Walter Benjamin’in anarşist bir siyaset anlayışını savunduğu ünlü metni “Şiddetin Eleştirisi Üzerine”...

Walter Benjamin’in anarşist bir siyaset anlayışını savunduğu ünlü metni “Şiddetin Eleştirisi Üzerine” (ŞEÜ) iki kaynaktan beslenmiştir. Bunlardan ilki Ernst Bloch’un Ütopyanın Ruhu başlıklı kitabıdır. Bloch Rus devriminden, Almanya’daki devrimci ayaklanmalardan yola çıkarak şiddetin hangi koşullarda meşru kabul edilebileceği sorunu üzerinde duruyor, meseleyi hukuk felsefesi açısından ele alıyordu. Ayrıca, ŞEÜ’deki metafizik dilde de Bloch etkisini okumak mümkün. Benjamin’in ikinci kaynağı ise George Sorel’in şiddete dayalı devrimci genel grev anlayışıdır. Ben aşağıda bu ikinci kaynak üzerinde duracağım.


Benjamin, ŞEÜ’de hukukun doğasını, hukukun özündeki örtülü şiddeti, ele alıp açıklamaya çalışır. Şiddetin iktidar mantığının ürünü olduğunu, hukukun şiddetten ayrı düşünülemeyeceğini ortaya koyar.
Modern devlet bireyi hukuk öznesi olarak kavrar, onun meşru müdafaa hakkı dışında şiddete başvurmasını yasaklar. Şiddet tekelini kendi elinde bulundurur. Modern devletin pozitif hukuku devlete bu konuda tekel verir. Benjamin bunu dikkate alarak iki tür şiddetten söz eder. Bunlardan ilki hukukun temelindeki şiddettir. Diğeri ise yürürlükteki hukuku ilga eden şiddet.


ŞEÜ aynı zamanda sosyal demokrasinin de radikal bir eleştirisidir. Birinci Dünya Savaşı başladığında sosyal demokratlar şovenizmin rüzgarına kapılmış, savaşa destek vermişti. Savaşın ardından kurulan, Komün geleneğini canlandıran, siyasal karar alma sürecine doğrudan katılımı sağlayan Bavyera konsey cumhuriyetlerinin koalisyon hükümetinin başındaki sosyal demokrat Friedrich Ebert’in de tam desteğiyle, Genelkurmay Başkanı Hindenburg’la bu konuda anlaşmasıyla ordu ve Freikorps tarafından kanlı biçimde bastırılması Weimer radikal entelektüellerinin sosyal demokratlara karşı tavırları keskinleşirken onların Sorelci düşüncelere ilgisini de yoğunlaştırdı, güçlendirdi. Büyük ihtimal, ŞEÜ’yi kaleme alırken Benjamin de benzer duygu ve düşüncelere sahipti. (1)
Sorel’in düşünceleri hayli çelişkilidir. Hem Gramsci ve Benjamin’i, hem de Mussolini’yi etkileyecek denli çelişkili. Ernst Bloch’un da belirttiği gibi, bilinçli olursak faşizme hizmet etmemişti, ama düşüncesi faşizm tarafından kullanılmaya müsaitti (2).


Sorel devletin reforme edilebileceği fikrine itiraz etmiş, parlamenter sosyalizme karşı çıkmıştı. Jean Jaures gibi reformcuları “devlet dalkavuğu” olarak niteliyordu (ki, hiç de haksız sayılmazdı). Sosyal demokratların ihtiyatlı adımlarına, devrimin hiç gelmeyecek bir geleceğe ertelenmesine, “sosyal barış peygamberlerinin vaaz ettikleri” reform politikalarına tahammülü yoktu. Devrimi gelecek kuşaklara bırakmaya niyeti de yoktu. Sorel’e göre reformizmin ve sosyal evrimciliğin panzehiri köktencilik, iradecilik ve devrimci genel grevdi. Düşünceleri bir dönem güçlü olan anarko-sendikalist hareket üzerinde etkili olmuş, genel grev radikal kopuşu gerçekleştirecek siyasal bir güç olarak görülmüştür.


Sorel iradeyi mutlaklaştırır. Onun düşüncelerin özünde en radikal biçimiyle iradecilik, Ernst Bloch’un deyişiyle, “iradeye iman”, iradenin sınırsız olduğu inancı yer alır. “Heroik fırtınaya” kapılmış olan Sorel için genel grev de böyle bir inanca dayanan coşkulu eylem, varoluşu altüst edecek bir mittir. (3)
Sorel’in temel kavramlarından biridir mit. Bu noktada etkilendiği düşünür Vico’dur. Vico’nun düşüncesinde mit, ilkel ve uygar, geçmiş ve gelecek arasındaki hem karşıtlığı, hem de sürekliliği ifade eder. Sorel için ise mit geçmişin bir parçası olmanın ötesinde geleceğin kurucu gücüdür. Harekete geçiren bir güçtür.
Devrimci mit ve ütopya ayrımı yapar, Sorel, Devrimci mitleri, “arzunun ifadesi” olarak niteler. Köklerinde var olanı mutlak anlamda yok etme amacı bulunur ve insanları bu yönde seferber ederler. Beri yandan ütopyaları, “entelektüel çalışmanın ürünü” olmakla eleştirir. Ona göre ütopya teorisyenleri var olanın yerine geçmesini istedikleri kurumları hayal ederler. Ütopyacılık tarihsel olarak reformcudur.
Sistemi ancak parçalar halinde düşünür, bu parçalardan sadece bazılarını düzeltmeyi amaçlar. Sorel, liberal ekonomik düzeni de serbest rekabetin işleyişiyle mükemmel bir düzen kurulacağı, serbest rekabetin ideal bir toplum yaratacağı fikrine dayanan bir ütopya olarak görür. (4)


Sorel, bir ayrıma daha başvurur: Güç kullanımı ve şiddet. İktidarın baskıcı eylemlerini güç kullanımı olarak niteler. Kapitalist toplumda iktidarı elinde bulunduran azınlık ayrıcalıklarını kaybetmemek, var olan durumu sürdürmek için güç kullanır. Şiddet ise proletaryaya özgü bir eylem tarzıdır. Proleter şiddet yürürlükteki düzeni, bu düzenin asli kurumu olan devleti, devleti ayakta tutan, ona hayat veren yasaları tanımaz. Devlet ideolojisine bağlı olan parlamenter sosyalistler, devlet ideolojisinin dışına çıkamayan ve onun dışında düşünemeyen reformcular proleter şiddet karşısında ürker, şaşkına dönerler.


Şiddet, proleter genel grevde kitlesellik kazanır. Böylesi bir grev işverenle görüşme, ücretlerin yükseltilmesi ve çalışma koşullarının düzeltilmesi konularında anlaşmaya varma, işçiler açısından taleplerini kısmen kabul ettirerek işbaşı yapma amacını taşımaz. Geçmişle, var olan sistemle, yürürlükteki hukuk düzeniyle bütün bağlarını koparmak, yeni bir başlangıç yapmak ister. Her türlü çalışmayı reddeder. Amacı; iktidar ilişkilerine son vermektir. Dahası, kaldırdığı, yürürlüğüne son verdiği iktidar ilişkilerinin yerine yenilerini koymaz. İktidar boşluğu yaratır.
(1)- ŞEÜ’nin yazıldığı dönemin tarihsel koşulları hakkında bkz. Aykut Çelebi, “Şiddete
Karşı Siyaset Hakkı”, Şiddet Eleştirisi Üzerine, Metis Defterleri, 2010, özellikle ss.260-65.
(2) - Ernst Bloch, Umut İlkesi, c. 2, çev. T.Bora, İletişim Yayınları, 2012, s. 300.
(3) – Bloch, a.g.e., s. 301
(4)-Georges Sorel, Şiddet Üzerine Düşünceler, çev.A.Hazaryan, Epos Yayınları, ikinci baskı 2008, s. 59