Referandum sürecinin tek taraflı, OHAL koşullarında ve son derece eşitsiz şartlar altında yapılmış olmasının tespiti için, yalan söylememeye niyet etmiş olmak yeterli. Toplantı yasağından, medya engeline, afiş parçalamaktan gözaltına almaya, teröristlikten darbeciliğe kadar kadar pek çok itham ve engelle karşılaşan ‘hayır’ cephesi, devletin bütün imkanlarını kullanan ‘evet’ cephesine karşı zor şartlar altında, ancak ılımlı ve mücadeleci bir kampanya yürüttü. Demokrasi, ortaya bir sandık koymanın yanında; taraflara kendini özgürce ifade edebilecek eşitlikçi şartlar sağlamak anlamına da geldiğinden, referandum öncesi başlayan meşruiyet tartışması YSK’nin “mühürsüz oy pusulaları ve zarfları geçerlidir” talimatıyla katmerlendi. Mühürsüz oyların yasada açıkça “geçersiz” sayılacağının belirtiliyor olmasına rağmen aksi yönde karar alan YSK, referandumun iptal edilmesi yönünde yapılan şikayetleri de sürpriz olmayan bir şekilde reddetti. CHP konuyla ilgili, önceki gün Erdoğan’ı sarayında ziyaret eden Zühtü Arslan’ın başkanlık yaptığı Anayasa Mahkemesi’ne başvurmayı planlıyor. Bundan bir sonuç alınamazsa, 6 ay içinde AİHM’e başvurulabileceğini söyleyen eski AİHM yargıcı Rıza Türmen, YSK’nin halkın serbest iradesinin sandığa yansımasını sağlayacak çok önemli bir güvenceyi ortadan kaldırarak ulusal yasayı ihlal ettiğini belirtti. Cibuti ve Gine gibi dünya devletlerinin dışında kalan birkaç ülkenin, tebrikten önce görmek istediği AGİT raporu gibi, önceki ay ‘tek adam rejimine’ dair uyarılar içeren Venedik Komisyonu raporunun da AİHM tarafından dikkate alınması bekleniyor.

• • •

Bugüne dönersek, YSK’nin kararı kesin. İptal yok. Ancak bu, Türkiye’deki yargı ve kurumlara güveni fazlasıyla erezyona uğramış olan ‘hayır’ cephesinin itirazını dillendirmesinin, tepkisini ortaya koymasının önünde bir engel değil. Dolayısıyla, YSK’nin şikayetleri değerlendirmeyeceğini ilan ettiği kararı nasıl tartışmaları sonlandırmadıysa, kazandığına inanan insanların da motivasyonunu düşürmüşe benzemiyor. Çünkü toplumsal sözleşmeler ülke ve halklar için, Erdoğan’ın söylediği gibi sonucu 1-0 da bitse, 5-0 da bitse, kazanmanın sayısal verilere bağlı olduğu bir maçtan çok daha fazlasını ifade ediyor. Toplumların egemenlik haklarının, bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin hangi koşullar altında devlet tarafından kullanılabileceğini belirleyen temel kanunları ifade eden Anayasalar’ın inşa süreçlerinin, toplumun bir yarısının diğer yarısını yendiği ya da bir yarısının diğer yarısına kaybettiği şeklinde tarif edilmesi, bir arada huzur ve barış içinde yaşam isteğine hizmet etmeyeceği gibi, ayrışmayı derinleştirmekten başkaca bir işleve de sahip değil. % 51 ‘evet,’, % 49 ‘hayır’ gibi bıçak sırtı bir durumun dışında, sonuç % 70’e %30 olsaydı bile, (asık suratlı bir balkon konuşması yerini düğün halayına çevirebilirdi) mesele o % 30’luk kesimin de yaşam kurallarını belirleyen bir metinle ilgili olacağı için, görmezden gelinemezdi. En azından, ülkesinde huzur ve istikrar arayan yöneticilerin gideceği yol bu olurdu.

Önümüzde, yan yana ve çoğalarak yürünmesi gereken uzun bir demokrasi yolu var. Umut, sabır ve emek istiyor. Yolumuz açık olsun

• • •

YSK verilerine göre, %51 evet, %49 hayır ile sonuçlanan Anayasa değişikliği ve Başkanlık sistemine geçiş referandumu ortaya bölünmüş bir Türkiye fotoğrafı çıkardı. Klasik sağ ve sol ayrımının yaşanmadığı; ‘evet’ cephesinin kendisine muhafazakar ve milliyetçi oyları çekerken, ‘hayır’ cephesinin ise muhafazakar, milliyetçi oylarla birlikte, sol, sosyalist, liberal, ulusalcı gibi farkı ideolojilerden insanları da Cumhuriyet şemsiyesi altında buluşturabildiği görüldü. Eş başkanları ve üst düzey yöneticileri hala hapiste tutulan HDP’nin fazlasıyla kısıtlanan olanakları göz önünde bulundurulduğunda ‘hayır’ cephesinin öncüsü sayılan CHP de parti adını öne çıkarmayan, ılımlı bir strateji yürüttü. Tek bir yerden bakan ‘evet’ in karşısına, farklı yerlerden kendi ‘hayır’ını örgütleyenler doğal bir blok oluşturdu. Bana göre referandumun umut veren, korunması ve güçlendirilmesi gereken, bugün olduğu gibi yarın da kazandıracak sonucu budur. İktidar çevrelerince referandum sonuçlarının AKP tarafından 2019 seçimleri öncesinde erken uyarı olarak görüldüğü söyleniyor. 7 Haziran seçimleri öncesinde de benzer bir durum yaşandığı ancak AKP’nin o zaman seçmenin verdiği mesajı aldığı ve 1 Kasım seçimlerinde tekrar tek başına iktidar olduğu konuşuluyor. 7 Haziran ile 1 Kasım seçimleri arasında, Türkiye’de başlayan çatışmalı ortam sonucu 600’den fazla insan öldü. Bu olağandışılık ve ortaya çıkan korku atmosferi sonucu özgürlükler muhalefet aleyhine kısıtlandı. Halka, istikrar ve terör arasında tercih yapması gerektiği söylendi. Dolayısıyla, bugün karşımızda devletin bütün imkanlarını elinde bulundurmasına rağmen büyük şehirlerde kaybetmiş; eğitimli, bireysel hak ve özgürlüklerini önemseyen, bir zamanlar desteklerini almaktan mutluluk duydukları insanların olurunu yitirmiş bir AKP var.

• • •

Günün sonunda, önümüzde YSK kararı nedeniyle meşruiyet tartışması hiç kapanmayacak %51’lik ‘evet’ oyuyla kabul edilmiş bir Başkanlık sistemi var. Erdoğan atlı, Üsküdarlı deyişlerle meseleyi kapatmış gibi görünse de işler pek iyi gitmiyor. Erdoğan’ın karşısında bugün, kendi tanımıyla, %49’u ‘darbecilerden, vatan hainlerinden, teröristlerden’ oluşan Cumhuriyet yanlısı milliyetçiler, solcular ve muhafazakarlar var. Portakal bıçaklama eylemlerinden, ya da gelme diyenin evine havadan-karadan zorlayarak dalınmasından etkilenmişe de pek benzemiyorlar. Dünyada ve Türkiye’de işler zorlaşırken elimizde, demokrasi ve özgürlük gibi ihtiyaçlarımıza cevap veremeyen denenmemiş bir sistem var. Bu süreçte, parlamenter sistemden yana olan ‘hayır’ cephesinin, referandum öncesindeki haklılığından doğan pozitif motivasyonu sürdürmesi çok kıymetli. Bugün bütün ideolojik, sınıfsal ve inanç çeşitliliğiyle Cumhuriyet şemsiyesi altında buluşmuş milyonlarca insanın kendini yalnız hissetmiyor oluşunun ise tek bir nedeni var. Kazandıklarını biliyorlar. Önümüzde, yan yana ve çoğalarak yürünmesi gereken uzun bir demokrasi yolu var. Umut, sabır ve emek istiyor. Yolumuz açık olsun.