Ortada herhangi bir yargı kararı dahi olmadığına göre onca yılın emeğiyle kazanılan diploma ya da uzmanlık belgesinin kullanılmasının idari bir karar ile engellenmesi hakkının yasayla verilmesine olanak bulunmamak gerekir

Sopalık bu doktorlar…

Mustafa Güler

Kendisi de başhekimlik yapmış olan TBMM Sağlık Komisyonu Başkanı Dr.Şenel Yediyıldız, bazı ameliyatların ekonomik gerekçelerle yapılmamasını talep eden yazılar kendisine sorulduğunda söylüyor başlıktaki bu şiddetli fikrini. Bu ifade, AKP iktidarının her açıdan kışkırttığı kitlenin hekimlere uyguladığı ölümcül şiddetin de bir biçimde zihin arkasını oluşturuyor.

Geçtiğimiz hafta kabul edilen Sağlık Torba Yasası, bu şahsın Komisyon Başkanlığında görüşüldü. Torba Yasa’nın içinde sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti önlemeye yönelik ciddi hiç bir şey olmamasına rağmen, iktidar sihriyle, sağlıkta şiddeti önleyecek yasa etiketiyle sunuldu topluma. Oysa, gerçekte, hekim ve dişhekimlerinin meslek örgütleriyle bağını zayıflatarak pervasız çalıştırılmalarından, sağlık çalışanlarının yasa yoluyla sopalanmasını, henüz sopayı sırtında hissetmeyenlerin de bundan ibret almalarını öngören akla ziyan hükümler içeriyordu Torba.

Torba’da ayrıca, şehir hastanesi müteahhidi/evsahibi şirketlere ek avantajlar sağlanmasından Sağlık Bakanlığının Sağlık Bilimleri Üniversitesindeki kontrolünü sürdürmeye, aile hekimlerini kamu görevlisi yapmak yerine bundan daha da uzaklaştırmaya yönelik hükümler de bulunmakta. Bu yazıda, hekimlere yönelik ayrımcı bir uygulama getiren 5. madde ele alınacaktır.

Görüşme yöntemi

Gündüz çuvala girdiği için olsa gerek, Torba’nın görüşmeleri neredeyse hep gece yarılarında yapıldı; saat 15’de başlayan görüşmeler sabahın altısına kadar ısrarla sürdürüldü. Taktik, Komisyonun yorulması ve anlık bir hücumla iktidar gücünün gösterilmesiydi sanırım. Torba’nın en tartışmalı maddesi olan 5.madde, gecenin ikisinde, AKP Grup Başkanı ve başkanvekillerinin ziyaret ve nezaretiyle yaratılan kaos içinde, oylandığı ve kabul edildiği ilan edildi, toplantı hızla kapatıldı.

Ertesi gün, yaşananların özrü mahiyetinde, madde yeniden görüşülmüş ise de bütün bunlar tamamen bir görüşme görüntüsü vermeye yönelikti. İktidar temsilcileri ne dinliyor ne de tartışmaya katılıyor; bir an önce bitmesini istiyorlardı sadece.

Aslında ortada gerçek bir yasama faaliyeti yoktu. Demokratik görüntü verilmesi için açık tutulan bir meclisten, şeklen geçirilen bir metnin yasa olarak sunulması gayretiydi izlediğimiz. Bu metnin içindeki cümlelerle binlerce hayatın yok yere karartılacağının umursanmaması hazindi doğrusu.

Hekimlere yönelik ayrımcılık

Torba’nın 5. maddesiyle, terör örgütleriyle idare tarafından bir şekilde ilişkilendirilen hekim ve dişhekimlerinin;

sopalik-bu-doktorlar-534509-1.
Anayasa’nın 70. maddesine göre kamu hizmetine katılmak her vatandaşın hakkıdır. Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez. Kişiye hak olarak tanınan bir statüye iktidardan farklı fikirleri sebebiyle alınmamak kendi başına zaten yaptırım iken bunun sanki bir ödül gibi anlaşılabilmesi ilginçtir!

1-Mesleklerini yapabilecekleri özel sağlık kuruluşları, kamu ile dolaylı da olsa ilişkisi olmayanlarla sınırlanmakta,

2-Verdikleri raporların dikkate alınmayacağı belirtilmekte,

3-Mecburi hizmetini henüz tamamlamamış olanların meslekleri 600 gün süreyle askıya alınmaktaydı.

Türk Tabipleri Birliği ve Türk Dişhekimleri Birliği gibi meslek kuruluşları ile CHP, HDP ve İYİ Parti’li milletvekillerinin tepki ve direnişleriyle Genel Kurul aşamasında kısmen geri çekildi bu hüküm. Sonuçta 15 Kasım’da Genel Kurul’da kabul edilen Yasa’ya göre terör örgütleriyle idare tarafından ilişkilendirilen hekimlerden mecburi hizmetini tamamlamamış olanların 450 gün süreyle mesleklerini yapmaları yasaklandı.

Hekimler fakülteyi bitirdiklerinde, sonra girdikleri sınavlar ve aldıkları ek eğitimlerle uzman veya yan dal uzmanı olduklarında her bir eğitim için ayrı ayrı 300 ila 600 gün arasında kamu sağlık kurumlarında çalışmak şeklindeki mecburi hizmete tabidir. Mecburi hizmetin süresi, hekimin atandığı yerin sosyo ekonomik gelişmişlik düzeyine göre değişir. En gelişmiş yerdeki mecburi hizmet süresi 600 gündür.

Torba’da, hekimlerin mesleğini askıda tutma süresi 600 gün şeklinde belirlenerek en uzun mecburi hizmet süresi ölçü alınmış ise de Genel Kurul aşamasında bu süre 450 güne indirildi. Bu işten de para kazanalım düşüncesiyle, pratisyen hekimlerin 75.000 TL, uzman hekimlerin 125.000 TL ödemeleri halinde bu süreyi beklemeden mesleklerine kavuşabilecekleri de bir öneri olarak bir ara sunuldu ancak, yaratabileceği tepkiler üzerine olsa gerek, geri çekildi.

Bu düzenlemeyi getirenler, arkadaşları mecburi hizmete giderken idarenin kamu hizmetine almadığı bu hekimlerin ödüllendirildiğini düşünmekte; cezanın ödüle dönüşmemesi için de böyle bir bekleme/askı süresi öngördüklerini belirtmektedirler.

Oysa, Anayasa’nın 70. maddesine göre kamu hizmetine girmek vatandaşlar için bir haktır. Bu haktan mahrum bırakılan hekimlerin ödüllendirildiğinin düşünülmesi yersiz olduğu gibi buna bağlı olarak ek bir yaptırım uygulanması da bütünüyle temelsizdir.

Güvenlik soruşturması

Yaptırım uygulanacak hekimlerin saptanmasındaki keyfilik de ayrıca dikkat çekicidir. Bu yaptırımın kime uygulanacağına bütünüyle idare karar vermektedir. Adına güvenlik soruşturması denilen polis fişlemesi ve buna dayalı olarak Bakanlık bürokratlarının verdiği kararla insanların yaşamı karartılacaktır.

Pratikte güvenlik soruşturması, çoğunlukla oldukça basit olgular içermektedir. Zaten basit olmayan suçlamalar için kişiler hakkında dava açılıp yargılama yapılmaktadır. Burada ise, istihbaratçı bir polisin bilgi, gözlem veya düşüncesine göre düzenlenmiş raporlarda; kişinin katıldığı basın açıklaması, arkadaş çevresi veya ailesinin siyasal tutumları belirtilmektedir. Altına imza attığımız uluslar arası sözleşmelerde de darbe ürünü Anayasa’da da koruma altında olan düşünce ve kanaat özgürlüğü çerçevesindeki düşünce açıklamaları burada kişiye yaptırım uygulanmasının dayanağı olmakta; yine temel düzenlemelerle koruma altında olan masumiyet ilkesi de ihlal edilmektedir.

Torba’nın 5. maddesinde, başlangıçta öngörülen yaptırımlar sonuçta azaltılmış olsa da mevcut hüküm kategorik olarak ayrımcı karakterini ve hukuka aykırılığını tamamen sürdürmektedir.

Yasamanın sınırı yok mudur?

Yasalar yoluyla toplumsal yaşamın düzenlenmesinin de bir sınırı vardır. Bu sınır, en basit haliyle, anayasa ve uluslar arası sözleşmelerle çizilen sınırlar olarak söylenebilir. Torba’nın 5. maddesiyle bu sınırlar ihlal edilmektedir.

12 Eylül Anayasası bile temel haklar arasında sayılan düşünce kanaat hakkını güvence altına almış; savaş halinde bile insanların din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamayacağı ve bunlardan dolayı suçlanamayacağı; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağını belirtmiştir.

Yine aynı Anayasa, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz kuralıyla masumiyet ilkesine kabul etmiştir.

Ayrıca, Anayasa’da Devletin temel amaç ve görevleri arasında kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak da sayılmıştır.

Başka uluslar arası sözleşme ve Anayasa kurallarının yanı sıra belirttiğimiz bu açık hükümler yok sayılarak, idare/iktidar tarafından makbul görülmeyen ya da kendi iktidarına muhalif bulunan düşüncesi, kanaati ya da bunları yaymak için yasal olarak faaliyet gösteren bir takım yapılarla ilişki kurması sebebiyle bir kısım hekim 450 gün süreyle mesleksizleştirilmektedir.

Mesleğin askıya alındığı dönemde hekimlerin uzmanlık eğitimi alması, uzmanların yan dal uzmanlığı yapması hakkının da engellendiği düşünüldüğünde bu yaptırım sadece kamu hizmetine girme ve çalışma değil eğitim hakkını da ihlal eden ölçüsüz bir boyuttadır.

İnsanların iktidara muhalefet edebilmesi demokratik hukuk devletinin zorunlu bir gereğidir. Bir takım muhalif eylemler, iktidarın keyfi yaklaşımıyla her an terör örgütü ile ilişki olarak sunulabilmektedir. Bunun örneklerini hemen her gün görüyoruz.

Devlet, vatandaşına anayasa ile tuzak kurmakta, anayasa ile serbest bırakılan faaliyetler mesleksizleştirme gibi en ağır yaptırıma gerekçe olmaktadır.

Onca yılın emeğiyle kazanılan diploma ya da uzmanlık belgesinin idari bir kararla değersizleştirilmesine yönelik yasa yapılamaz. Yasa yapma yetkisi ancak akıl, bilim ve vicdana uygun düzenlemeler yapılması halinde hukuka uygun ve meşru kabul edilebilir. Nasıl ki insanların uyumayacaklarına ilişkin yasa yapılamaz ise dikiş kabiliyetlerinin yüksekliği sebebiyle terzilere yasayla ameliyat yetkisi verilmesi de mümkün değildir. Benzer şekilde, insanların gerekli eğitim sonunda aldıkları diplomanın ortada hiçbir haklı sebep yok iken askıya alınmasının da meşru temeli yoktur.

Yasama yetkisinin böylesine keyfi biçimde kullanılabileceği kabul edildiğinde, bir sonraki yasanın mavi gözlü hekimler ancak sarı saçlı hastalara bakabilir veya hakkında terör örgütlerinden biriyle ilişkili olduğuna idare tarafından karar verilenler ancak kendileri gibi hastalara bakabilir, kendileri gibi nitelenen kişilerle evlenebilir, kahverengi ceketle dolaşıp otobüslerde arka koltuklara oturmak zorundadır şeklinde yasalar çıkmasının önünde bir engel bulunmayacaktır.

Yıllardır yüzümüzü döndüğümüz batı dünyasında, insanların mesleklerini yapmalarını idari kararla engelleyen yasalar yapılmamaktadır. Ancak, Nazi Almanya’sında 1935 yılında çıkartılan, Yahudi hekimlerin Yahudi olmayanları tedavi etmesinin ve Yahudi avukatların avukatlık yapmasının yasaklandığı Nürnberg Irk Yasalarında ve benzeri ırkçı düzenlemelerde örnekleri bulunabilir.

Almanya’nın faşist dönemi veya Güney Afrika Cumhuriyeti ya da ABD’nin ırkça kanunlarını rehber edinmiş bir takım danışmanın bulunduğu anlaşılıyor. Ancak unutulmamalıdır ki ülkenin en önemli değerlerini karalayarak, onları değersizleştirmeye çalışıp, kötülüğü bütün topluma yayıp sıradanlaştırarak ne ülke onur kazanır ne de topluma yararlı bir iş yapılmış olur.

İktidarın inşa etmeye yöneldiği rejim hayatımızın her alanına girip onları kendi değerleriyle yargılıyor, hepimizden sadece teslim olmamızı değil, saflarımızı değiştirmemizi de talep ediyor. Çok kötülük yapıp çokçasını da vaad ediyor. Ama iktidarın zulmüne uğrayan akademisyenler, hekimler, hukukçular ve diğer pek çok meslek sahibi dayanışmayla direniyor; umut oluyor, umudu çoğaltıyorlar. Bu sayede atlatacağız ağır, hukuksuz günleri. Amin Maalouf’un dediği gibi, Umutsuzlukta haklı çıkacağımıza umutta yanılalım.

Bin Alman’ın Hikâyesi, Sebastian Haffner, İletişim yayınları,2018

Doğu’dan uzakta, Amin Maalouf, Yapı Kredi Yayınları,2012