Sor/dur

Tarhan Gürhan

Sorular sormak, istediğin cevapları almaya çalışmak değildir. Yenilenmek, daha önce ortaya çıkmamış bir durumu, hâli, heyecanı, hüznü, sevinci keşfetmek demektir aynı zamanda. Sormak, sorup durmak biz insanoğullarını diri tutar. Merak duygumuza iyi gelir. Yaratıcı sorular yaratıcı cevaplara götürür bizi. Dünyayı görüş ve algılayış biçimleri sorularda saklıdır. Ey okur, sen bilirsin bunları.

Sordukça önümüze açılan kapı bizi yalnızlığımızdan uzaklaştıracak, yeni dünyalara açacaktır. Sorup durmak lazım, her daim heyecanla… “Bu sorularla hangi düşünceyi güdüyorsun aklında?” diye düşünmeden.

Röportaj bir konuşturabilme sanatı, ustalığıdır. Piyanonun hangi tuşuna basınca hangi sesi alacağını bilme ustalığı. Röportajcı ne kadar kendi olup özgün sorular sorabilirse cevaplar da bir o kadar özgün olabilir. Cevaplandırıldıkça çok çeşitli anlamlara doğru yelken açılabilir.

Sözlü tarih çalışmalarının da kaynağıdır aynı zamanda. Toplumsal belleğimize katkıda bulunurlar. Yıllanınca değeri daha da artar. ’Ankara, şimdiden bir boşluğu doldurdu. Gerisi okurlara kalıyor.

HEPSİ BİR ARADA

Röportajlar gazetelerin, dergilerin dinle/me odasıdır. Sorular bu gazetelerde, dergilerde, kitaplarda yatıyor. Gazete, dergi sayfalarında “kaybolan” bu röportajlar kitap ile kalıcılaşıyor. Yaz’Ankara, o kadar çeşitli yazarı bir araya getirmiş ki kayıtsız kalamıyorsunuz. Belki de röportaj kitaplarının bir önemli işlevi de bu olsa gerek: Hepsi bir arada. Her türlü yoruma açık kapı bırakan sorularla...

Soruların yolculuğu uzun sürer. İnsan her şeyi sorabilir, sorabilmeli. Sorularla çıkılır düze. Kayıt altına almak, arşivlemek şifadır gelecek nesillere. Çünkü iyi röportajlar aynı zamanda “itiraf odaları” gibidirler. Söz uçarsa, röportaj bir o kadar kalır. Özgürlük, aklındaki sorular kadardır.

Esme Aras’ın soru sorma sevdası nereden geliyor? Gazetecilik kumaşı olmasından olabilir mi? “Burada soruları ben sorarım!” havası olmamasından mı? Okuldaşım olduğu için söylemiyorum: Bu soruların bir ayağı yürekte bir ayağı yazarda.

“İnsan bir devletin yurttaşı olduğu kadar bir zamanın da yurttaşıdır,” der Schiller. Biz de bu röportajlarla bu zamanın yurttaşıyız. Yaşamı olduğu gibi kabul ediyorsak, röportajı da olduğu gibi kabul edeceğiz.

Pek tekin olmayan sorular sormak lazım. Kılı kılına ince sorular bunlar. İnsan başka türlü nasıl kendini göze alabilir? Ey okur, sen bilirsin bunları.

GÜNÜN SONU, YARININ UCU

Röportaj 25’inci saattir. Yani günün sonu, yarının ucudur. Günden aforoz etmiştir kendini.

“Sorgu” faşizmi, “soru” ise demokrasiyi temsil eder. Soğuk sorular vardır, sıcak sorular vardır, kibar sorular vardır, kaba sorular da, vasat sorular da vardır, akıl açanlar da… Kısık sesli sorular, bağıran sorular vardır. Kıskanç sorular vardır, illa yanıt beklerler. Sorular hayatımızdan çekip gitseler, onlarsız çok tek düze yaşardık. Sorularla baş başa kaldığınızda aslında yalnız olmadığınızı da anlarsınız. Her soru en az bir fırsattır. Kendisine sormayan başkasına sorabilir mi?

Bu saydığım bütün özellikleri taşıyor Yaz’Ankara. Röportajcı ne arar? Kime ayna tuttuysa onun yansımasını mı?

Röportaj kılığında öyle kötü şeyler okuyoruz ki bu kitap hakikaten “emsalsiz” kalıyor. Cesur sorular bunlar. Nokta atışıdırlar. Bahtı açık olsun. Sormadıklarının hatırı kalmışsa, onlar da diğer kitaplara… Sorular defterini açmaya geldi sıra.

Sonra, işte… Bilirsin…