İstanbul’daki Atatürk Havalimanı’nda ‘Sorunlu Yolcular Odası’ adlı bir bölüm var. Bekleme odası olarak tasarlanmış ancak geri gönderme merkezi olarak kullanılıyor.

Türkiye sınırları içinde suç işlediği iddia edilen ya da sahte pasaportla Türkiye’ye giriş yapmaya çalıştığı ileri sürülen mülteciler burada tutuluyor.

Bekleme odasında en fazla birkaç saat oturulur, burada en az 15 gün, en fazla 365 gün ‘bekliyorlar’.

Koltuk yok, sadece havalimanındaki sandalyeler var. En fazla 15 kişinin oturabileceği küçük ve havasız odada 40 mülteci kalıyor. Yerlerde yatıyorlar. Beyaz floresan ışığı hiç kapanmıyor, 24 saat parlak ışık altında uyuyorlar. Ya da uyuyamıyorlar.

Yemek? Sadece havalimanı görevlilerinin verdiği sandviç. Üç öğün. Kendilerine özel tuvaletleri de yok. Havalimanının tuvaletlerini kullanıyorlar.

Özel hayatları zaten yok. Havasız, küçük odada sırt sırta oturuyorlar. Bundan sonra nereye gidecekleri belirsiz olsa da geldikleri ülkeye (Afganistan, Pakistan en çok da Suriye) geri gönderilecekleri kesin gibi. Ya savaşa ya açlığa mahkûm olacaklar.

6-7 ay öncesine dek havalimanı polisinin idaresinde olan ‘sorunlu yolcular odası’, şimdi İçişleri Bakanlığı İl Göç İdaresi’ne bağlı.

Kendilerini aradığımda bilgi veremeyeceklerini söylediler, “Telefonda bilgi verilmez!” diye azarladılar. Havalimanı polisi de odadan habersiz gibi davrandı. Yani odanın resmi sorumlusu var mı, yok mu belli değil.

‘Sorunlu’ denilen yolcular, bir nevi Agamben’in ‘istisna hali’ içindeler, hukuk veya kanunların dışındalar, aslında fiilen de hukuken de ‘yok’lar.

Dolayısıyla oradan çıkmak için hukuki yollara da başvuramıyorlar.

Çünkü burada tutulanlar idari gözetim altına alınmış sayılmıyor. İdari gözetim kararı alınmış olsa yasal yollara başvurabilecek, sığınma statüsü almak için çabalayabilecekler.

Ama olmuyor, devlet burada tutulmayı idari gözetim saymıyor çünkü havalimanındaki o bölge Türkiye toprağı içinde sayılmıyor. Yani Türkiye’deki mültecilerin haklarından yararlanmak şöyle dursun, dünya yüzündeki hiçbir hukuka tabi değiller.

Dedim ya, aslında ‘yok’lar.

Suriyeli Fadi Mansour da o odada tam bir yıl tutuldu. Gün ışığı görmeden, 24 saat açık floresan ışığı altında uyudu.

27 yaşında, Suriye’de hukuk fakültesinde dördüncü sınıf öğrencisiydi. Askere gitmek istemedi, ülkeden ayrılmak zorunda kaldı.

Ağustos 2012’de Lübnan’a gitti. Lübnan’da yerel bir grup tarafından fidye için kaçırılıp rehin alındı. Kurtulunca, 2014’te Lübnan’dan Türkiye’ye geldi. Türkiye’de bir ay kaldıktan sonra Malezya’ya gitti. Malezya’ya girişi de ‘sahte kimlik bilgileri kullandığı’ iddiasıyla reddedildi. Mart 2015’te Türkiye’ye geri gönderildi. Atatürk Havalimanı’nda yaklaşık sekiz ay tutuldu. ‘Sorunlu Yolcular Odasında’ tutulan başka bir kişinin saldırısına uğrayıp yaralanmasının ardından Lübnan’a gönderilmeyi talep etti. 20 Kasım’da Lübnan’a hareket etti ancak ülkeye girişi reddedildi ve 21 Kasım’da tekrar İstanbul’a gönderildi. O tarihten 21 Mart 2016’ya kadar havalimanında tutuldu.

“Tek hayalim ışıklar kapalıyken, karanlıkta uyumak” diyordu: “Sonra da güneş ışığını görmek, açık havaya çıkmak. Ama bunlar ikinci planda. Temel derdim ışıklandırma. Bu ışık çok fazla. Yoruldum.”

Birinci yılın sonunda havalimanından çıkabildi. Şimdi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ‘insanlık dışı’ diye tanımladığı Kumkapı Geri Gönderme Merkezi’nde.

Nasıl bir yılın ardından o odadan çıkabildi diye avukatı Aysu Kapaklıkaya’ya sordum, “Haber yaptığınız için” dedi.

Diğer ‘sorunlu yolcular’ halen o odada ‘kaderlerine karar verilmesini’ bekliyor.