Google Play Store
App Store

Tiyatrocu Alayça Öztürk, “Mükemmel Bir Sabah” kitabında kadın mücadelesi, emek, erken yaşta evlilik gibi güncel sorunları irdeliyor. Öztürk, “Sorgulamadıkça bu meseleler toplumu çürütmeye devam edecek” diyor.

Sorgulamayan toplum çürüyor
Alayça Öztürk (Fotoğraf: BirGün)

Deniz Burak BAYRAK

Tiyatro oyuncusu ve seslendirme sanatçısı Alayça Öztürk, insan hikâyelerine meraklı. Bu merak yeni kitabı “Mükemmel Bir Sabah”ın yaratım sürecinin çıkış noktası olmuş. Oyuncu olarak işi sahnede insan hikâyeleri göstermekken bu kez tanıklıklarını anlatmak için kaleme kâğıda sarılmış.

İnsan neden kaleme sarılıp hayat hikâyeleri yazma işine girişir? “Kendimizi anlamlandırmak için başka hikâyelerin, hayatların yansımasına ihtiyaç duyuyoruz. İnsan, karmaşık ve değişken bir varlık. Ancak sanat yoluyla bu karmaşa bir nebze anlam bulabiliyor” diyor Öztürk. Altı öyküden oluşan yapıt; yaşamın bir yerlere savurduğu insanları, düzenin ezmeye uğraştığı kadınları, mücadeleden bıkmayan insan panoraması sunuyor. Biz de Öztürk ile öykülerini ve irdelediği toplumsal sorunları konuştuk.

MÜKEMMEL BİR SABAH
Alayça Öztürk
Orlando Art Yayınları, 2024

Kitabınızın kahramanları okurlarınıza neler söylemek istiyor?

Hayatın adaletsizliğinin ancak dayanışma ile aşılabileceğini ama bir yandan o dayanışmadan yoksun bırakılan insanın hayatta kalmak için her türlü şeyi yapabileceğini. Geleneklerin çoğu kez ayak bağı olduğunu, toplumun bir yandan kadına “bağımsız ol, kariyer yap, çalış” diye diretirken bir yandan da annelik hakkını elinden rahatça alabileceğini, sistemi daima erkeklerin yönettiğini, kadının okusa da, kariyer yapsa da, 14 yaşında evlendirilse de bir türlü sisteme yaranamadığını anlatıyorlar. Altı öykü de birbirinden farklı sosyal sınıfa mensup insanların ayakta kalma mücadelesi ve bu mücadele içinde yaptıkları seçimleri anlatıyor.

Öykülerinizde mücadele eden, şiddete uğrayan, ayakları üstünde var olmaya çabalayan, güçlü kadın kahramanların hikâyeleri dikkat çekiyor. Öte yandan bu coğrafyada toplumsal yaşamın ve sanatın başat konularından biri oldu şiddet.

Ne yazık ki şiddet, toplumumuzun sıradan gündemi hâline geldi. Bunu sindiremeyen birçok insan gibi ben de kayıtsız kalamıyorum. Yaşamımızın her alanında şiddet görüyoruz ya da şiddete maruz kalanlara tanık oluyoruz. Üstelik toplumun her kesiminde her sosyal sınıfında şiddet olağan hâle gelmiş durumda. Şiddet uygulayanlar sinir bozucu bir rahatlık içindeler.

İşin daha da korkunç yanı bunun bir iletişim biçimi hâline dönüşüyor olması. Hâl böyleyken bunu içine sindiremeyen herkes şiddetin normalleşmemesi için elinden geleni yapıyor. Hikâyelerimde anlattığım kadınları tanımıyorum belki ama onların hikâyesine benzer hikâyeleri bin kez gazetelerde okumuşumdur. Ve ne yazık ki daha binlerce kez de okuyacağım aşikâr. Kimse bu büyük sorunun kökenine, derinine inmek istemiyor. Şiddet bir sonuç biz o sonucun nedenlerini bulup iyileştirmeliyiz.

Dikkat çektiğiniz diğer konu erken yaşta evlilik. "Kızların kaderi hep aynı. Ortayı zor okuduk. Biter bitmez de everdiler beni daha 14 buçuk yaşımda” diyor “Birgül Değil Bingül” adlı öykünüzün kahramanı Bingül. Yazar gözüyle baktığınızda bu korkunç gerçekten çıkış yolu ne olabilir?

Bu kemikleşmiş diğer sosyal mesele. Bu kemiği kırıp atmak, un ufak etmek lazım. Çocuk çocuktur. Toplumun hâlâ bunu tartışıyor olması bile yeterince utanç verici. Çok büyük reformlara ihtiyacımız var. Seferberlik düzeyinde bir eğitim anlayışı bize gerekli. Devlet bu meseleyi sosyolojik olarak ele almalı ve sistemli bir biçimde erken yaşta evliliğin önüne geçecek programlar planlamalı. Eğitime samimi olarak yapılan her yatırım kız çocuklarını erken yaşta evlilikten bir adım daha uzaklaştıracaktır. Bizler öz güvenli, kendine yeten, birbirini diğerinin malı değil birey olarak gören, kazanan, üreten, okuyan, sorgulayan bir toplum inşa etmek için uğraşmadıkça bu kronik problemler toplumu çürütmeye devam edecek.