“Yönetmenlik olarak en zorlandığım ve en çok şey öğrendiğim filmim bu oldu. Daha güvenli alanlarda dolaşan filmler var”

Sonunda evrensel bir film: Kelebekler

Türkiye’nin en sevilen, bir sonraki filmi en çok merakla beklenen yönetmeni Tolga Karaçelik ile konuştuk. Kendisi filmleri kadar ufku açık bir insan. Kelebekler, ‘sonunda evrensel, demokrat, modern, eleştirel, kadının hakkını veren, kendine varoluşçu prensipleri kılavuz edinmiş, sinema için yapılmış bir sinema filmimiz oldu!’ dedirtebilen, yerli sinemamız için çok önemli bir film. Özellikle genç sinemacıların yaratım sürecinde kendilerini sınırlamamaları gerektiğini göstermesi açısından son derece cesaret verici. Bu filmin yaratacağı etkinin sinemamıza, -istenileni değil-, -istediğini yapma- alışkanlığı, kazandıracağına inanıyorum. Lafı hiç uzatmayacağım...

>>Amerika’nın hatta dünyanın en önemli bağımsız film festivali Sundance’tir. Yeni yetenekler keşfedip çıkarma motivasyonu çok yüksektir ayrıca sinemanın trendini seyirci karşılığı ile paralel belirleyebilen bir festivaldir. Nasıl başladı Amerika serüveni?

Benim Sundance ile ilişkim çok önceye dayanıyor. Gişe Memuru ile New York Modern Sanatlar Müzesinde ilk Kuzey Amerika galasını yapmıştım. Önemli gazetelerde çok güzel eleştiriler çıkmıştı ve Moma’nın arşivine girmişti film.

Sonra Sarmaşık dünya premierini Sundance’te yaptı. Times Magazine’de Amerikan politikasını Türk filmi üzerinden anlamak üzerine bir makale çıkmıştı. Dolayısıyla filmler üzerinden bir ilişki olmuştu.

>>Bu sene Türkiye’nin yüküyle de katıldınız bir yandan, özellikle imajımız yerle bir olmuş durumda. Nasıldı ilişkilerin?

Ortak aidiyetin en büyük noktası sinema; Türk, Fransız, Alman, Çin filmi diye bakılmıyorlar belki ben öyle bakmadığım için Türk olduğumla ilgili bir algı hissetmedim. Ne Sarmaşık zamanında ne de şimdi. Herhangi bir önyargı ile karşılaşmadım, kendimi Türkiyeli bir yönetmen değil, yönetmen olarak hissettim.

>>Her festivalin bir politikası vardır, katılır mısın bu dediğime?

Tabi ki festivallerin bir politikası var ama ben bunun festivallerin ödül vermesi aşamasında değil filmlerin seçilmesi noktasında belirlendiğini düşünüyorum yani Cannes’a seçilen filmler genelde belli filmlerdir, Berlinale’ye aynı şekilde. Ama kimse gidip oradaki jürinin kulağına bir şey fısıldayamaz, ortaya çıkar ve büyük bir skandal olur.

>>Seyirci nasıldı? Buradaki seyirci ile kıyaslarsak?

Buradaki seyirciden daha pozitif, gerçi şu an pozitifliği yaşayan birisi olarak seyirci ile olan ilişkim çok keyifli.

>>Ruben Östlund jürideydi, tanıştınız mı? Nasıl biri?

Çok tatlı biri. Filmi çok sevdiğini, izlerken çok güldüğünü ve kendi mizah anlayışına çok yakın olduğunu söyledi. Hatta eşi de, bu filmi izlediğim anda Ruben’in bayılacağını biliyordum, dedi.

>>Sundance bir yandan Oscar fabrikası gibidir. Bizim Oscar aday adayımız olma şansı var mı Kelebekler’in?

Şöyle söyleyeyim, benim Akademi üyelik sürecim de başladı. Akademi’den bana üyelik teklifi geldi. New York Akademi ofisi beni aday gösterdi. Bu sebeple diğer Akademi üyelerinin bu süreçte bu filmi izleyeceklerini/izlediklerini biliyorum. Ben olsun isterim fakat burada kurullar seçiyor, o kurullarında seçmemesi için bir sebep yok.

>>Kültür Bakanlığı filmi sizce neden desteklemedi, senaryo yüzünden mi? Kararı verenlerin çoğu muhtemelen yüz yüze baktığınız sektörün içinden isimler. Yüzleştiniz mi hiçbiriyle?

Kuruldan kimseyle konuşmadım, ne öncesinde ne sonrasında. Ne ‘destek olun’ diye aradım ne de ‘neden böyle yaptınız’ diye aradım. Ben senaryonun içeriğinden olduğunu zannetmiyorum. Ne olduğunu bilmiyorum, onlara sormak lazım. Zaten Kültür Bakanlığı’ndaki kurul da değişti şimdi, yeni üyeler geldi.

>>Gişe Memuru filminin çok bahsi geçti biraz önce, şimdi bakınca nasıl görüyorsun o filmini? Sana ait hissediyor musun hala?

Çok saf, naif, samimi bir film olarak görüyorum. Şunu fark ettim, eğer yazdığın dönemde samimi değilsen, oldurmaya çalışmak için yapmışsan sevmeyebiliyorsun. Ama geri dönüp baktığım zaman, o anki Tolga’yı, o anki yaratma amaçlarına sadık kalmış bir film olarak görüyorum. Onun yeri bende ayrı.

sonunda-evrensel-bir-film-kelebekler-445924-1.

>>Bence filmlerin finali çok önemli, film bizi nereye götürdü ve nerede bıraktı. Bana göre, Kelebekler’in finalinden filme baktığımda birey ve toplum olarak Camus’nün ‘saçma’sına ulaşıyoruz. Katılır mısın?

Benim için sonuç hiç önemli değil. Benim için yolculuğu önemlidir filmlerin... Aldırdığı his, karakterlerle beraber yürüyebilmenin, salondan çıktıktan sonra filmin sizde kalması. O zaman film şekilleniyor, demleniyor. Sonlar bu yüzden çok tehlikelidir. Filmin öyle bir mühendisliğini yapmalısınız ki, sonda sizin söylediğiniz sözden ziyade, o yolculuk kalsın. Ben buna daha çok inanıyorum.

‘Saçma’dan ziyade herkesin kendi çıkartabileceği anlam da olabilir, senin dediğin gibi ‘çok güzel arkadaşlar siz aranızda bazı şeyleri çözmeye başladınız, diyaloğunuz da başladı ama evrenin buna aldıracağını neden düşünüyorsunuz!’ diye de bitebilir.

>>Çok abartmamak lazım mı diyorsun ?

Biz jenerasyon olarak kendini çok ciddiye alan insanlardan çok sıkıldık. İzlediğim filmlerde, hayatı çözmüş bir şekilde benimle konuşan insanlardan çok sıkılıyorum. Ben sorular sorduğum için film çekiyorum, cevap verebildiğim için değil. Her filmden sonra sen değişmek için çekiyorsun filmi, o filmle ilgili bazı şeyleri çözdüğün için. ‘Çözümlere ulaştım buyurun arkadaşlar değil’, benim tarzım da değil zaten öyle bir insan da değilim.

>>Hayat anlamsız mı?

Çok anlamlı ve çok güzel. Ama senin kendi hayatında önem verdiğini düşündüğün şeylere ben o kadar önem vermiyor olabilirim.

>>Kelebekler filmi de, filmdeki karakterler gibi manik-depresifti ve bu ayarı tutturmak çok zor olmalı!

Yönetmenlik olarak en zorlandığım ve en çok şey öğrendiğim filmim bu oldu. Daha güvenli alanlarda dolaşan filmler var. Bu filmin hem geçiş bakımından hem ritim bakımından çok hızlı olsun istedim.

>>Tavuklar neden patlıyor? demeyeceğim tabii! Ama sen çok zekice bir şey yapmışsın ve buna olabilirlik açıklaması getirmişsin filmde. Fazla absürtleşmemek için mi?

Bu tip absürt noktaları olan komedilerde, Türkiye’de hatta dünyada da bu böyle, belli skeçlere hapsoluyor filmler, belli esprilere, belli saçmalıklara. Ben bunların hepsinin bir gerçeklik içinde olmasını istedim. O zaman daha belirsiz bir noktada kalacaktı seyirci. Bir bütünlüğün içinde bunu yedirebilirsen, o zaman karakterlerin daha karakter olmaya başlayıp, gariplikleri ve duygusallıkları için bir dünya oluşabilirdi. O yüzden hiçbir şeyi ne kendimi tatmin etmek ne de şık gözüksün diye yapmadım.

>>Filmdeki kadın karakteri yerli sinemada görmeye alışık olmadığımız bir karakter. Özellikle pavyon sahnesindeki öfkesini, küfürlerini duyunca üzerimden bir yük kalktı adeta.

Oh ne güzel! Birincisi Sarmaşıktan sonra sıkılmıştım erkek erkeğe karakterlerden. Bence kadın ve erkek karakter yazmak diye bir şey yoktur. Bende insan yazmak var. Suzan karakteri de öyle olduğu için öyle yapabiliyor.

>>Sırada nasıl filmler var?

İki tane aynı anda yazıyorum şu an; biri 1900’lerin başında Sibirya’da geçiyor, diğeri de bir kara komedi. Ben hep böyle beraber yazarak devam ediyorum.

>>Başka birsinin senaryosunu çeker misin?

Eğer bana hitap ediyorsa, bir derdimle kesişiyorsa, çekerim.

>>Sinemada hayvan hakları ile ilgili her daim konuştuğumdan sormam gerek filmde kullanılan hayvanlar ile ilgili. Sizden de bu konuda bir onay almak isterim.

Elbette. Önce tavukları çektik, patlatmayı düşündüğümüz tavukları xledik ve tavukları uzaklaştırıp patlamayı yaptık. O kanı da önce kendi üzerimde denedim ardından Bartu’ya sürdük. Hiçbir hayvana zarar vermedik. Sonunda jenerikte de var bu yazı.