Yunanistan’daki yangın felaketinin bilançosu yükselmeye devam ediyor. Ölü sayısı 90’ı geçti. Yangın işte; bir şekilde başladı, yayıldı, önüne çıkanı yok etti ve söndü.

Herhalde soruşturulacak ve bir sonuç çıkarılacaktır. Ancak, onları beklemeden Başbakan Chipras çıktı ve “Ölüler konuşamaz” dedi. “Ölüler konuşamaz ama onların hatırasına saygı olarak doğru olanı söylemek boynumuzun borcu. Yunan halkı ve kabine önünde, bu trajedinin siyasi sorumluluğunu aldığımı belirtmek istiyorum.”

Oysa itfaiyeyi, emniyet güçlerini hedef alan, istifa çağrılarında bulunanlar vardı. Onlardan birkaçı sorumlu ilan edilip görevden alınabilirdi. “Daha önceki trajedilerde bir kurala dönüştüğü gibi mücadele döneminde kelle almak, siyasi cesaret değil, siyasi korkaklık işaretidir”, dedi Chipras. Sorunun temelinde on yıllardır pek çok iktidar döneminde ülkenin sahillerini işgal eden kaçak yapılaşma olduğuna işaret edip; “Buldozerleri çıkarıp mücadele etmemiz gerekiyorsa, daha sonraki trajediyi bekleyemeyiz” diyerek de, aldığı siyasi sorumluluğun ne anlama geldiğini ilan etti.

Son yıllarda pek çok felaket yaşadı Türkiye. Yağmurlar, seller, toprak kaymaları, raydan çıkan trenler canlar aldı; “doğal afet” oldular. Yollar canlar aldı; “trafik canavarı” oldular. Şimdi yağmurla ıslanan İstanbul’da sürekli binalar, duvarlar çöküyor; sorumlu yok.

Ve bombalar… Çok can aldılar; öyle çok can aldılar ki!

10 Ekim 2015 tarihinde; KESK, DİSK, TMMOB ve TTB tarafından düzenlenen Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi öncesinde Ankara Garı önünde IŞİD’in gerçekleştirdiği canlı bomba saldırısında 103 insan yaşamını yitirdi.

Hem kişisel tarihimde gazeteci olarak tanık olduğum hem de Cumhuriyet tarihinin en büyük katliamıydı. Daha küçük ölçekli bir benzerine Afganistan’da tanık olmuş, o patlamanın kurbanlarından biri olmaktan 5 dakika ile kurtulmuştum.

10 Ekim katliamında 10-20 metre kadar yaklaşmıştı ölüm.

Oysa her şey o kadar güzel başlamıştı ki; güneşli bir Ankara sabahıydı, Türkiye’nin her yerinden insanlar barış türküleri söyleyerek, bir arada, özgürce ve demokratik bir ülkede yaşama arzularını haykırmak için gelmişler, neşe içinde kortejdeki yerlerini almadan önce toplanacakları noktaya yürüyorlardı.

Biz bir grup gazeteci; BirGün’den Sebahat Karakoyun, Hürriyet Ombudsmanı Faruk Bildirici, ÇGD Başkanı Ahmet Abakay, Haber-Sen’den Osman Köse tam Gar’ın giriş kapısı önünde, yola yakın, sohbet ederek biraz sonra başlayacak yürüyüşü bekliyorduk.

Bir patlama sesiyle kendimizi yere atarken, etrafımızdakileri de sakin olmaya ve yere yatmaya çağırdık. Biz yerdeyken bir patlama daha… Biraz önceki neşenin ve türkülerin yerini havada uçuşan çığlıklar, ağıtlar, öfke ve lanet okumalar almıştı. Yerler insan eti parçalarıyla dolmuştu…

Biz gazeteciler fotoğraf çekme, haber geçme telaşına düşmüştük. Ayakta kalabilmiş insanlar, çaresiz, yerlerde yatanlara yardım edebilmek için çırpınıyorlardı.

O patlamalarda 103 insan canını, yüzlercesi de bir parçasını yitirdi. Yüz binlerin içinden bir şeyler koptu.

Cumhuriyet tarihinin en büyük katliamı yaşanmıştı ama bu topraklarda böyle bir trajedinin ardından bile sorumluluğu katledilenlere yükleyenler vardı!

Suudi kralın ölümü ardından yarıya indirilen bayraklar, ilan edilen yas da olmadı. Siyasi sorumluluk alan?

Ne bunda ne yaşanan diğer trajedilerde öyle bir sorumluluktan bahseden hiç olmadı! Dönemin başbakanı Davutoğlu; “Saldırılardan sonra oyumuzda yükselme trendi devam ediyor” dedi.

Sonra, katliamla “ilgisi bulunan36 zanlı hakkında dava açıldı. 36sorumlu” bulundu. Bugün, Sincan Ceza İnfaz Kurumu’ndaki duruşma salonunda o sorumlularla ilgili davanın karar duruşmaları başlıyor.

Yakınlarını yitiren aileler yargılamalarda beklentilerinin yarısının bile karşılanmadığını ve hızla sonuca götürülen davanın kimsenin yüreğine su serpmeyeceğini söylüyor.

Oysa sorumluluk, siyasi sorumluluk diye de bir şey varmış; yangınlardan sonra bile üstlenilebilirmiş… Gözü kulağı biraz sınırlarımızın dışına çevirince insan bunu da görüyor!