Mitolojik ve fantastik anlatının bir ürünü olmasının yanında, Ben, Kirke aslında adım adım kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenen bir kadının zamana yayılan serüvenidir

Sonsuza kadar yaşarsan hikâyen hiç son bulur mu?

ECE ÇAVUŞLU

Ataerkil düzenin en sağlam dayanakları her zaman tarihi, dinsel ve mitolojik eserler üzerinde yükselir. Bu eserler arasından belki de en dikkat çekenlerden biri Homeros’un Odysseia’ya destanıdır ve geçen yıllarda ilk kez bir kadın çevirmen, Emily Wilson tarafından İngilizceye aktarılması edebiyat camiasında büyük yankılar uyandırmıştır. Madeline Miller da bu mitoloji anlatısında daha kapsamlı bir bakış açısı sunmak için, Odysseia’da kendine oldukça küçük bir yer edinebilmiş Kirke karakterini alıp ona kendi sesini kazandırır. Bir titan ile bir nymphanın kızı olan Kirke, ailesinin kara koyunudur. Ölümlüler gibi ince sesi, Prometheus’un cezalandırılması karşısındaki merhameti ve diğer soydaşları tarafından sürekli horlanması, babasının sarayında bile kendisini ait olduğu yerde hissedememesiyle sonuçlanır ve o da sonunda gözünü ölümlülere çevirir.

Sıradan bir balıkçıya âşık olmasıyla, tanrılara dahi yasak olan büyünün kapıları önünde açılır. İlk kez kadere müdahale edebilme gücünü avuçlarında tuttuğunda aldığı tüm yanlış kararlar, sonsuza kadar tek başına yaşamak zorunda kalacağı bir adaya sürgün edilmesine sebep olur çünkü ne âşık olduğu adam ne de babası kendi erkine karşı onu tercih eder ve Kirke’nin asıl hikâyesi belki de burada başlar.

Mitolojik ve fantastik anlatının bir ürünü olmasının yanında, Ben, Kirke aslında adım adım kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenen bir kadının zamana yayılan serüvenidir. Tecavüz ve öldürülme tehlikesiyle burun buruna geldiğinde kurban konumunda kalmaktan çok daha fazlasını yapabileceğini ve bunu ne pahasına olursa olsun yapması gerektiğini öğrenmesi, sonraki yaşamında erkeklerle olan her ilişkisini etkiler. İntikam, güç savaşları ve sevginin gerçek doğası gibi temalar bu süreçte çok yönlü olarak ele alınır.

Madeline Miller, bunca asırdır erkeklerin erkeklere anlattıkları hikâyelerde kendine ancak birkaç satır yer bulabilen, bulduğunda da yine bir erkek üzerinden tanımlanabilen kadın karakterlerden birini bütün doğasıyla ele almasıyla bambaşka bir işe imza atmış ve günümüz kadın sorunlarına da incelikle değinmekten hiç imtina etmemiş. Ben, Kirke’nin bu kadar sevilmesinin altında yatan neden de bu olsa gerek çünkü herkesin okuma listesinde bulunan ama zamanla geriye düşmüş Homeros destanlarının bir muadili olarak görülmüyor. Yazarın o kadar şiirsel bir dili var ki klasik bir eserin yeniden anlatısı olmanın hakkını sonuna kadar veriyor.
Pek çok farklı düzlemde okuma yapmaya imkân veren bu kitap, Kirke’nin ölümsüzlüğü üzerinden aslında kadının toplumdaki yerinin gelişimini izliyor. Cadılığın karalanması Ortaçağ’ı, cinselliğin kötülenmesi geçtiğimiz yüzyılı ve romanın sonunda meydana gelen değişimler ise günümüzde yaşanan hak kazanımlarını vurguluyor. Birilerinin kızı, sevgilisi, karısı ve annesi olabilmiş Kirke, kadınlığın sancılarını yaşarken gitgide daha cüretkâr oluyor. Pek de sürpriz olmayan sonu ise, okura derin bir soluk aldırıyor.

İthaki Yayınları’ndan basılan ve Seda Çıngay Mellor çevirisiyle dilimize kazandırılan Ben, Kirke, mitolojiyle ilgisi olsun olmasın herkesin okuyup rahatlıkla takip edebileceği bir eser olarak geçen yılın en çok satan kitapları arasındaki yerini bu sene de koruyacak gibi görünüyor.