Tarım ve Orman Bakanlığı’nın, orman yangınlarını hızlı bir şekilde söndürmektense uzun uzun seyretmeyi tercih ettiği görünüyor. Dersim’deki yangına müdahale için 13 gün beklenirken yöre halkının müdahalesinin engellenmesi başka nasıl açıklanabilir, bilemiyorum. Aslına bakılırsa, ülkenin bütün sorunlarına karşı tüm hükümetin böyle bir seyirlik tutumu olduğu artık herkes tarafından net bir şekilde görülebiliyor.


Antalya’da henüz sönmüş yangınların, Kastamonu ve Sinop’ta da sellerin yaraları sarılmamışken, ortaya çıkan tahribatın sorumlularını bulmak ve önlemleri almak yerine yurttaşın ihtiyacından rant devşirme telaşına düşüldüğünü; Resmi Gazete’de “Yapılaşmanın ivedilikle gerçekleştirilmesi amacıyla TOKİ tarafından acele kamulaştırılacak” şeklindeki Cumhurbaşkanlığı kararnamesini görüyoruz. İnşaatı ekonominin lokomotifi bellemiş olmaktan kaynaklı olsa gerek, afet riskini azaltmak şöyle dursun, gelecek afetlerin de zeminini güzelce hazırlayalım dercesine… Tabii belediye başkanı “Keşke bizim de evimiz yansaydı diyecekler” diyen siyasetten daha fazlasını beklemek de saflık olur.

Sadece bunlar da değil, ardı arkası kesilmeyen bir dizi felakete daha imza atılıyor. Akbelen Ormanı’nı yok edecek maden ruhsatı hâlâ iptal edilmediği gibi Munzur Dağları’nın tamamı da maden bölgesi ilan ediliyor. Bitmedi, Tarım ve Orman Bakanlığı, hayvanların yaşam hakkını hiçe saymaktaki istikrarını da koruyor. Artık başlı başına endemik hale geldiğini bile söyleyebileceğimiz yaban hayatının, av turizmi adı altında katlinden gelir elde etmekten vazgeçemiyor.
Diyebilirsiniz ki orman politikası kötü de tarımdan ne haber? Görünen o ki tarım komple gözden çıkarılıyor. Necdet Oral şöyle diyordu pazar günü BirGün’deki haberinde: “​​Buğdayın anavatanı olan Türkiye’nin uyguladığı tarım politikaları giderek üretimi sürdürülemez hale getiriyor. Üreticiden buğday almayan TMO, yerli buğdayın fiyatını 270 dolar olarak açıkladı, ithale 300 dolar ödedi.” Sadece buğday mı sürdürülemez hale getiriliyor dersiniz... Tabii ki hayır. Geçen ay fındıkta ve daha önce de çayda yaşanan belirsizliğin bir benzeri şu an üzümde yaşanıyor. Ağustosta açıklanması beklenen kuru üzüm taban fiyatı ay sonu gelmiş olmasına rağmen hâlâ açıklanmış değil. Taban fiyatın açıklanmaması, üreticilerin üzümlerini maliyetin altına tüccara satmasına neden oluyor. Kaldı ki üzüm üreticileri, diğer başka tarım ürünlerinde olduğu gibi girdi maliyetlerindeki artıştan, kuraklık, susuzluk kaynaklı rekolte kaybından dolayı zaten önünü göremediği bir sezon geçiriyordu. Tüm bu belirsizlik içinde, taban fiyatın hâlâ açıklanmamış olması üzümcüyü kendi kaderine terk etmek anlamına gelirken, fiyatın beklentinin altında gelmesi de üreticiye bu işi bırakın demek olacak.

Öyleyse adil fiyat nasıl hesaplanabilir, Çiftçiler Sendikası’nın konuyla ilgili basın açıklamasından bakalım. Tarım şirketleri, “tesislerine yatırdıkları paraların, kullandıkları kredilerin faizini, amortismanlarını, işçilik, depolama vb. giderlerini” içeren bir kâr-zarar hesabıyla fiyat belirlerlerken, diyor Çiftçi-Sen, Tarım ve Orman Bakanlığı maliyet hesaplamasının içine üreticilerin bahçelerine yatırdıkları parayı, kredilerin faizini, üreticilerin ve ailelerinin emeklerinin değerini bile katmıyor.

Orman yangınlarının söndürülmesi yerine seyredilmesi, sel ve yangının ortaya çıkardığı tahribatın bilançosunun çıkarılıp bu boyuta ulaşmasındaki sorumluların bulunması gerekirken acele kamulaştırma için kolların sıvanması, mevcut maden ruhsatlarının iptal edilmesi gerekirken yenilerinin eklenmesi, yerli buğday üretiminin güçlendirilmesi gerekirken ithalatın teşvik edilmesi, üzüm üreticisinin ihtiyacına karşın fiyat belirlemenin gecikmesi ve fiyatların da bugüne dek piyasa lehine düzenlenmiş olması… Yukarıda da dediğim gibi, ülkenin bütün sorunlarına karşı hükümetin tutumu ‘seyretmekten’ ibaret; ama bu yalnızca halkın payına düşen kısmı. Sonuçta kendi çıkarları ve piyasa lehine çıkış aramayı sürdürüyor.