Koğuşa dönünce artık çerez & tatlı faslı ve 00.00’ı bekleme kısmı başladı. Gecenin favorisi Ata Demirer Gazinosu’ydu bizim için. Mine ve Mücellâ’ya eziyet oldu ama bazı şarkıları Ata Demirer’le birlikte söyledim valla!

Soru basit: “Hapishanelerde yılbaşı nasıl geçer?”

Fotoğraf: Hapiste olmanın en fena taraflarından biri buradaki milyon tane tuhaf, ilginç, komik, üzücü ya da neşeli “an”ın fotoğrafını çekememek. Mine’nin yılbaşı ağacı da benim için öyle bir şey, “buraya” dair şahane bir detay. Fotoğraf yok ama neyse ki muazzam yetenekli Mücellâ var, ağacımızı çizdi, sizin için! Üçümüzden herkese iyi yıllar!

Çiğdem Mater

Basit ama, sağımda solumda hapse girmiş çıkmış ve hatta çıkamamış mebzul miktarda kadın ve erkek olduğu halde, meğer ben bunu tutuklanıp yeni yıla hapishanede girecek duruma gelene kadar düşünmemişim. Çünkü evet, başına gelene kadar aklına gelmiyor. O yüzden öncelikle, başına gelmediği halde aklına gelen, sorunun sahibi BirGün yayın koordinatörü sevgili Elif Ilgaz’a teşekkürler!


Belirli gün ve haftaları (doğum günleri hariç) pek sevmem, önce onu söyleyeyim. Hele yılbaşı sırtıma hep tuhaf ve saçma bir yük bırakır; “eğlenmek zorunda olduğumuz bir akşam.” Niye, belli değil. Giden yıl çok mu iyiydi, gelen yıl çok mu iyi olacak, tam olarak neyi kutluyoruz? Memleket zaten her an, her saniye üzerimize yeni bir dert atıyor, hakikaten neyi kutluyoruz diye düşünürdüm ki… Yok, öyle değilmiş, insan hapiste olunca, tuhaf bir umuda kapılıyormuş hem kendisi hem de herkes için.

Sevgili Elif’in sorusunu yanıtlamak için 1 Ocak sabahı, kettle’da pişirdiğim Türk kahvesi eşliğinde oturdum masama. Umutlu, pırıl pırıl, güneşli bir sabah, yılın ilk günü… Kahveme Mine’nin yeni yıl pastası olarak yaptığı kestaneli, elmalı, muzlu şahane bir tatlı eşlik ediyor!

31 Aralık, ki o da güneşli ve pırıl pırıl bir gündü, sabah aslında bütün gün bizi zaten sekiz aydır hiç yalnız bırakmayan avukatlarımızın ziyaretiyle başladı. Güne Tolga’yla başladım avukat odasında, Diren’le, Emre’yle, bizi sıkça ziyaret eden eski bir ağır ceza reisiyle devam ettim. Neşeli, kahkahalı, 2023’ün herkese özgürlük getirmesi dileklerinin havada uçuştuğu görüşler oldu her biri.

Avukatlara gidip gelirken de ufak ufak “akşama ne yapsak” diye laflıyoruz. Pek sevgili dava ve koğuş arkadaşım Mine, mutfağın da olduğu ortak alanımızda dolanıyor. Aklında bir şey var, belli ama anlamadım. “Avukat” dediler, gittim, geldim, bir baktım mutfağın ortasında kocaman bir yılbaşı ağacı! Ağacımız yok mu sandınız? Tabii ki var! Hapishanede, 1,5 litrelik pet şişe suları altılı koliler halinde alıyoruz. Mine suları üst üste, bir çam ağacı gibi şahane bir şekilde dizmiş. Elmalar, narlar ve yeşil biberlerle bir güzel süslemiş! En tepesine de bir ananas kondurmuş! Ağaç şahane. Ben bayılıyorum, Mücellâ bayılıyor, Mine kitsch buluyor, biz kızıyoruz. Bana sorarsanız, gerçek bir güncel sanat enstalasyonu, sergiye koysak, gideri var! Ödüm kopuyor, su bitecek de mecburen ağacı bozmak zorunda kalacağız diye (-ki bitti, ağacı bozduk, çok üzgünüm!).

Çiğdem Mater, Mücella Yapıcı ve Mine Özerden.Çiğdem Mater, Mücella Yapıcı ve Mine Özerden.



Ağacımız tamam, şimdi gündem yılbaşı sofrası. Ne yiyeceğiz? Yeni yıla kısa bir süre kala, Meclis Bütçe Komisyonu’nda kahramanca mücadele eden muhalefet milletvekillerinin tartışılmaz emeğiyle, Türkiye’deki cezaevlerine gündelik üç öğün yemek için toplam 22 lira olan iaşe, 50 liraya çıktı. Bu zammın etkisini anında görmeye başladık, yemekler çeşitlendi, protein arttı, elleri zaten lezzetli olan mutfak ekibi (profesyoneller ve çalışan tutuklu ve hükümlüler) deyim yerindeyse, döktürmeye başladı. Yemek açısından fena değiliz yani. Ama, yılbaşı sofrası için şefimiz belli. Mücellâ! Mutfaktan da elbet eklenecek yemekler olabilir ama ana yemeğimiz, benim deyimimle, “kapama à la Mücellâ”. Mücellâ koğuşa geçip semaver edinmemizden bu yana, haftada bir, yeterince yeşilliğimiz varsa, bize kavurmayla kapama pişiriyor, muazzam oluyor, taze soğanından dereotuna, eksiksiz şahane bir tencere yemeği. Ben olaya patates salatasıyla katılıyorum, gelen patatesleri biriktir, gerekiyorsa yıka ve yağdan arındır, taze soğanı, yeşilliği, mayonezi ve kendi icadın sarımsaklı peynir ezmesini ekle, oh mis işte, daha ne! Mine, hayatımın sonuna kadar humus gördüğüm her an onu hatırlamamı sağlayacak şahane humusu ve öğle servisinde gelen kereviz kızartmasını sarımsaklı yoğurtla dönüştürdüğü mis gibi mezesiyle masada hazır. Kuruyemişimiz de var, pastırmamız da (evet, kantinde, evet pastırma da var, para varsa bir sürü şey var). Daha ne olsun, tam yılbaşı sofrası işte!
Muşamba masa örtüsü serili plastik masamız, tel maşa çatallarımız ve plastik bıçaklarımızın eşlik ettiği melamin tabaklarımız, yanı başımızda yılbaşı ağacımız, televizyon açık, kanallar arası sekiyoruz. Ata Demirer Gazinosu’yla O Ses Türkiye arasına Berlin Filarmoni Yeni Yıl Konseri. Buradaki her an gibi, çok eklektik.

Saat 20.00 gibi artık sofra moduna geçtik, kıyafetlerimizde bir minik özen, üzerimizde elbette kırmızı bir şeyler, çünkü yeni yıl!

Yemekhaneden gelenlerle zenginleşen sofra hazır. Saat 20.00 sayımında memurlarla “iyi yıllar” dilekleriyle “Allah kurtarsın”lar havada birbirine karışıyor, neşemiz yerinde, sanki İstinaf Mahkemesi iki gün önce hakkımızda verilen mahkûmiyet kararını onamamış gibi. Arkadaşlarımızın hepimiz için hazırladığı o şahane videoyu izlemişiz televizyondan, televizyondan da olsa ailelerimizi, dostlarımızı görmüşüz, dileklerine yanıt vermişiz (evet, arada televizyonla konuşuyoruz ama normal bence, endişeye mahal yok). Sonuçta, keyfimiz yerinde.

Oturduk, mutlu mesut yemeğimizi yiyoruz, kanallar arasında sekiyoruz, saat 20.30’a yaklaşıyor. Kapı açılıyor, bildik sesleniş: “Avukaaat.” “31 Aralık akşamı yapacak daha iyi bir işiniz yok mu” diye kendi kendime söylenerek, “yok artık” diye diye avukat görüşüne iniyorum. Odada bir başına canım Hürrem. Hürrem Sönmez. Avukatım, can arkadaşım, 2018’den beri bu saçma ve tuhaf süreci kucağına bıraktığım yol arkadaşım. Hürrem 31 Aralık akşamını gece saat 23.00’e kadar, Bakırköy’de bizimle, avukat odasında geçirdi. O kadar çok güldük, o kadar çok kahkaha attık ki, tümünüze yetecek kadar neşe saçtık ortalığa eminim.

Bu arada sahi, bizi bu saçmalığın başından beri bir an bile yalnız bırakmayan memleketin dört bir yanındaki şahane avukatlara ve dava avukatlarımıza minnettarlığımızı nasıl anlatacağız, nasıl teşekkür edeceğiz hiç bilmiyorum.

Hürrem’i “hadi artık, git ya” diye gönderdikten sonra koğuşa dönerken birkaç koridor ötedeki koğuşlardan gelen oyun havası seslerine kendimi azıcık kaptırdığım, koridorlarda bayağı bayağı göbek atarak koğuşumuza döndüğüm doğrudur.

Koğuşa dönünce artık çerez & tatlı faslı ve 00.00’ı bekleme kısmı başladı. Gecenin favorisi Ata Demirer Gazinosu’ydu bizim için. Mine ve Mücellâ’ya eziyet oldu ama bazı şarkıları Ata Demirer’le birlikte söyledim valla!

Saat 00.00’a birkaç dakika kala, yılbaşı ağacımızdan bir nar arakladık, koğuşun üst kat penceresinden avluya fırlatıverdik. Narımız gerektiği gibi yarıldı, bereketi avlumuza (ve umarım her yere) mis gibi dağıldı. Saat 00.00 olduğunda gözümüz avludaki narımızda, cama çıkıp avazımız çıktığı kadarıyla “Mutlu yıllar Şebnem” diye bağırdık. Sevgili Şebnem Korur Fincancı on küsur gündür Bakırköy’de, yaklaşık 30 metre ötemizde bir hücrede, pek tabii görüşemiyoruz.

Şebnem’e bağırarak iletmeye çalıştığımız dileğimize buradan eklemiş olayım; mutlu yıllar Kandıra, Tekirdağ, Silivri, Edirne, Sincan, Diyarbakır, Şakran ve memleketin bütün hapishaneleri! Hepimizin çıktığı, kimselerin içeri girmediği bir yıl olsun 2023!

1 Ocak notu: Mücellâ sabah gözünü açar açmaz rüyasını anlattı. Rüyasında elini kaldırıyormuş. Taksi duruyormuş ve gitmek istediği yere gidiyormuş, üstelik İstanbul’da. Bence bu rüyadan da belli, biz tahliye oluyoruz, İstanbul’da taksi bulmanın başka manası olamaz, evet!