karşı karşıyayken, Kobane için hükümetin dili dış hatlar terminalinde pasaport kontrolüne takıldı.

Önümüzde, ateşi komşunun bahçesine atayım derken eli yanan bir Türkiye fotoğrafı var. Stratejik sığlığın çukurunda boğulmak üzereyiz. Esad’ı devirmek uğruna Türkiye’nin MİT kanalıyla silah ve lojistik destek verdiği radikal İslamcılar Kürtleri, Alevileri, Ezidileri, Türkmenleri, Hıristiyan ve Arapları katlediyor. IŞİD’in vahşi saldırılarına karşı vatanlarını korumak için omuz omuza çarpışan Kobane, bugün bölge halkları için, verdiği insanlık mücadelesiyle ve dahi yalnız bırakılmışlığıyla simgesel önemini artırıyor.

Türkiyeli Kürtler, Suriyeli akrabalarını katletmek isteyen IŞİD’e AKP’nin destek verdiğine inanıyor ve penguen medyasının filtreleme sistemine takılmadan, olup bitenin bizzat şahidiler. Suruçluların tehlikeye rağmen köylerinden ayrılmak istememelerinin tek nedeni, sınırdan IŞİD’e silah yardımı yapılmasını ve militanların Türkiye üzerinden Kobane’ye rahatça geçişine engel olmak. Sınırda nöbet tutan halkın üzerine TOMA’larla yürüyen iktidar, kuşkuları sağlamlaştırdığı gibi düşmanlığı da körüklüyor.

Her ne kadar içeriğine dair sağlıklı bir bilgi alamasak da, Türkiye halkları için umuda dönüşen barış süreci devam ederken; iktidarın barışmak istediği insanların akrabalarını 1 kilometre ötede kesmesine el altından destek verip seyirci kalmasının iç siyasete etkisini öngörememek için ortada mücadele edilecek, bozulmasın diye üzerine titrenecek bir sürecin aslında hiç var olmadığını söylemek gerekir. Kafa kesen, tecavüz eden, kadın satan, türlü işkencelerle Ortadoğu’da soykırıma girişen IŞİD’le ‘öfkeli gençler’ diyerek empati kurabilen Erdoğan-Davutoğlu’nun, Türkiye’nin IŞİD’e desteğini çekmesi için sokağa dökülenlerin öfkesini anlamak şöyle dursun, ‘misliyle bastıracağız’ diyerek çoğaltması bize AKP’nin durduğu tarafla ilgili yeterli bilgiyi veriyor.

İnsanların vatanlarını korumak için var güçleriyle savaştığı, katliam tehlikesiyle onulmaz acıların kapı ağzında beklediği günlerde, “Kobane düştü, düşüyor” derken Erdoğan’ın yüzüne oturan o telaşsız ve endişesiz ifadede, barış sürecini tehlikeye sokan, Kürtlerin kardeşlik duygusuna ağır darbe indiren bir tavır var. İnsani yardım, silah ve savunmaya katılmak isteyenlerin Türkiye’den Kobane’ye geçişini sağlayacak bir güvenli koridor talebini Rojava kantonlarını yok etmek üzerine kurulu, olmayacak şartlara bağlayan hükümet Kobane’nin düşmesini bekler gibi... Ortadoğu’nun patronu olmak isteyen Türkiye için Rojava, başından beri halkların birlikteliğine dayanan demokratik yapısıyla can sıkıyordu zaten. Emperyal hevesler için, kendi kaderini tayin edebilmiş bir halktan daha tehlikeli ne olabilir? AKP için Suriye Kürtlerini, vahşi IŞİD’den daha tehlikeli yapan şey işte budur.

Kürtlerin IŞİD karşısında yenilmesini, barış sürecinde elini güçlendirecek bir koz olarak gören iktidar bugün, ülke yönetimini kaybettiğinin göstergesi olarak, sokaklara tanklarıyla askerlerini çıkarıyor. Barışmak için masaya oturduğu PKK ile, Kürtlerin boğazına bıçak dayayan IŞİD’i bir tutan Erdoğan, yangına odun taşımakla meşgul. Eşit hak temelli bir yönetim inşa eden laik Kürtlerle değil de, kendilerinden başka kimseye yaşam hakkı tanımayan IŞİD’le komşu olmayı seçen ve bu uğurda nefret pompalı devlet refleksiyle hareket etmekten çekinmeyenler Türkiye’yi çok tehlikeli bir batağa sürüklüyor.

İktidar, eşit olmayan koşullarda vatanı savunan Kürtlere yardım koridoru açmayıp olası bir katliama seyirci kalarak iki halk arasında telafisi mümkün olmayacak duygusal bir yarılmaya neden olmak üzere. Barış süreci, uzatılacak yardım eliyle güçlendirilip birlik duygusu artırılabilecekken; Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin işgalci Ortadoğu düşlerine heba ediliyor. Oysa halkların özgürlüğü, halkların mutluluğu demektir. Bölünme toprak bütünlüğüne değil, insan birliğine bağlıdır. Bunun yolu katledenin yanında olmaktan değil, katledilenin elinden tutmaktan geçer. Aksi bir durum bizi bölmez, paramparça eder artık.