Süleyman Toklu, sanki adanmışlığın bedelini hayatıyla ödeyenlerin insanlığa bıraktıkları bir sevinç ışığı gibi görünüyor. Sanki onların hayatlarının kalan kısmı… Onun sözleri, onların atmosferde gezen son sözleri: Size söyleyecek hiçbir şeyim yok

Sorguda 92. gün

Osman Bozkurt

“Direnişim beni aştı. Artık bu, işkencecilerle insanlık onuru arasında bir savaşa dönüştü. (…) İnsanlık Ayakta Kalmalı” Süleyman Toklu

Yine Kazacağız Yine Kaçacağız ve Karadeniz’in Zemheri Çocukları adlı kitaplarıyla dikkat çeken Sebahattin Selim Erhan, önce kendi yaşamından başladığı gerçeği bozmadan anlatma ustalığını, yeni çalışması 92. GÜN’de de sürdürüyor. Bu kez, 12 Eylül döneminde yaşadıklarıyla, duruşuyla efsaneleşen Süleyman Toklu’nun, üç ayı aşkın işkence-hücre sarmalında geçen gözaltı günlerini anlatmaya soyunuyor. Bunun için önce Süleyman Toklu ile söyleşiyor. Sonra ilgili kişilerle… Eriştiği her bilgi yeni meraklar uyandırıyor olmalı ki yazar, bilginin izini sürerken Toklu’nun çocukluğuna kadar iniyor. Böylece yazarın, sorguda geçen 92 günün anlatımı için başladığı çalışma bir portre anlatımına dönüşüyor. İyi ki de böyle yapıyor. Böylelikle 1970’li yıllara damgasını vuran sınıf mücadelesinin kendine özgü koşullarının ve sonucu olan 12 Eylül 1980 Darbesi’nin ileride doğru anlaşılmasına belgesel bir kaynak sunmuş oluyor.

Süleyman Toklu, 12 Eylül işkencehanelerinde destan yazanlardan biri. Kitap okundukça görülüyor ki, onu bilenlerin gözünde 1970’li yıllardaki pratiğiyle o çoktan efsaneleşmiştir. Bu, yazarın konuştuğu geçmiş dönem tanıklarının beyanlarıyla doğrulanıyor. Örneğin Toklu’nun gözünde sosyalist gruplar arası çatışmalar, aynı kökten gelenlerin kardeş kavgasıdır. Bir çatışmayı önlemeye gidiyor, 12 kurşun yiyor ama yine de kendisi tetiğe basmıyor. Vuranları tanıyor, kimseye söylemiyor. Farklı görüşlerle tartışıyor ama hiçbirini asla aşağılamıyor. Belli ki gerçek efsaneler; alçakgönüllüğü, inancı, kararlı iradesi ve insancıllığında belirginleşiyor.

Bu portre çalışmasından, Pancho Villa gibi yoksul bir köylü çocuğu olduğunu öğreniyoruz Toklu’nun. Çarpık kentleşmenin ürünü gecekondulularla kurduğu sıcak bağları, deneysel birikiminin güçlü sezgileriyle sağlıyor. Anne-babalardan, haylaz çocuklarını yola getiren adamı tanıyıp da sevmeyen kalmıyor. Tanıyanların adeta Pancho Villa’sı oluyor.

Süleyman Toklu, insanların bireysel veya örgütsel yengilerinin de yenilgilerinin de kendilerine yeni yükümlülükler yüklediğinin bilincindedir. Sözü hükmünü, hiyerarşik yetkilerinden değil özverili alçakgönüllülüğünün insancıl ve ileri görüşlü, tutarlı pratiğinden alıyor. Onun bilincinde başka türlü davranış, ezen ve ezilenin olmadığı sınıfsız bir dünya istencinin ruhuyla bağdaşmıyor. Bu yüzden, 12 Eylül zalimlerinin zulmüne karşı direnişinin kendisini aştığını sezdiği an, o da kendisini aşmaya yöneliyor ve haysiyet cellâtlarına karşı direnme gücünü insanlığın ayakta kalmasıyla yükümlendirerek insanlık onurunu zafere taşıyor. Kullandığı yetkileri kendisine hak gören önderlerin, hayatın her alanında yerine getirmesi gereken yükümlülüklerini gösteren parlak bir örnekle tanıştırıyor okurları.

Bilgisini, torbadan tavşan çıkaranlar gibi gözbağcılık malzemesi olarak kullanmıyor. Bilgi, bir hayat rehberi onun için. Nietzsche’nin Böyle Buyurdu Zerdüşt’ünden esinlendiğinde, “Zerdüşt boşa buyurmaz hiçbir şeyi. Cesaretlendirir ve düşündürür…” der, işkence tedirgini arkadaşlarını rahatlatır. Julius Fuçik’in “Cesaretini ve bilincini yitirmiş bir insanı görmek, sakatlanan bir insanı görmekten çok daha kötü. (…) Nasıl bir hayatları olacak onların, bedeli bir yoldaşın hayatıyla ödenmişse!” deyişinden esinlenir; bir arkadaşının bildiği şeyleri istemeden kabul etmesine üzülür: “Onun adına çok üzüldüm. Kendini yiyip bitireceğini biliyorum, umarım toparlar” der. En sert koşullarda bile duygu-bilinç ahenginin derinliği besler onu. Hayatımızda şarkılarda, danslarda, romanlarda olsaydı, kim bilir her şey nasıl olurdu diye düşünür.

Süleyman Toklu’ya işkence yapan tim, aynı günlerde birinin işkencede ölümüne neden olmuş, henüz bu defter kapanmamıştır. Tedirgindirler… Her baygınlığında öldü diye telaşlanırlar ama öldüresiye işkenceden de geri durmazlar. Öyleyse direnişçiler hayatlarını, kendilerinden önce hayatıyla bedel ödeyenlere ve birbirlerine borçludur. İşkencede veya başka yollarla faili meçhule gidenlerin hala tam sayısı bilinmemektedir.

Okurlar, 92. GÜN’de bir kurguyu değil gerçek bir hayatı bulacaklar karşılarında. İnanmakta zorlanacaklar. Gerçek bir efsanenin direniş pratiğinin acılarıyla burkulacaklar ama yengisiyle coşkuları artacak. Kimileri kendi hayatlarının benzer kesitlerini daha sağlıklı anlamlandıracaklar. Kimileri hiç tanımadıkları bir dünyaya girecek, vicdanlarının pusulasıyla doğru yolu arayacak.
92. GÜN’ün girişinde Süleyman Toklu’nun sorgu tutanaklarının İstanbul Terörle Mücadele biriminde ders olarak okutulduğunu öğreniyoruz. Doğal ki, yengiden de yenilgiden de aklı olan herkes ders çıkarmak ister.

Süleyman Toklu, sanki adanmışlığın bedelini hayatıyla ödeyenlerin insanlığa bıraktıkları bir sevinç ışığı gibi görünüyor. Sanki onların hayatlarının kalan kısmı… Onun sözleri, onların atmosferde gezen son sözleri: Size söyleyecek hiçbir şeyim yok.

Not: Sebahattin S. Erhan, bugün saat 14.00’te TÜYAP’ta Dipnot Yayınları standında