Önce belediye başkanı oldu, ardından başbakan, cumhurbaşkanı, başkan… Sonunda tümü olmak istedi. Cumhurbaşkanıbaşbakangenelkurmaycumhurbaşbakanı! O kadar ilerledi ki tekrar başa döndü: İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na heveslendi. Ölçü kaçtı; toplumsal akıl sağlığı bozuldu. Türkiye tarihinin en absürd belediye seçimi kampanyası yaşandı. Şimdi kim ‘terörist’, kim ‘vatansever’ belli değil. Seçime; ‘seçilmiş Belediye Başkanı’ ile birlikte, AKP’li Binali Yıldırım, […]

Önce belediye başkanı oldu, ardından başbakan, cumhurbaşkanı, başkan… Sonunda tümü olmak istedi. Cumhurbaşkanıbaşbakangenelkurmaycumhurbaşbakanı! O kadar ilerledi ki tekrar başa döndü: İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na heveslendi.

Ölçü kaçtı; toplumsal akıl sağlığı bozuldu. Türkiye tarihinin en absürd belediye seçimi kampanyası yaşandı. Şimdi kim ‘terörist’, kim ‘vatansever’ belli değil. Seçime; ‘seçilmiş Belediye Başkanı’ ile birlikte, AKP’li Binali Yıldırım, Pontus, Bizans, Sisi hazırlandı. Kampanyalar, yobazın fetvasıyla bitti.

Sözün özü, deliliğin tarihi yazıldı. Delilik ve belediye demişken… Mazhar Osman’ı anımsayalım. Osman, kendini Üsküdar Toptaşı Bimarhanesi’nde sefil halde yatan ruh ve sinir hastalarına adadı. Burası özellikle II. Abdülhamit döneminde zıvanadan çıkmış, hastaları dövmek ya da zincire vurmak sıradan hale gelmişti.

Hücre kapılarında devasa Afrikalılar bekliyor, bazı hastalara günde 3 öğün odunla dayak atıyorlardı. Hastaların önüne atılan pöstekinin kıllarını tek tek saydırıp, onları oyalamak tedavi yöntemiydi. “Deliye pösteki saydırmak” deyimi de bu sayede dilimize yerleşti.

Menderes’le karşılaşınca…

Mazhar Osman, ‘umutsuz’ hastaların, Üsküdar’dan gemilerle Reşadiye Kışlası’na götürülmelerini ve orada modern tıbbın olanakları ile tedavi edilmelerini sağladı. Kışlanın yerine, bugünkü Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi yapıldı.

Ancak Mahzar Osman da gerçekte deli-dahi çizgisinin sınırlarını zorluyordu.

Günün birinde yolu, ‘50’lerin sonuna doğru oyları düşünce’, “Kendime sabık başbakan dedirtmem” ifadelerini kullanan dönemin Başbakanı Adnan Menderes’le kesişti. Menderes, hoşlanmadığı hekime, sözün bir yerinde, “Siz delisiniz” dedi. Osman sözünü sakınmadı: “Sizin bana deli demeniz önemsiz, ben size dersem iyi olmaz!”

Dönem renkliydi… İstanbul Belediye Başkanları’ndan biri Fahrettin Kerim Gökay’dı. Aynı zamanda valilik de yapan Gökay, içki ve sigaranın karşısında olan fanatik bir Yeşilaycıydı. Ufak tefek bir adam olan ve “Mini mini valimiz” diye anılan Gökay işi abarttı.

Sarhoşları İstanbul dışına taşımak istedi. Meyhaneleri denetlemeye kalktı. Tepki olarak ufak rakı ‘Fahrettin’ olarak dillere düştü: “Çocuğu bakkala gönderdim, bir Fahrettin alsın.” Gökay, aynı zamanda Mazhar Osman’ın öğrencisiydi. İdari ve mülki amir olunca, kendisinden beklenen Osman’ı makamında ziyaret etmesiydi.

Ancak o bunu erteledikçe erteledi, oyalandı. Hocası kırılmıştı. Hatırlatılınca şunları söyledi: “Fahrettin gelmez, aldırmayın! Belki bir gün vekil olur, o zaman da gelmez. Hatta başbakan olsa da ziyaret etmez… Ama meraklanıp, telaşlanmayın sonunda, ‘Allah oldum der’ işte o zaman zorla getirirler!”

Geçmişten bugüne, siyasi tarihimiz renkli. Deli, pösteki sayar gibi oy sayıyor, toplum olarak seçilmiş belediye başkanımızı yeniden seçmek gibi hobiler geliştirmeye zorlanıyoruz. Yobazın, tekkecinin, zaviyecinin “Kahpe Bizans” sayıklamalarını dinliyoruz.

Cumhurbaşkanıbaşbakangenelkurmaycumhurbaşkanı’mız var. Üstelik neredeyse, “Kendime sabık belediye başkanı dedirtmem” diyecek kıvamda. Ne diyor Mahzar Osman, Gökay için: “Sonunda Allah oldum der, zorla buraya getirirler.” Belediye üzerinden, delilik tarihi yazılır mı? Hal böyleyken neden olmasın! Anlayana…