“Haydi bakalım, sıkıysa şimdi devirin Davos fatihini!” diye başlamıştım yazıma; ama devamını getiremedim. Demek ki bana da Davos’tan gına gelmiş. Ama Tayyip Bey de....

“Haydi bakalım, sıkıysa şimdi devirin Davos fatihini!” diye başlamıştım yazıma; ama devamını getiremedim. Demek ki bana da Davos’tan gına gelmiş. Ama Tayyip Bey de önümüzdeki seçimlerde oy oranını bu sayede yüzde beş artırmış. Öyleyse demokrasinin nimetlerinden ve külfetlerinden, yani seçimlerden söz edebilirim.

İlham kaynağım da sol liberaller… Sol liberal arkadaşlarla kanlı bıçaklı olacak halimiz yok ya; elbette onların yazdıklarını okuyoruz ve yeri geliyor feyiz dahi alıyoruz! Mesela Murat Belge ilk gün “Jakoben/muhafazakâr dengesi” diye başlayıp ikinci gün “Demokrasinin istikbali yoktur” diye sürdürdüğü yazılarında, tamamına katılmasam da içinden cımbızla alıp “hah işte öyle” diyebileceğim bazı şeyler söyledi:

“Bizim ülkemizde Jakoben üslûbunu benimseyenler ‘darbeci’ (‘devrim’ potansiyeli olmayan bir toplumda tek ‘reel’ radikalizm yöntemi), muhafazakârlar da ‘seçimci’ olmuşlardır. (…) Tarihî koşullanmalar sonucu, kitlelerin ideolojisi muhafazakârınkiyle örtüşüyor. Bu böyle devam ettiği sürece, muhafazakâr seçimden yana. Kitleler fikirlerini değiştirmeye başlamaya görsünler! Muhafazakâr hemen seçimden vazgeçer. (…) kitlelerin kendiliğinden muhafazakârlığı ile siyasî hareket halinde örgütlenmiş muhafazakârlık arasında bir örtüşme durumu oluşuyor. (…) ‘Jakoben’ veya muhafazakâr… ikisine göre de ‘ayaklar baş olmamalı’, herkes yerini bilmeli. Eşitlik bu dünyada olacak bir şey değildir. Özgürlük de, onu hak edecek rütbede olanın kullanabileceği (tabii dengeleri gözeterek) bir şeydir –herkese verilmez.”

Şimdi bunları bir kenara yazıp ve ‘seçimci’ kelimesinin altını çizip kendimce devam edeyim. Elbette en kötü demokrasi herhangi bir baskı rejiminden, hele hele faşizmden filan evlâdır; bunu da tecrübelerimizle bilmekteyiz. Tamam, Jakobenlik de evlerden ırak olsun...

Peki demokrasi ile seçimcilik arasındaki fark nasıl olsun?

Murat Belge’nin de sözünü ettiği ‘seçimcilik’ kavramı ilk kez Terry Karl adındaki bir siyaset bilimci tarafından kullanılmış. Belki daha sonra bu profesörün görüşlerini de tartışmak fırsatını bulabiliriz, ama şimdilik Türkiye gibi bir ülkede ‘seçimcilik’ denildiğinde karşı karşıya olduğumuz daha özgül bir handikap üzerinde duracağım. Zira ülkemizde dinsel inançların yaklaşık bin yıldır toplum üzerindeki tartışılmaz ve kendiliğinden etkisi ile siyasî hareket halinde örgütlenmiş cemaatler, muhafazakârlık arasında hakikaten bir ‘örtüşme’ durumunu yaşıyoruz. Kısacası, seçimcilik formatına sıkışmış bir demokrasinin nimetini onlar yiyor, külfetini bizler taşıyoruz.

İslamiyet"in dolayısıyla muhafazakârlığın kadim tahakkümü altında olan bir toplumda demokrasi nasıl gelişir? Böyle bir demokrasi formatında İslam-dışı, seküler siyasetlerin sandık başında başarı şansı var mıdır?

Siyasi İslamcılar bin yıllık dinsel kurumsallaşmalar üzerinden siyaset yapıyor, bir dakika içinde de kitleleri kendiliğinden şekilde yanı başlarında bulabiliyor. Bu durumda bizler ne yapacağız? Bunu bir ‘kader’ olarak mı kabul edeceğiz? Çünkü hem demokrasi istiyoruz, hem de bunun imkânlarının sınırlı olduğunu biliyoruz ve üstelik, kestirme yoldan darbe marbe de istemiyoruz!

Elbette şunun da farkındayız, mevcut demokrasi formatında, yani bunun seçimcilik olarak kendini dayattığı bir ortamda, toplumun tercihinin bizden yana değişmesi oldukça zor görünüyor.

Öyleyse bizim iki kere demokrat olmamız lazım; iki kere demokrat olmak ise devrimciliktir! Şöyle ki, devrimcilik, seçimcilikten başka bir demokrasi için mücadele etmek, temsili demokrasi karşısında doğrudan demokrasi ve fiili demokrasi mevzilerini çoğaltmaktır. Gelecek bir toplumun, doğrudan demokrasinin tohumlarını didişe didişe bugünden ekmeye yeltenmektir.

Bu ‘demokrasi’ ile toplum değişmez! Öyleyse önce şimdiki demokrasiyi değiştirmek, demokrasi adına dayattıkları seçimcilik tarzına itiraz etmek, yani bununla yetinmemek, atılması gereken ilk adımdır.

“Aman seçmen kazanalım” deyince, akla gelen ilk kurnazlık zaten İslamcı söylemlerle seçmen ‘kafalamak’ çabası olmuyor mu? Ama bunları zaten işin erbabı hakkını vererek yapıyor. Burada marifet yoksul Müslümanlar ile seküler, din dışı ilişkileri kurabilmektir.

Bu ilişkiyi nasıl kurabileceğimizin yolu yordamı da, sanırım şu ‘seçimcilik’ teorisi üzerinde biraz daha konuşmaktan, kafa yormaktan geçiyor.

Yoksa baksanıza, seçimcilik formatında Tayyip Bey’in bin yıllık galibiyetini sürdürebilmesi için ‘one minute’ (bir dakika) bile yetiyor.