Gençlik yıllarımdan beri ilgiyle dinlediğim şiirlerden biri Ahmet Arif’in “33 Kurşun”uydu. Belki de daha lise öğrencisi olduğum yıllarda, mitinglerin ateşli konuşmalarında okunması beni etkilemişti. “Vurulmuşum, Düşüm gecelerden kara, Bir hayra yoranım çıkmaz, Canım alırlar ecelsiz, Sığdıramam kitaplara, Şifre buyurmuş bir paşa, Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız…” diye devam eder, şiirin dizeleri.

Şiire konu olay 28 Temmuz 1943’te Van, Özalp ilçesinde kaçakçılık iddiasıyla 33 kişinin Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın emriyle sorgusuz, yargısız kurşuna dizilmesi ve 32 kişinin öldürülmesiydi. Emri veren belliydi, hatta sonraları bu nedenle yargılanmıştı.

28 Aralık 2011’de 34 kişinin ölümüyle sonuçlanan Roboski’yi ilk duyduğumda bu şiir ve ona konu olan olayı anımsamıştım. Bir “sorgusuz, yargısız” infaz daha yapılmıştı. Bu kez emri veren ve bombaları atanlar belli değildi; yargılanan da yoktu. Yargılama denemeleri vardı belki ama hepsi de başarısızlığa uğramıştı. TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu bir kapsamlı araştırma yapmış ama kasti bir iş olduğuna dair “delil bulamamıştı”. Aynı süreçte “Roboski Katliamı Davası” açılmasına rağmen Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 2013’te “görevsizlik” kararı verip, dosyayı Genelkurmay Askeri Savcılığı’na göndermiş; o da 2014’te “takipsizlik” kararı vermişti. Roboskili ailelerin Anayasa Mahkemesi’nde yıllarca süren hukuk mücadeleleri de sonuçsuz kalmıştı. 2016 yılında aileler AHİM’e başvurmuş ancak “iç hukuk yollarının tüketilmediği” gerekçesiyle 17 Mayıs 2018’de başvuru reddedilmişti. Özetle her nasıl olmuşsa 34 kişinin öldürülmesine dair hukuksal tüm girişimler sonuçsuz kalmış; bu işin suçluları bulunamamıştı. Sorgulu-yargılı süreç denemeleri sahiden sorgusuz ve yargısız durumun teyit edilmesiyle bitmişti, Ahmet Arif’in şiirindeki gibi.

Roboski’nin bombalanması, bu coğrafyada yapılan bombalamaların elbette ilki değildi. Aynı coğrafyada havadan bombalama denemeleri daha önce de yaşanmıştı. Asker bürokrat bir ailenin çocuğu olan Refik Ali Akyol, “Bir Tayyarecinin Anıları” başlıklı hatıratında önceki yıllarda katıldığı bombalamaları anlatmıştı. Notlarına göre 7 Eylül 1930’da aldıkları emir üzerine “Ağrı isyanını bastırmak” ve bolgede “tek bir canlı bırakmamak” şartı ile sabah saat 06.00’da 50’şer kiloluk bombaları attıklarını ve yanan çadırları izlediklerini yazmıştı. Akyol, Ağrı’da bombaladıkları bu coğrafyayı “düşman” olarak kodladıklarını da belirtmişti. O kadar ki Ağrı’dan havalandıktan bir süre sonra arıza nedeniyle bilmedikleri bir yere mecburen iniş yaptıklarını; “Türkçeden başka dil konuşulan bu bölgede” çok korktuklarını, fakat yanlarına gelenlerin “Elhamdülillah biz de Müslümanız” demeleri üzerine rahatladıklarını yazmıştı. Bombaladıkları coğrafyadaki insanların da “aynı dinden” olması ona ilginç gelmişti.

Akyol, daha sonra Dersim’i bombalayan ekibin içinde de yer alacaktı. Kendi ifadesiyle 30 Nisan 1937 günü “güzel bir bahar sabahında” on tayyare ile Eskişehir’den Kayseri’ye; 1 Mayıs Pazar günü sabahı da Elazığ Vervetil’e doğru havalandıklarını yazmıştı. Akyol, Dersim’de bombalama sürecini; katılanları da belirterek oldukça detaylı şekilde yazmıştı. Ayrıca belirttiğine göre “filoda Sabiha Gökçen’in de bulunması nedeniyle, süreç Ankara’dan adım adım takip edilmişti”.

Bir gün elbette Roboski’yi bombalayanlar da konuşacak ya da yazacaklardır. Hiçbir şey gizli kalmamıştır ve Roboski de kalmayacak. Ama hep bir örtünün altından kısmen görünebilecek kadar… Örtünün bütünüyle kaldırılmasının herhalde tek bir yolu var: En yukarıdan politik karar vericilerin bu sürecin tüm detaylarını açıklama iradesi. Bu mümkün olacak mı, belki. Umutlu olmak için de, umudun kırılması için de çok sebep var bu ülkede. Şimdilerde ikincisi daha baskın olsa da.

Roboski’de bombalanarak öldürülen 34 kişiden 26’sının soyadı “Encü” idi. Yani aynı ailenin üyeleriydi. O aileden geriye kalan ve hukuk mücadelesini sürdürmeye gayret edenlerden biri olan Ferhat Encü, geçtiğimiz hafta Kadıköy’de bir polis memurunun tokatına maruz kaldı. Hem de eski bir milletvekili ve Türkiye’nin en büyük üçüncü partisinin İstanbul İl Başkanı olarak. Bu ortamda barışı aramak, geleceğe dair umutlu olmak ne zor!