Harun Yıldız isimli erkeğin ‘sevgilisi var’ diye kızını katletmesi üzerine kadınlar, sosyal medyada babaları tarafından maruz bırakıldıkları şiddet olaylarını anlattı. Uzman Psikolog Nesli Zağlı, “Bizim kültürümüzde sadece ‘koruyuculuk’ babalığa dair algılanıyor ve ‘namus’ adı altında her türlü pratik dahil ediliyor” diyor

Sorgulanamayan iktidar: Aman baban duymasın

SENA ÖZCANLI

Geçtiğimizhafta bir erkek, ‘sevgilisi olduğu’ gerekçesiyle kızını öldürdü. Bunun ardından özellikle genç kadınlar babalarından gördükleri şiddeti sosyal medyadan paylaştı. Uzman Psikolog Nesli Zağlı ve ‘Erkekliğin Türkiye Halleri’ kitabının yazarlarından Doç. Dr. Hande Eslen-Ziya ile şiddet sarmalı içerisinde büyüyen kız çocuklarının maruz bırakıldığı yaşam ve ‘kutsal aile’ üzerine konuştuk.

  • Kız çocukları için tesadüf olmayan baba şiddeti hangi duygulardan besleniyor, hangi ilişkilenme biçimini kuruyor?

Anneye atfedilen bakım verme, şefkat gösterme, doyurma ve besleme rollerine karşılık baba bu hazne içinde karşılaşılan ilk öteki. Bir nevi dış dünyanın içerideki temsili ve ona atfedilen rol de destekleyici, koruyucu ve adil olması. Bizim kültürümüzde bunlardan sadece “koruyuculuk” babalığa dair algılanıyor ve “namus” adı altında her türlü pratik dahil ediliyor. Vahşi bir ortamda kendi alanındakini (mülkiyetini) korumaya çalışan “hayvandan” hiç bir farkı kalmıyor. Ankara’daki ve benzeri sayısız cinayetin (ruhsal ve reel) sebebinin başlangıç noktası budur.

  • Bu denklemde anne Emine Yıldız’ın, kocasının işlediği cinayeti hastalık bahanesiyle gerekçelendirmeye çalıştığı açıklamaları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Annenin tavrını ben “eril annelik” olarak algılıyorum. Bu kadınlar ataerkil yapı içinde hayatta kalmanın tek yolunun erkeğe boyun eğmek, benimsemek ve son noktada içselleştirmek olduğunu düşünüyorlar. Ataerkil düzen içinde sindirilip başkalaştırılan kadın tipi. Anneliklerini en çok kocalarına yapıyor ve çocuklarını bile görmüyorlar. Onun yemeği, onun ütüsü, onun panik atağı. Bu bir devir daim. Bu kadın da evladıma üzüldüm ama en büyük oğlum (kocam) hasta diyor. Onlar için kutsal olan dövse de sövse de erkeğin evde olması. Öldürülen genç kadın muhtemelen cinayetten önce de yoğun baskılara ve psikolojik şiddete maruz bırakılıyordu. Bu ülkede milyonlarca kadın “Aman baban duymasın” tehditleriyle büyüdü. Anne bile bu kadar uzakken babanın sorgulanamayan iktidarı hep genç kadınların içine oturmuş koca bir taştı. Baba şiddeti insanın yüreğinde koca bir taş, büyük bir yalnızlıktır. Bu yüzden sosyal medyadaki baba şiddeti paylaşımları çok anlamlı buluyorum. Konuştukça yalnızlığımızdan sıyrılabiliriz.

ANNE BABALAR FARKINA VARMADAN BÜYÜYORUZ

  • Şiddetle bezeli bu ebeveynlik kültüründe nasıl büyüyoruz?sorgulanamayan-iktidar-aman-baban-duymasin-688553-1.

Anneden, babadan, kadından, erkekten, gençten, mülkiyetten, namus dediklerinden ne anladığımız hep politiktir. Ebeveynlik dediğimiz temelde dünyaya getirilen çocuğun gelişiminin farkında ve takipçisi olmaktır. Türkiye’de kadın ve erkek savaşa sevişe büyümeye çalışırken yamaçlarında bir çocuk büyüyüveriyor. İşin en kötü tarafı karşılarında genç, kendi değerleri olan, kendi hayat tarzını benimsemiş bir insan gördüklerinde yadırgayıp ona düşman bile olabiliyorlar. Şeyma bu süreçleri bilseydi kendini koruyabilir miydi, canını kurtarabilir miydi bilmiyorum. Bir yandan Şeyma gibi binler olduğunu bilerek ardından ciddi bir utanç, suçluluk ve hüzün duyuyoruz. Eğer bir şeyler değişecekse önce bizim bu yoğun duygularımızdan başlayacak. Daha çok anlatıp, daha çok içimizi dökmemiz, hayal kırıklıklıklarımızı dillendirmemiz gerekiyor. Acılarımızın paylaştıkça ve ortak hareket ettikçe işlenip daha farklı bir noktaya evrilebileceğine inanıyorum.

DİNİ SÖYLEM VE POLİTİKALAR ERKEKLİĞİN TANIMLAYICI FAKTÖRÜ

Toplumsal hareketler, erkeklik ve kadın çalışmaları üzerine araştırmaları olan Doç. Dr. Hande Eslen-Ziya, Türkiye’deki siyasal rejimin tetiklediği erkekliğin kadın erkek eşitsizliğini derinleştirerek erkeğin hükmetmesine cesaret verdiği ve dolayısıyla suç işlemesine zemin açtığını ifade etti.

"Muhafazakâr toplumlarda politik söylemler normatif mekanizmalar haline geliyor ve kanunların yerine geçmeye başlıyor. Örneğin hukuksal olarak çok ileri kanunları olan Güney Afrika’da eşcinsellere yönelik şiddet ve önyargılar çok yaygın. Oysa Sivil Birliktelikler yasası ile Güney Afrika´da eşcinsel evlilik 2005 yılından beri yasal. Palgrave yayınlarından çıkan bir makalemizde yasaların değil muhafazakâr fikirlerin Güney Afrika’yı genel olarak yönettiğinden bahsetmiştik" diyen Hande Eslen Ziya, "Aynı şekilde Polonya´da da kadınların iş hayatına katılımına yönelik teşvik ve yasaların olmasına rağmen genel toplum yapısının, kilisenin ve politikacıların kadını evde çocuk büyütme ile tanımlamasından dolayı muhafazakâr fikirlerin yasaların önüne geçtiğini görüyoruz. Yani politik ve hatta dini muhafazakâr söylemler baskın geliyor ve günlük tercihlerimizi, seçeneklerimizi etkiliyor. Polonya´da bu sebeple bile iş hayatına katılan kadınların fazla olmadığını görüyoruz" ifadelerini kullandı.

Hande Eslen Ziya, sözlerine şöyle devam etti:sorgulanamayan-iktidar-aman-baban-duymasin-688552-1.

Yakın geçmişte hükûmetin kürtaj karşıtı söyleminin kürtaj yasak olmadığı halde Türkiye’de doktorların hastalarına kürtaj uygulamak istememesine sebep olduğunu hatırlayacaksınız veya Trump`ın tweetlerinin Amerika Birleşik Devletleri’nde ırkçılığı körüklediğini.

Türkiye’de son 10 yıldır kadına yönelik söylemin kadını evde tutmaya, 3 çocuk doğurmaya ve yetiştirmeye, çocuk, hasta ve yetişkin bakımını üstlenmeye yönelttiğini gözlemliyoruz. Bunu yaparken kadını sosyal ve iş alanından da uzaklaştırmaya yönelik söylemler ve çıkışların olduğunu da biliyoruz. "Kadın herkesin içinden kahkaha atmayacak”´tan, “kadın erkek eşit değildir”`e, “tecavüzcü kürtaj yaptıran kurbandan masumdur”`dan “işsizliğin sebebi iş gücüne katılan kadınlar” söylemleri hep tek bir amacı gütmekte: söylemsel olarak kadınları ikinci sınıfa itmek, ev içine hapsetmek ve sosyal devletin sorumluluğunda olan yaşlı bakımı, hasta bakımı, çocuk bakımı gibi görevleri kadına yüklemek Kadına ve erkeğe söylemsel olarak yüklenen farklı roller ise kadın ve erkek arasındaki eşitsizliği pekiştirmekte ve erkeğe kadın üzerinde hükmetme hakkı vermekte. Hal böyle olunca da şiddet maruz görülmeye, benimsenmeye ve erkekliğin tanımlayıcı faktörü olmaya başlıyor.