PKK’nin yetkili ismi Murat Karayılan “Şiddeti devre dışına bırakmak ve diyaloğun tek seçenek olarak benimsenmesi çatışmaları durdurur,hiçbir eve cenaze gelmez. Bu yalnız bizim atacağımız adımla kesinlikle olmaz. Bu çift taraflı atılacak bir ad

RÖPORTAJ: HAKAN TAHMAZ 

»ABD’nin, Türkiye ile size karşı yakın işbirliğine girmesinin nedenleri nedir?

ABD’nin, bize karşı bugünkü politikasının esas çerçevesi başkanımızın uluslararası bir komployla tutuklanmasıyla şekillendi. Bunun esası hareketimizin tasfiyesini esas alan Kürt sorununun çözümünü oluşturuyor. Bu konuda ABD hiçbir zaman gevşemedi. Mesela, ABD’nin baskısıyla, hareketimiz 2002"de, AB’nin terör listesine alındı.  Yine 2001-2003 yıllarında hareketimizin uluslararası alandan tasfiye edilmesine dönük en aktif rolü ABD oynadı. 1999 sonrası ABD bizi  parçalamaya çalıştı. Sorunuza dönecek olursak ABD, Türkiye’nin bölge sorunlarında kendisiyle birlikte davranmasını önemsiyor. Bizim anladığımız kadarıyla AKP’nin, İran devletiyle de gizli anlaşması var.

 

»Bu anlaşmanın içeriği nedir?

ABD’nin, İran’ı sıkıştırmasına karşı İran’ı koruma, onunla davranma. Türkiye, İran’la enerji anlaşması yaptı. AKP, aynı zamanda ABD’yi de idare etmeye çalışıyor. ABD, için Türkiye çok önemli. Türkiye ise, ABD"ye bizi dayatıyor. Türkiye, ABD’nin uluslararası alandaki diplomatik desteğini yeterli görmüyor, askeri alanda daha fazla destek, işbirliği istiyor. Bunun sonucu kara ve hava saldırıları yapıldı. Yani ABD, 5 Kasım 2007"de Türkiye’yi İran’a karşı yanına çekmek için anlaşma yaptı. Tam da bu noktada bazı sol çevrelerin bizim ABD’ye bazı konularda göz kırptığımıza ilişkin iddialarının birer halüsinasyon olduğu ortadadır.

 

»Sol çevrelerin eleştirilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biz küçük bir sol grup gibi davranamayız. Biz uluslararası alanda mücadele ediyoruz. Birçok devlete karşı aynı anda mücadele ediyoruz. Biz her sıkıştığımızda, her önümüze gelene karşı kılıcımıza sarılamayız. Bizim doğuşumuzdan itibaren bir çizgimiz var. Her şeyden önce bunun ısrarlı savucusu, uygulayıcısı ve takipçisiyiz. Bu çizginin savusunu yaparken, halkımızın bizden beklentilerine de yanıt vermeye çalışıyoruz.

 

»Çizginizi nasıl tanımlıyorsunuz?

Bölgemizde ciddi bir savaş sürüyor. Bu savaşın bir tarafında statükocu güçler var. Bir tarafında küresel, uluslararası sermaye güçleri var. Bize göre statükocu güçlerin, devletlerin bölge haklarına vereceği bir şeyleri yok, sorunları çözebilecek kapasiteleri de yok. Bölgenin dayattığı değişim ve dönüşümdür. Statükocular bunları karşılayacak enerjiye ve bakış acısına sahip değil. Bunlar eskide direniyorlar, değişime karşılar. Biz bunlardan yana olamayız. Diğer taraftaki küresel sermaye güçleri ise kendi global çıkarlarıyla bölgeye yaklaşıyor. Bölgenin, Ortadoğu’nun sorunlarının dışarıdan reçetelerle çözülemeyeceğini ve küresel güçlerin Ortadoğu’ya demokrasi getiremeyeceklerini de çok iyi biliyoruz. Dolayısıyla biz burada, herhangi bir tarafı tutma, bu güçlerden birinden yana taraf olma pozisyonuna giremeyiz, girmeyiz. Kürtler tarihte hep birileri tarafından kullanıldılar. Bugüne kadar Kürtler bölgede herkesin elinde bir kart oldu. Biz buna karşı bir hareket olarak ortaya çıktık. Biz ne bölgedeki egemen güçlerin ne de küresel güçlerin kartı oluruz. Biz Ortadoğu’da üçüncü gücüz.

 

»Kerkük sorunu nereye doğru gidiyor?

Kerkük meselesinin, ulusal sınırların altını kalın çizgilerle çizen bir anlayışla çözüme kavuşturulmasının mümkün olmadığını düşünüyoruz. Çünkü her şeyden önce ulusal devlet modeli artık demode oldu. Bu nedenle artık, şu şehir benim, bu şehir senin anlayışıyla bu sorun çözülemez. Halklar arası belirgin sınır savaşını anlamlı bulmayız. Kendi sınırları için en fazla çarpışanlar, Almanlarla Fransızlardı, ama şimdi sınırlarını kaldırdılar. Dünya global bir dünya olarak küçülüyor. Bu nedenle bizim için güneyin sınırı şuradan olmuş, buradan olmuş önemli değil. Ama Kerkük ayrıdır. Ayrıcalığı, Kürt halkının iradi bir güç olabilmesinde yatıyor. Kerkük’ün Kürt bölgesine bağlı olmasını istemeyenlerin esas gerekçeleri Kürtlerin elde edecekleri ekonomik güçten korkmalarıdır. Kürtlerin köle olarak kalmasını isteyenler, bunu bir kırmızı çizgi haline getirdiler. Bu nedenle halkların iradesini temel ilke edinmiş bir hareket olarak biz, bu durumu düşünmek durumundayız. Biz Kerkük’ü, bu noktada Kürt halkının iradeleşip, iradeleşememesi olarak ele alıyoruz. Şöyle ki, Türkiye kilometrelerce uzakta “hayır Kürt bölgesine bağlanmayacak” diyor. Keza Iran, keza Araplar aynı şeyi söylüyor. Şu anda Erbil’de, Süleymaniye’de, Dahok’ta petrol dışında bir gelir kaynağı yok. Güneyin halkı dışarıdan sürekli ekonomik fon alıyor. Kendi ekonomik bir gücü yok. Ekonomik gücü olmayanın, siyasal gücü de olamaz. Bu durumun kalıcılaşmasını isteyenler, Kerkük meselesini çözümsüzlüğe sürüklüyor. Kerkük’ün Kürt bölgesine bağlanmasını engellemeye çalışıyorlar. Bu nedenle Kerkük sorununu özgün ele almak gerek. Konuyu Kürtlerin iradeleşip-iradeleşememe sorunu olarak ele almak gerek. Kerkük coğrafi olarak bir Kürt bölgesidir. Ancak burada Kürtlerle birlikte, Türkler, Araplar gibi birçok etnik kesim yaşıyor. Bu nedenle özel bir statü bulunarak Kürt bölgesine bağlanmalıdır. Bütün kesimlerin kendilerini özgürce ifade edebilecekleri bir sistem bulunabilir. Birlikte yaşayıp, birlikte yönetim modeli oluşturulabilir.

 

»Küresel güçlerin, 11 Eylül sonrasında “terör” diye tanımladıkları, silahlı mücadele yöntemine karşı geliştirdikleri konsepti nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biz aslında 1993"ten itibaren silahlı mücadele döneminden faklı bir sürece girilmesi gerektiğini tartışmaya ve değerlendirmeye çalıştık. 1998"deki bizim tartışmalarımızı, önderliğimizin konuşmalarını araştıranlar hareketimizin bir arayış içinde olduğunu çok rahat görecektir. Bu süreç 1999"da önderliğimizin savunmasıyla somutluk kazandı. Yani bazılarının sandığı gibi önderliğimizin yakalanmasıyla başlamadı. Hatta önderliğimiz bu konuyu ilk kez Roma’da çok açık bir biçimde ortaya koydu. İmralı savunmasında bunları sistematikleştirdi. Biz eski klasik silahlı mücadele döneminin aşıldığını düşünüyoruz. Bu anlamda biz silahlı mücadeleyi sadece ve sadece meşru savunma zemininde yürütülmesini doğru buluyoruz. Bunun dışında saldırı tarzında silahlı mücadeleyi tasvip etmiyoruz. Hatta bunu terör olarak tanımlıyoruz. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, savunma hakkının sınırlarının çok iyi belirlenmesidir. İnsanların kendi hakları için mücadele etmesinin önünün tıkanması, demokratik olanaklardan mahrum bırakılması ve bunların silah ve şiddetle yapılması bizim temel kriterimizdir. Bizim için insan onuru ve haysiyeti her şeyin ama her şeyin üstündedir. Bunu savunmak, hukuksal, siyasal ve demokratik biçimde yapılamıyorsa, silahlı savunma insanların doğal hakkıdır. Biz silahlı güçlerimizi bu çizgiye çekmeye çalışıyoruz.

 

»Araçların yakılmasını ve Diyarbakır başta olmak üzere birçok yerde sivillere yönelik silahlı eylemler yapılmasını da bu kapsamda mı değerlendiriyorsunuz?

Bu aşırılıklar yaşanıyor. Bunları tasvip etmiyoruz. Diyarbakır’daki yaşanan patlamayı araştırdık. Yerel birimin kendi inisiyatifinde tasarladığı bir eylem olmuştur. Biz bunu doğru bulmuyoruz. Sizin sorduğunuz eylem türleri mahkûm edilmesi gereken eylemlerdir. Bu tür eylemleri geride bırakmak öyle sanıldığı kadar ne yazık ki kolay olmuyor. Geçmişte yaratılan savaş kültürünün kalıntılarıyla uğraşmak durumundayız. Ama bizim savunma dediğimiz sadece askerlerin saldırı anında ona karşı koyma değildir. Kendimizi her türden saldırı tehdidinden korumayı içerir. Bu, aynı zamanda bize karşı harekete geçmeyi planlayan ya da düşünen gücü bundan caydırmaktır.  Ancak bunlar sivil hedefler olamaz. Sivillere zarar veren her türden eyleme kesinlikle karşıyız. Bunlar yanlış eylemlerdir. Bizim anlayışımıza uymaz. Bunun önlenmesine dönük büyük bir çaba içersindeyiz.

 

»1999 sonrası ayrı bir devlet kurma fikrini terk ettiniz. Radikal demokratik talepler için silahlı mücadele yürütüyor olmak bir çelişki değil mi?

Biz, silahlı mücadele vermiyoruz. Biz, “meşru savunma savaşı” veriyoruz. Kürt sorununun çözümünün de silahlı mücadeleyle değil, siyasi mücadeleyle olacağından hiçbir kuşkumuz yok. Burada güncel olması açısından bir şeyi belirtmek isterim. Ağrı’da Alman turistlerin alıkonulması sonrasında Ağrı valisi bir açıklama yaptı ve “Bunlar son çırpınışlardır, bir şey yapamadıkları için bu tür riski az eylemler yapıyorlar. Dikkat ederseniz saldırı durumları kalmamıştır” gibi laflar etti. Bu tür lafları çoğu zaman devlet yetkilileri ediyor. Köşe yazarları da benzer bir tahrik dili kullanıyor. Adeta niye saldırmıyorsunuz diyorlar. Biz daha fazla kan dökülmesini önlemeye çalışıyoruz. Benzer tahrik dili hava ve kara saldırılarında da kullanıldı. Kim ne kazandı, neye yaradı?

 

»Dünyada benzer sorunlar yaşamış birçok ülkesinde Sinn Fein gibi yapılar ortaya çıkmış. Bizde neden benzer yapılar ortaya çıkmıyor, DTP niçin benzer rolü yerine getiremiyor, PKK, kendisi dışında politik bir odağın gelişmesini istemiyor mu?

Bir kez sizin örnek gösterdiğiniz oluşumlar, İngiltere gibi köklü demokrasi geleneği olan ülkelerde gelişti. Sözünü ettiğiniz yapının bütün kadrolarını eski gerillalar oluşturuyor. Sistem buna izin veriyor. Bizde ise bu imkânsız. Silahıyla Türkiye gelen barış grubu üyeleri yıllarca cezaevinde tutuldu. Hala 5 arkadaşımız cezaevinde. Biz bugün silahları bıraktık geliyoruz desek, çoğumuz yıllarca veya ömrümüzün sonuna kadar cezaevinde tutuluruz. Önderliğimize karşı izlenen siyaset de bunu gösteriyor. Bize demokratik zeminlerde siyaset yapmanın önü açılmıyor. Meclistekilere “PKK’ye terör örgütü” diyeceksiniz dayatması yapılıyor. Sürekli partiler kapatılıyor, yöneticiler cezalandırılıyor. İkincisi de bizim mücadele koşullarımız, bölgemizin gerçekliği de buna çok fazla uygun değil. Belki de Türkiye’de böylesine bir şeye gerek yok. Her ülkenin kendi koşullarını değerlendirmek gerekir. DTP yapılanması bizimle aynileştirilemez. Devlet bunu yapmaya çalışıyor. DTP de bizim gibi bir Kürt örgütlenmesidir. Bizimle aynılaşmasını biz istemiyoruz. Çünkü biz kendi özgünlüğümüzü koruyarak, koşulların uygun olması durumunda demokratik siyaset zemininde PKK olarak var olmak istiyoruz. Siyasette kendi rolümüzü oynamak isteriz. Ama değişik kadrolar eliyle ara bir halka gibi Kürt demokratik legal siyasetinin de önemli bir işlev göreceğine inanıyoruz. Biz kendi özgünlüğümüzü korumaya çalışıyoruz ama DTP’nin rolünü oynayamamasının nedeni biz değiliz. DTP’yi işlevsiz bırakan AKP, CHP ve ordudur. Siz diyorsunuz ki DTP demokratik siyaset alanında daha  etkin olmak istiyor. Bu güzel de, onların elini, kolunu tutan biz değiliz ki. DTP’nin elini, kolunu bağlayan, Ahmet Türk’ün elini sıkmaktan imtina eden AKP zihniyetidir.

 

»DTP’nin, TBMM’de grup kurmasıyla birlikte önünü kesmek için PKK’nin şahin kanadını yönetime getirdiği gerçek değil mi?

Bir kez DTP yönetiminin nasıl oluştuğuna hiçbir biçimde karışmayız, karışamayız. Biz DTP kadroları içinde ayırım yapamayız, yapmayız. Hepsine aynı düzeyde yaklaşırız. Benim gördüğüm kadar DTP’ye en büyük kötülüğü DTP içindeki fikri farklılıklardan çatlaklık yaratmak isteyenler ve şahin-güvercin ayrımı çıkarmak isteyenler yapıyor. Bu sanal bir şeydir. TBMM altında nasıl şahinlik yapılır ben pek anlamıyorum. Şahinlik yapmak isteyenlerin orada ne işi var bilemiyorum. DTP’lilerin de yanlışları, yetmezlikleri söz konusudur. Biz de esas olarak parlamenter zeminde işlevli olacakların yönetime gelmesini isteriz. Ama sadece isteriz. Herhangi bir müdahalemiz söz konusu olamaz. Şunun altını bir kez daha çizmek istiyorum. DTP’yi etkisiz kılmak isteyen AKP’dir. DTP buna karşı direniyor. Bunu da saygıyla karşılıyoruz. DTP’nin iç sorunları olabilir. Biz bunları bilemeyiz ve hiçbir biçimde karışmayız. Hareketimizin bir genel çizgisi ve çerçevesi var. Bütün mücadele alanlarında bu genel çerçeveye uygun davranılmasını isteriz.

 

»Ergenekon operasyonu ve parti kapatma davalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de bir iç iktidar kavgasının olduğunu düşünüyoruz. AKP’nin kapatılması ve Ergenekon operasyonu bir iktidar kavgası olarak çıkmaza girdi. Türkiye’yi yeni bir siyasal krize doğru sürüklüyor. Bu kavganın uçları belirginleşti. Bir tarafta siyasal İslam olarak tanımlanan ve devleti ele geçirmek isteyen AKP var. Diğer yanda daha çok ulusalcı, devlet eksenini temel alan, kendini devletin sahibi olarak gören güçler var. Bunlar arasında savaş derinleşti, Türkiye’yi çıkmaza, çözümsüzlüğe sürüklüyor. Türkiye uluslararası bir müdahaleyle karşı karşıya. Uluslararası güçler bu iki kesimden birini destekliyor değil. Her iki tarafın da sivri uçlarını törpüleyerek, Türkiye’yi yeniden dizayn ediyorlar. Generallerin tutuklanmasıyla birlikte bu işin AKP’nin boyunu çok aştığını görmek gerek. Bu temiz eller operasyonu, demokratikleşme çabası hiç değildir. Aynı biçimde bir laiklik kavgası da değildir. Her iki cepheyi bir noktada uzlaştıracaklardır. Bu görülüyor. Muhtemelen ordu kendi içinde bir temizliğe gidecektir. Bu emekli generallerin hiç mi ordu içinde ilişkisi yok? Bunların arkadaşları, öğrencileri yok mu ordu içinde, böyle bir şey olabilir mi? Bu operasyonun bir parçası da DTP’ye yöneliktir. Anayasa Mahkemesi"nde dava tam da bu amaçla açıldı. DTP’yi kapatarak, demokratik Kürt siyasetini hizaya sokmaya çalışacaklar.

 

»Sol ve demokrasi güçleri nasıl bir görevle karşı karşıyadır?

Bu iki cephe karşısında sol bağımsız çizgisini tarihin bu aşamasında hayata geçirmelidir. Ne devletçi, darbeci bir yaklaşımdan yana olmalıdır, ne de çıkarcı, takkiyeci bir anlayıştan yana olmalıdır. Bu konuda acil gerçek halk muhalefetine, demokrasi hareketine ihtiyaç vardır. Ciddi bir boşluk söz konusudur. CHP ne yapıyor? Açıktan darbecilik yapıyor, darbecileri kamufle etmeye çalışıyor. Darbeci siyaseti esas alıyor. AKP ise her konuda takkiyeci bir siyaseti esas alıyor. Geriye bir tek MHP kalıyor. Bu tablo büyük riskleri gösteriyor. Tam da bugün sola ihtiyaç var. Aktif siyasetin içinde olsun, olmasın, solun mukadderatını değiştirecek şahsiyetlere, gruplara, güçlere çok önemli görevler düştüğünü düşünüyoruz. Biz buna kendimizi de dâhil ediyoruz.

 

Tarihin bu aşamasında Türkiye demokrasi, sol, sosyalist güçleri ve Kürt hareketi bir biçimde birleşerek, halklara güven verici bir perspektifi oluşturmak, ortaya çıkarmak, gerçek bir halk muhalefeti yaratmak sorumluluğuyla karşı karşıya. Güçlü bir demokrasi hareketi yaratma şansı doğdu. Şimdi bu şansı değerlendirmek gerekir. Bizim çağrımız bütün sol, demokrasi güçlerinedir.

 

Sorumluluğumuza sahip çıkalım. Dar grupçu hesaplar uğruna bu önemli tarihsel fırsatı kaçırmayalım. Solun parçalı durumu sorunlara yanıt üretmeye elverişli değil. Kitlelere ümit vermiyor. Ciddi birikime sahip şahsiyetler çok farklı yerlere savruluyor, hiç olmadık yerlerden beklentilere giriyor. Büyük bir potansiyel heba oluyor. Bunun için bütün sol şahsiyetler, çevreler, gruplar, kitle örgütleri, emek örgütleri, gerçek demokrasiden, halkların kardeşliğinden yana olanlar, Türkiye’nin zorla değil gönüllü birliğinden yana olan bütün güçler bir çatı örgütü yaratmalı.

 

»Türkiye’de herkesin bir çatı örgütü tanımı var siz nasıl tanımlıyorsunuz?

Herkesin başka bir tanımı olduğu bir gerçek. Çatı örgütüyle biz, herkesin kendi özgünlüğünü koruyarak ortak bir noktada buluşmasını anlatmaya çalışıyoruz. İdeali yeni bir parti altında buluşmaktır. Ama yıllardır bunu başaramıyoruz. O nedenle işe daha geri düzeyden başlamak acil ihtiyacı karşılamak için çok elverişli olur diye düşünüyoruz. Biz solu da, kendimizi de iyi tanıyoruz. Bunu başarmanın çok zor olduğunu biliyoruz. Yeni sol parti bir anda olacak bir şey değil. Demokratik muhalefet yaratmaya mevcut sorumlu güçler cevap vermek zorunda. Bunun en kestirme yolu neyse onu bulalım. Biz çatı örgütü diyoruz. Muhalefet örgütü de olabilir ya da başka bir isim veya formül de bulunabilir. Ama biraz acele etmek gerek. Bir adım atmak gerek.

 

»Silahların susması için, Kürt sorununun demokratik zeminlerde çözülme sürecine girmesi için ya da silahlı çatışmaların son bulması için atılması gereken adımlar nelerdir?

Şiddeti devre dışına bırakmak ve diyalogun tek seçenek olarak benimsenmesi çatışmaları durdurur, hiçbir eve cenaze gelmez. Bu yalnız bizim atacağımız adımla kesinlikle olamaz. Çift taraflı atılacak bir adımdır. Türkiye’nin diğer tüm sorunları gibi Kürt sorununun da demokratik zeminlerde çözülebileceğinin kabul edilmesi gerekir. Kürtler varlıklarını tehlike ve tehdit altında hissetmedikleri koşullarda şiddet son bulur. Bunun için her şeyden önce Kürtlere kapatılan demokratik zeminler açılmalı, demokratik siyaset kanalları güçlendirilmelidir. Aksi halde tek taraflı ateşkesler bir işe yaramıyor. Sorunu daha da büyütüyor. Bunun için barışseverlerin, demokratik siyasetçilerin bir şeyi unutmaması gerek: Biz 1999"da ateşkes yapmadık, silahlı mücadeleyi bıraktık. Ama sorun çözüldü gibi davranıldı. Erdoğan’ın bir zamanlar söylediği gibi, düşünmezsen sorun yoktur noktasına gelindi. Herkes sorunun bitiğini düşündü. Halbuki sorun bizden önce de vardı, biz eylemlere son versek de orta yerde duracaktır. Gerçekten sokaktaki insan artık yeter diyor. Hem çatışmaya, ölümlere, hem de kimliğinin, dilinin yasaklanmasına yeter diyor. Artık insanlar, “ben devletim yaparım, ben egemenim ezerim” mantığına karşı çıkıyor. Biz, Türkiye’nin hassasiyetlerini de dikkate alan makul çözüm önerisi getiriyoruz. Ayrı devlet kurmak kesinlikle istemiyoruz. Devletin ve toplumun çeşitli değerlerine karşı negatif bir tutum içinde değiliz. Biz bu ülkede kendi kimliğimizle, dilimizle ve kültürümüzle eşit ve özgür yurttaşlar olarak yaşamak istiyoruz. Bize önce gelin teslim olun diyorlar. Biz dağa niye çıktık, bunun için çıktık. Durup, dururken çıkmadık. Bazı eski generaller Hikmet Bila’nın yaptığı söyleşide “biz hata yaptık. Kürt kimliğini inkâr ettik” dediler. Biz de bu inkâr için dağa çıktık. Bu nedenle biz suçlu değiliz. Bunu ancak yeni bir toplumsal uzlaşmayla aşabiliriz: Bizim bir af talebimiz yok. Evet, çok asker öldü. Ama çok Kürt de öldü. Birçok Kürt, evinin dükkânın önünde, sokakta kurşuna dizildi. Bunları yapanların büyük bir kısmı görev başında, birkaçı yargılandı. Bugün birçok kişi, Kürt sorununun varlığını kabul ediyor. Bu sorunun ortaya çıkardığı örgüt ise ya yok sayılıyor, ya da suçlanıyor. Bu örgütün önderini öne çıkardığımız için sürecin tıkandığı iddia ediliyor. Böyle saçma bir şey olabilir mi? Biz önderliğimizi yok mu sayacağız.

 

»Diyalog zemini yaratılması gerektiğini söylediniz. Diyalogun adresi Abdullah Öcalan mı?

Biz bir sistem oluşturduk. Bunun fiili yöneticisi değilse de beyni, önderi Öcalan’dır. Diyalog, çözüm tabii ki oralardan geçer. Ama birileri bunu kabul etmeyip, başka bir öneri yaparsa, biz buna kapalı değiliz. Mesela bu reel durum kabul edildikten sonra bana göre, DTP diyalogun zemini olabilir. Ama tasfiyeci yaklaşımlar öncelikle terk edilmelidir. Önderliğimizi dışlayan, tasfiye etmeyi amaçlayan bir çözüm önerisi, kimliğine sahip çıkan hiçbir Kürt tarafından da, bizim tarafımızdan da hiçbir biçimde kabul edilemez.

 

»Kürt sorununun çözümüne ilişkin temel önermeniz ne?

Bizim Kürt sorununun çözümü formülümüz, önerimiz, demokratik özerklik formülüdür. Türkiye’nin sınırlarını zorlamayan, Cumhuriyetin temel özelliklerini değiştirmeyen bir formüldür. Bize göre makul ölçülere sahiptir. Halkların çıkarlarını da kendi içinde barındıran bir çerçevedir. Türkiye Cumhuriyeti"nin sınırları içinde demokratik özerklik ekseninde Kürt sorununun çözümü Türkiye’yi de güçlendiren bir öneridir. Türkiye’yi refaha, demokratik sisteme kavuşturacak olan tek model demokratik özerklik formülüdür. Bunun detayını daha önce açıklamıştık.

 

 

***

 

DTP misyonuna devam etmeli

Orhan Miroğlu
Kürt sorununda çözüme ilişkin kişisel tahayyülüm, demokrasiyi işaret ediyor.

 

Sanırım toplumsal tahayyüllün de gelip dayandığı sınır budur.

 

Neredeyse iki yüzyıla yaklaşan şiddet pratiği ve isyanlar dönemi bakımından, ‘tarihin sonuna’ geldiğimizi düşünüyorum.

Geride çok acı var, her iki halkın moral değerlerinde büyük kayıplar, büyük yıkımlar var.

 

Ve maliyeti her bakımdan yüksek şiddet pratiğine rağmen, çatışmalar, askeri operasyonlar artarak sürüyor.

 

Tarih bize hep beraber yaşamaktan başka bir şans tanımıyor ama..

 

Kürt sorunu önümüzdeki dönem, iç ve dış politikada, gündemin en temel sorunu olmaya devam edecektir.. Ne var ki, Türkiye’nin  kendi iç dinamikleriyle çözemediği ya da çözmek istemediği bu sorunun şimdi başka tarafları, başka ortakları var.

 

ABD ve AB ülkeleri..Hatta Kuzey Irak Kürtleri..

 

Ayrıntıya girmeden, ama şu kadarını söyleyeyim, Kerkük’ün  siyasi statüsü belirlenmedikçe, öte yandan Kuzey Irak’ta Kürtlerin elde ettiği ve giderek de güçlenen federal yapı MGK’nda birici dereceden ulusal risk faktörü olarak görülmeye devam ettikçe, Türkiye’nin Kürt sorunu hem bölgesel hem de küresel manada çözümü giderek zorlaşan bir mesele olmaya devam edecektir.

AKP kapatılmadı ve yola bu hükümetle devam edilecek. Hükümet, yeni ve demokratik bir anayasa, ve AB sürecinin ilerlemesi bakımından ciddi bir sınavla karşı karşıya.

 

Oysa dağlarında savaş olan bir ülkede ne yeni ve demokratik bir anayasa olabilir ne de AB süreci gelişir.

 

Öncelikle tabusuz, amasız konuşabileceğimiz ve tartışabileceğimiz bir yumuşama ortamına, sonra da silahlı çatışmayı sona erdirmek için güçlü bir siyasi iradeye ihtiyacımız  var.

 

Bu siyasi irade arayışı yerine, ‘çözümsüzlük stratejisi’ izlemek, bu alanı askerlere havale etmek, etnik çatışma riskini göze almak demektir.

 

Anayasa Mahkemesi’nin muhtemelen eylül-ekim aylarında DTP için vereceği  karar, sözünü ettiğim yumuşama ortamına büyük katkı sunabilir.

 

DTP’nin siyasal sistem içindeki misyonunun devam etmesi ve bu anlamda bu partinin hak etmediği bir yargılamadan kurtulması olumlu bir siyasal iklim yaratır.

 

Çünkü mahkemenin vereceği olumlu karar, yasal Kürt hareketine karşı geleneksel tutumun değiştiğini gösterecektir ki, bu, Kürtlerin sisteme karşı güvensizlik temelinde oluşmuş ulusal psikolojilerinde güveni güçlendiren bir şey olur..

 

Böyle bir siyasal iklim olmadan, silahlı şiddet  yöntemlerinin sona ermesini konuşmak çok kolay olmaz.

 

Çünkü, ‘şu Kürt sorunu’, ‘şu PKK sorunu’ demek sonra da bunlar birbirinden ayrı şeylerdir diye ilave etmek gerçeği ifade etmiyor.

Oysa Kürt sorununda demokratik çözüm, siyasal çözüm dediğimiz bir siyasi tasarı, PKK’yi imha etmeyi değil-bunun mümkün olmadığı ortada- PKK’nin  silahsızlandırılmasını ve demokratik entegrasyonu gündemin başına almak zorundadır.

 

Türkiye’nin hayrına olan, çözümü mümkün kılacak olan tek yol budur. Tarafların geleceği öngöremedikleri, ya da gelecek onlara güven vermediği için mevcut durumdaki pozisyonlarını korumak bakımından izlemekte oldukları ‘çözümsüzlük stratejisi’ni, ‘çözüm stratejisine’ dönüştürecek olan tek yol budur. Demokrasi güçlerinin DTP’yle beraber, güçlü bir toplumsal baskı ve muhalefet yaratarak bu yola AKP’yi ikna etmeye çalışmaları çözüm için tek şans olarak görülüyor.

 

Dolayısıyla bu güçlerle AKP arasındaki mesafenin, en azından çözüme hizmet edecek kadar kapanması gerekiyor..

 

***

 

Artık sadece kültür-kimlik sorunu değil

İsmail Hakkı Tombul

 

Kürt sorunu; artık sadece kültür-kimlik sorunu olarak ele alınamayacak kadar kapsamlı bir sorun haline gelmiştir. Son yıllarda yoğunlaşan göçlerle kürt nüfus bütün ülke coğrafyasına yayılmış, özellikle büyük kentlerde yoksulluk/yoksunluk sorununun bir parçası haline gelmiştir. Sorun, ABD"nin BOP projesi çerçevesinde bir bölgesel sorun haline gelmiş durumda. Sorunun çözümsüzlüğü ABD"nin emperyalist politikalarının etkinlik kazanmasına olanak tanıyor.

 

Sorunun çözümsüzlüğü ve yıllardır uygulanan şiddete dayalı politikalar da toplumda parçalanmayı ve toplumsal çatışma potansiyelini artırıyor.

 

Kürt Sorunu"nun kalıcı çözümü; yerinden yönetim ilkelerinin doğrudan demokrasi temelinde geliştirilmesi ve yerel halk meclislerinin yönetsel yetkilerle donatılıp eğitimden sağlığa, kaynakların kullanımına kadar bölgeleri için her türlü kararı alabileceği, ülkenin devrimci-demokratik dönüşümüyle mümkündür. Bu da ancak eşitlikçi-özgürlükçü-demokratik bir düşüncenin ülke topraklarında kök salmasıyla ilgilidir.

 

Ancak bugün yapılması gerekenler de vardır.

 

Öncelikle; geçmişi uzun yıllara dayanan sorunun hemen çözülemeyeceğini bilerek, çözümün özgürce tartışılıp adımlar atılabileceği bir iklimin-ortamın yaratılmasına dönük çaba harcanmalıdır.

 

Sorunun bu ülkenin sorunu olduğunu ve iç dinamiklerle çözülebileceğini kabul ederek;

1- Operasyonlar, silahlı eylemler gibi şiddet politikalarına son verilmeli, barış dili oluşturulmalı,

2- Ülkede farklı kimlik ve kültürlerin özgürce kendini ifade edip bir arada yaşayabileceği ortam için adımlar atılmalı,

3- Başta düşünceyi ifade ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engeller kaldırılarak sorunun çözümünün özgürce tartışılacağı bir ortam hazırlanmalı,

4- Herkesin demokratik siyasal yaşama katılabilmesi için af vb adımlar atılmalı,

5- Kültür-kimlik talepleriyle emek eksenli mücadeleyi birleştirip ülke ve halkın sorunlarına bütünlüklü bakmayı beceren bir siyasal program oluşturulmalıdır.

 

***

 

Etnik milliyetçiliğe prim vermeyelim

Emin Koramaz

 

TMMOB Makina Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz’ın Kürt sorununa ilişkin görüşleri

Kürt sorununa yaklaşımımızın, Odamızın düzenlediği GAP ve Sanayi kongrelerinde yapılan son derece somut saptamalardan türetildiğini, öncelikle belirtmek istiyorum.

 

Türkiye’nin içinde bulunduğu konjonktür bir rejim bunalımı ve sistemik bir ekonomik-sosyal bunalım unsurlarını bir arada barındırıyor ve Kürt sorunu bu tablonun her iki yanında yer alıyor. Kürt sorunu ayrıca Amerika’nın ileri sürdüğü “Büyük/Genişletilmiş Ortadoğu Projesi” ve onunla eşleşen “ılımlı İslam modeli”nce de içerilmiştir.

 

Ülkemizin Kürt sorunu ve etnik milliyetçilik temelinde kamplaştırılmasına prim vermeyerek bir arada kardeşçe yaşamı savunmak, terörü ve provokasyonları lanetlemek, silahların bırakılmasını istemek ve sağduyulu demokratik yaklaşımları egemen kılmak sorumluluğuyla karşı karşıyayız. Bu noktada somut ekonomik, sosyal, insani çözüm ögelerinin devreye girmesi gerekiyor. Bu çerçevede atılması gereken adımları şöyle sıralayabilirim:

 

1. Emperyalist senaryolara karşı ülkemizi güçsüz kılan Kürt sorunu kapsamlı bir demokratikleşme çerçevesinde çözülmeli, 12 Eylül Anayasası aşılmalı, toplumdaki bütün eğilimlerin siyaset ve parlamentoda temsili önündeki engeller kaldırılmalı, bölgenin ekonomik ve sosyal yönden gelişimini sağlayıcı politikalar ivedilikle yaşama geçirilmelidir.

2. Devlet ve sanayi kesimi bölgeye yatırım yapmama tutumunu gözden geçirmeli; bölgenin kalkınması ekonomik ve sosyal açılardan planlanmalı ve kamu etkin bir şekilde devreye girmelidir. Bölgeye yönelik kamu harcamaları ciddi bir şekilde artırılmalıdır. Kamu iktisadi işletmeciliği yaşama geçirilmeli, merkezi bir planlama dahilinde kamu eliyle sanayileşme süreci başlatılmalıdır.

3. Kalkınma projelerinde rol oynayacak emek ve zengin yeraltı kaynaklarının işlenmeden bölge dışına satılması yanlışına düşülmemeli, bölgenin kaderi değiştirilerek emperyalistlerin iştahını kabartacağı bir pazar alanı olmaktan çıkarılmalıdır.

4. Tarımda ve köylülükte düzen değiştirilmeli, toplumsal kalkınma ve adil bölüşüm için toprak mülkiyeti yeniden düzenlenmeli, yeni bir tarım politikası tanımlanmalı, küçük üreticiye destek sağlanmalı, toprak ve tarım reformu yapılmalıdır. Tarımsal sulama için gerekli planlama ve kaynak transferi yapılmalıdır.

5. Tarımdaki mevcut dönüşüm sonucu oluşan işsizliğin önlenmesi için ek önlemler alınmalı, işsizliğin yaygın olduğu bölgede istihdama yönelik özel kamu yatırımları yapılmalıdır.

6. Zorunlu göçlere maruz kalan köylülerin ön koşulsuz olarak köylerine geri dönüşleri ve üretim sürecine dahil olmaları sağlanmalı, boşaltılmış köyler ve sınır boyunca mayınlanmış bölgeler mayınlardan temizlenerek organik tarıma açılmalı, çayır-mera alanları oluşturulmalı, hayvancılık teşvik edilmelidir.

7, GAP Projesinin ürettiği katma değer, projenin bitirilmesi için kullanılmalıdır.

8, Okur-yazar oranı yükseltilmeli, cinsiyet ayrımcılığının üstüne gidilmelidir.

9, Toplumsal refah ve huzurun sağlanması ve sosyal yaşamın yeniden düzenlenmesi ancak barışçıl demokratik bir ortamda mümkündür. Ülke demokrasisinin istikrarlı bir zemine oturması için yapısal reformlar gerçekleştirilmeli, silahlar susmalı, yaşanan terör ve şiddet politikalarının ortaya çıkardığı tüm olumsuz koşullar ortadan kaldırılmalı, insan hakları ihlalleri durdurulmalı, faili meçhul cinayetler aydınlatılmalıdır.

 

***

 

Devletin çatısı altında eşit olarak

Vedat Türkali:

 

Etnİk halkları eşit olarak bu devletin çatısı altında toplarlarsa bu iş çözülür. Yalnız bu Türk-Kürt meselesi için değil, tüm vatandaşlar her kişi kendi etnik kimliğini rahat bir biçimde belirleyebilmeli. Bu haklarına saygılı olunmalı. Bu devleti parçalamaz aksine bence devlet daha güçlü olur. Bunun dışında yapılacak şeyler, ufak tefek düzeltmeler bu köklü sorunu yeniden başa bela etmekten başka sonuç getirmez. Ortadoğu"nun hali malum. Bizim ülkemizde herkesin sömürebileceği sorunların olması Türkiye"nin ve Kürtlerin de lehine bir olay değildir. Bugün işbirliği yapılacak en iyi kişiler, halkın iradesiyle seçilmiş olan ve bugün Meclis"te de temsil eden olan Demokratik Toplum Partisi"dir.

 

***

 

Kürt ve diğer etnik kimliklere anayasal güvence

Münir ceylan:

 

Cumhurİyet tarihi boyunca Kütlerin varlığı inkar edildi. Bu çağ dışı anlayışa karşı her türlü demoktarik tepki çeşitli yasalar ve yasaklarla engellendi. Özellikle son 30 yıl Kürt sorunu ekseninde çok büyük acılar yaşandı. 30 binden fazla insanın canından olması, milyonlarca ifade edilebilecek insanın yerini yurdunu terk etmek zorunda kalması, 100 binlerce insanın ceza ve tutuk evlerinde yaşadığı zulüm ve işkence biliniyor. Özetle Kürt sorunu çözüme kavuşturulamadan da insani değerlermizin yanı sıra çevre ve doğa tahribatı yanında 200 milyar dolardan fazla maddi fatura ödemek zorunda kalmışız. Satır başlarıyla özetlediğimiz bu gelişmeler karşısında peki sorun neden çözülemiyor?

 

Bu sorunun bilinmezliği veya kavranamadığını söylemek mümkün değil, zira devlet yetklililerinin ve çeşitli hükümetlerin en tepe noktasındaki başbakanların zaman zaman yaptıkları açıklamaları anımsayacak olursak... Şöyle ki Kürt realitesini tanıyoruz, BASK modelleri önerileri, AB yolu Diyarbakır"dan geçiyor gibi devletin yanlış ifadeleri yanında, devletin çeşitli kurumları ve bir çok siyası parti tarafından hazırlanan ve kamuoyuna açıklanan raporlara rağmen sorunun çözümüne ilişkin bir ümit  yazık ki halen yoktur.

Bundan çıkarabileceğimiz sonuç, statükonun Kürt sorunu karşısında, birçok alanda zorlanmasına rağmen sorunun çözümüne engel olabiliyor. Statüko yanlız Kürt sorununun çözümünü engellemekle yetinmeyip çağdaş anlamda demokratik işleyiş ve gelişmeye de izin vermiyor. Bu bağlamda Kürt sorunu ve demokrasi sorunu karşısında bu barikat bulunuyor.

 

Çözüm önerileri olarak ise şunları sıralıyabiliriz:

a- Ülke bütünlüğü korunarak Kürt kimliği ve diğer etnik kimliklerin anayasal güvenceye kavuşturulması.

b- Silaha ve şiddete dayalı politikaların derhal terk edilmesi. (Bu yöntemlere her koşulda karşı çıkılması).

c- AB projelerinin bir an önce hayata geçirilmesi yönünde çaba gösterilmesi.

d- Katı milliyetçi politikalara karşı halkların eşit, özgür birlikte yaşamalarına ilişkin politikaları geliştirmek.

e- Kürt kimliği ve dili önündeki yasakları ortadan kaldıracak yasal düzenlemeleri yapmak.

f- Kürtlerin yaşadığı bölgedeki ekonomik geri kalmışlığı önleyici tedbirler almak.

g- Ergenekon davasının geliştirilerek ve derinleştirilerek geçmişin karanlık noktalarını ortaya çıkaracak iradeye sahip olmak.

h- Demokrasi insan hakları ve özgürlüklerini bütünlük içinde savunmak ve geliştirmek.

Bu öneriler hayata geçirilebildiği taktirde ülke huzura kavuşacaktır. Türkler ve Kürtler rahatlıyacaktır. Türkiye halkları özlemle bekledikleri demokrasiye de kavuşmuş olacaklardır.

 

Bu önerilerin hayata geçmesi, hiç de zor değil diye düşünüyorum yeterki samimiyetle demokrat olmamız buna yeterlidir.

 

***

 

Sol nasıl baktığını ortaya koymalı

Alper Taş

 

Kürt hareketi bölgede de sınıfsal ve toplumsal bir çözülmeye doğru gidiyor. Buna bağlı olarak ortaya yeni siyasal dizilişlerde çıkıyor. Bu süreç kaçınılmaz gözüküyor. Esas olarak başlangıç itibariyle yoksul Kürt köylüsüne dayanan Kürt hareketi ulusal hareket olması niteliğiyle içinde barındırdığı değişik toplumsal kesimlerin zaman zaman onlarla mücadele ederek içinde barındırabiliyordu. Ama bugün ortaya çıkan konjonktürde bu kesimlerin bağımsız bir siyasal odak yaratma çabaları gelişiyor. AKP Kürt ağalarının, zenginlerinin, sermayedarlarının eğilimi doğrultusunda bu güçlerin özellikle Irak"ta ortaya çıkan paydan yararlanma isteğiyle örtüşerek DTP"yi tasfiye ederek muhafazakar-liberal, kürt-islam sentezci bir güç yaratmayı amaçlıyor. Bu gücü Barzani ve Talabani"yi de içeren bölgesel bir güce dönüştürmeyi amaçlıyor. O yüzden DTP"ye de PKK"ye de yer yok çizgisi geliştiriliyor. Bu egemen güçlerin ve emperyalist güçlerin politik hedefleri ile örtüşüyor. Bu nedenle kürt hareketi önümüzdeki dönemde istese de istemese de daha fazla kürt yoksullarının hareketi olmak zorundadır.

 

Bölgede nüfusun yarısından fazlası yoksulluk sınırının altında. İşsizlik diz boyu. Bütün kaynaklar işe, aşa, sağlığa, eğitime değil, savaşa ve güvenliğe dayanıyor. Kamu tasfiye edilmiş vaziyette. Kamunun yarattığı boşluk batıda olduğu gibi hayırsever kurumlar, tarikatlar tarafından dolduruluyor. Düzene ve kula kulluk yeniden üretiliyor. Kürt hareketinin bölgede etnik-kültürel taleplerin yanı sıra yeni bir kamusallık anlayışı ile kendini örgütlemesi gerekiyor. Sosyal talepleri kapsaması ve bu talepleri örgütlemesi gerekiyor.

Bilindiği gibi egemen güçlerin önemli bir kesimi baştan itibaren kürt sorununu salt bir az gelişmişlik sorunu olarak görüyor ve bölgede ekonomik büyümeye paralel sorunun etkisini yitireceğini düşünüyor. Bu amaçla GAP Projesi"ne yıllardan bu yana büyük bir önem veriyor. Yine bu mantıktan hareketle AKP hükümeti yeni bir GAP programı açıkladı. Fakat Kürt hareketi sol bu konuda yalnızca şunu söyledi; "AKP seçim yatırımı yapıyor". Bundan öte şeyler söylememiz gerekmiyor mu? GAP bölgede üretici güçler, üretim ilişkileri bağlamında ne tür sonuçlar yaratıyor, nasıl bir servet birikimi yaratıyor, Kürt köylüsünün durumu ne oluyor ne olacak, enerji yatırımları, tarım yatırımları ne durumda, hangi ihtiyaçları karşılayacak vb. Bu tür soruları çoğaltmalı ve bu soruların yanıtlarını üretmeliyiz.

 

Bugün iki halkın bir arada yaşamını savunan öneriler, çözüm yolları oluşturmalıyız. 90"lı yıllarda devrimcilerin yürüttüğü "tartışma sürecinde sorunun çözümü için yerinden yönetim ilkelerinin geliştirilmesi, yerel meclislerin yönetsel yetkilerle donatıld