Tekrar tekrar Farid Ahmed’i izliyorum. Onu duymak ve anlayabilmek için… Söyledikleri açık olmadığından değil, aksine; bütün inançların temelini oluşturan şeylerden, sevmek ve affetmekten bahsediyor. İnsanın kolaylıkla sarf ettiği ancak nadiren kavrayabildiği şeyler… Ahmed, Yeni Zelanda’nın Christchurch kentindeki iki camide 50 kişiyi öldüren Avusturalyalı teröristin saldırısında eşini kaybetti. Kendisi de camide olan Ahmed’in eşi Hüsna’dan bahsederken […]

Tekrar tekrar Farid Ahmed’i izliyorum. Onu duymak ve anlayabilmek için… Söyledikleri açık olmadığından değil, aksine; bütün inançların temelini oluşturan şeylerden, sevmek ve affetmekten bahsediyor. İnsanın kolaylıkla sarf ettiği ancak nadiren kavrayabildiği şeyler…

Ahmed, Yeni Zelanda’nın Christchurch kentindeki iki camide 50 kişiyi öldüren Avusturalyalı teröristin saldırısında eşini kaybetti. Kendisi de camide olan Ahmed’in eşi Hüsna’dan bahsederken sesi titriyor ve sonra dünyanın konuştuğu o açıklamayı yapıyor:

“Eşimi kaybettim, ama katilden nefret etmiyorum. Onu bir insan olarak seviyorum; ama yaptığı şeyi kabul edemem. Terörist saldırılar insanları korkutmak, birbirlerine düşman etmek için gerçekleştiriliyor. Ona karşı kin beslemiyorum. Affediyor ve Allah’ın onu kurtarması için dua ediyorum. Affetmek ilerlemek için en doğru yoldur.”

Bu sözler pek çok insana çılgınca ve inanılmaz gelebilir; ama Ahmed, Müslüman topluluğun kanaat önderlerinden biri olmanın sorumluluğuyla, insanın kötü ve zalim tarafının değil, iyi ve şefkatli yanının dışarı çıkarılması gerektiğinin; intikamın öfke, öfkenin intikam doğurmasının önüne de ancak affederek geçebileceğimizin herkes tarafından bilinmesini istiyor.

Günlerdir katliamda yakınlarını kaybedenlerin acısının Yeni Zelanda halkı tarafından nasıl da şefkatle sarıldığına tanıklık ediyoruz. İtiraf etmeliyim ki, imrenmemek elde değil.

İlk andan itibaren, samimiyeti ve yakınlığıyla liderlik ettiği halkı ortak bir acıda birleştiren; üstelik de bunu büyük bir zerafet ve açıklıkla başaran Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern, küresel anlamda güvenli bir dünyaya sahip olmak için sınırlarla düşünemeyeceğimizi, ırkçı ideolojisini dünyanın herhangi bir yerinde katliama dönüştürebilen teröristlere karşı ülkelerin küresel bir dayanışma içerisinde olması gerektiğini söyleyerek aşırı sağcı ideolojilere karşı ihtiyacımızın tam da böyle bir liderlik olduğunu bizzat kendi siyasi tavrıyla göstermiş oldu.

Güvenlik ve istihbarat açığı mı var? Gittikçe yükselen beyaz milliyetçiliğine karşı hükümet nasıl bir siyasi tutum sergiliyor? Göç ve mültecilere karşı tavrı ne? Ardern, ülkesinde huzur ve güveni sağlayabilmek için bu ve bunun gibi soruların yanıtlanması gerektiğini bildiğinden, bağımsız ve şeffaf bir soruşturma yürütüleceğini açıkladı.

Halkını güvende tutmak kadar ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı mücadele etmenin de görevleri arasında olduğunu ekleyerek… Çünkü toplumu bir arada tutmanın en doğru yolu bu. Suruç’ta 33 genç İŞİD tarafından öldürüldüğünde Cumhurbaşkanı Erdoğan KKTC ziyaretini kesme gereği görmemişti.

Yeri zamanı belli bir toplantıya, sınırları geçip gelen bir teröristin üzerindeki bombaları patlatana kadar yakalanamamış olmasının sorumluluğunu alan tek bir kamu görevlisi çıkmadı. Bunun yerine, Ankara Barış mitinginde 103 insanın bombalı saldırıda öldürülmesinden sonra gazetecilerin “istifa edecek misiniz?” sorusuna gülerek cevap veren bir Adalet Bakanımız oldu.

Bölmeye çalıştığı toplum nezdinde bir hiç olduğunu, başta mağdurlar olmak üzere, herkese göstermek için adını bile anmayan Ardern’e karşın, teröristin zehirli fikirlerini yaydığı manifestoyu muhatap alıp cevaplayan Erdoğan’ın Çanakkale Zaferi’nin yıl dönümünde sarf ettiği sözler, Türkiye için yeni bir diplomatik krizin doğmasına neden oldu. Anzak askerileri için kullandığı ‘dedelerinizin kimi tabutla, kimi ayakları üzerinde döndü’ ifadeleri Müslümanı-Hıristiyanıyla birbirine kenetlenmiş bir halk için oldukça yaralayıcı.

Üstelik, katliam görüntülerinin de gösterildiği basit bir belediye seçimlerine konu edilmişlerken… İç siyasetteki kutuplaştırmayı artırmak adına dış siyasetteki düşmanlaştırmanın ne iç huzurumuz ne de dış saygınlığımıza bir katkısı var. Halkının huzur ve güvenliğinden kendisini sorumlu hisseden bir lider ile acısına rağmen kin tutmayan, yaşadığı toplumuma karşı inancı ve sevgisi korunmuş bir yurttaşın, ülkeyi bir arada tutan tek çimento olduğunu yeniden ve imrenerek hatırladık. Şefkat ve sorumluluk iyi bir liderin naturasıdır.

Bin atlılarla fethe koşmadan önce gereken sadece budur.