Sosyal medyada dolaşan “Covid Essentials” adlı bir dükkân görselini görenleriniz olmuştur. Adından hareketle dükkanının “Covid için gereken şeyler” satan, bir tür konsept dükkân olduğunu anlıyoruz. Bunu bir görsel olarak adlandırıyorum çünkü fotoğraf mı yoksa tasarlanmış bir imaj mı emin değilim. Ne de olsa gerçeklik sonrası dönemi yaşıyoruz. Yine de merakıma yenik düştüm ve gerçek olup olmadığını anlayabilmek için internette arama yaptım. Arama sonucunda bağlantıların biri, bir “pop-up” yani bir dönemliğine açılmış ve kapanacak bir dükkân fotoğrafı olduğunu söylüyordu. Diğer bağlantıda ise görselin sahte olduğu yazıyordu.

Neyse ki amacım görselin gerçek bir dükkânı yansıtıp yansıtmadığını tartışmak değil. Bir imge olarak da yeterince şey söylüyor. Zaten görselle karşılaştığım ve onu bu yazıda konu etmeme iten tweetin de derdi bu değildi. Dert, Covid-19’un başladığı dönemde ortaya çıkan, virüsün kapitalizmi çökerteceği yönündeki tespitlere kapitalizmin verdiği yanıt olarak tarif edilebilir. Yani Covid-19 nedeniyle sonu geldiği ilan edilen kapitalizmin, buna cevaben ne yaptığını anlatıyor. Covid-19 gereksinimlerini piyasaya sürüyor. Yaygın deyişle kapitalizm krizi fırsata çeviriyor.

Bu da beni geçen haftaki yazımın son cümlesine geri götürüyor: Kapitalizmin tüketim ideolojisini mercek altına almakta sonsuz yarar var. Bu görsel tüketim ideolojisinin daha önce irdelemediğim farklı bir boyutunu ifşa ediyor. Sermayenin, halkın talep ve ihtiyaçlarını kendi lehine olacak şekilde düzenlemekten geri durmayacağını gösteriyor. Bu ihtiyaçlar pandemi koşulunda ortaya çıkan hayati gereksinimler de olabilir, hükümetlerin vatandaşları zorunlu tuttuğu “gereksinimler” de, halkın tabandan ürettiği talepler de.

Bu dükkân görseli bana geçtiğimiz aylarda Kadıköy’de yürürken gördüğüm bir reklamı çağrıştırdı. Asfalta yapıştırılmış etiketlerde şöyle diyordu: Üreticiden tüketiciye aracısız satış.

Okları takip ettiğiniz mücevherciye ulaşıyorsunuz! Hâlbuki biz bu talebi temel gıda ihtiyaçlarımızın organizasyonu için yükseltmiştik. Sonuçta talepler kitleselleştikçe piyasanın nemalanmasına açık hale geliyor. Haliyle bu market raflarına da yansıyor. Aracıyı aradan çıkarma talebimiz, üretimden tüketime gıdanın organizasyonundaki tüm aşamaların birlikteliğini ifade ediyor. Piyasa, bu aşamaları birbirinden ayrı süreçler olarak, sektörel bazda değerlendiriyor. Böylece her bir aşamayı farklı pazarlara tabi kılabiliyor. İhtiyaçtan muaf üretim, üreticiden muaf fiyatlama gibi…

Birkaç sene önce yurtdışında markette yer alan bir raf üzerinden vurgulamaya çalışayım. Bir marka aynı çeşit ürünü üç farklı ambalajla pazarlıyor.

Bunların birisi fair trade, yani adil ticaret ile üretilmiş. İddiası, bu ürünün üretim sürecinde emek sömürüsü olmadığı. Bir diğer ürün ekolojik etiketini taşıyor. Üretiminde doğaya zarar verilmediği ve böylece insan sağlığı için de uygun olduğunu pazarlanıyor. Bir diğer paket de ne adil ne de ekolojik ama en ucuzu. Raf bize bunların üçü bir arada olamaz diyor. Oysa biz diyoruz ki toplumsal adalet ve ekolojik adalet birbirinden ayrılamaz. Üretici emeğinin karşılığını alamıyorsa, tüketici nitelikli gıdaya erişemiyorsa, yoksul açsa bu sorunların piyasacı anlayışla çözülemeyeceğini gösterir. Tıpkı Covid-19 için gerekenleri sağlayamadığı gibi.