Dindarlık ile eğitim ve gelir düzeyi genellikle ters orantılıdır; yani, okula daha az devam etmiş ve daha düşük geliri olan kişiler arasında dindarlar daha fazladır

Sosyal davranış, ahlak, din, eğitim

BİLGE SELÇUK
@byagmurlu

Temmuzun 20’sinde Suruç’ta 34 masum insan öldürüldü. Katliamı yapan bombacının Irak Şam İslam Devleti üyesi, makine mühendisliği okuyan bir üniversite öğrencisi olduğu ortaya çıktı. Suruç katliamıyla beraber, geçtiğimiz yıllarda ve onyıllarda yaşadığımız pekçok olay, elbette akıllarımızdaki soruyu güçlendirdi; dinin ahlakla nasıl bir ilişkisi vardı.

Suruç sonrasındaki ilk yazımda bunu sormuştum. Maraş’tan, Madımak’tan söz etmiş, dünya tarihi neredeyse dinsel katliamlar tarihidir demiştim. Hıristiyan aleminden unutulmayan bir örnek, 9. Charles’ın annesi Catherine de Medicis tarafından tezgahlanan 1572 Saint Barthelemy katliamıdır. Fransa’da Katolikler iki gün içinde onbinlerce Protestanı öldürmüşlerdi. İslami kesimde bugün hala din adına katliamlar yapılıyor.

Bunları söylerken insanları boyunduruk altına almayı, üstlerinde hükümranlık kurmayı savunan tüm görüşlerin faşizm olduğunu da eklemiştim. Faşizm, kendinden olmayana hayat dahil hiçbir hak tanımamayı mubah görür. Ama din, şayet iddia edildiği gibi ahlakı doğal olarak içinde barındırıyorsa, nasıl oluyor da dini fanatizm, faşizmin en ağırlarından olabiliyordu; nasıl oluyor da kendi dininden, hatta mezhebinden olmayanın canına kıyabiliyordu.
O yazıda kısaca bir araştırmamızdan söz etmiştim, “bulgularımız dinin ahlakla bağlantılı olduğu savını çürütüyor” demiştim. İşte o araştırma, geçtiğimiz haftalarda yayınlandı ve yayınlanmasıyla yabancı medyaya konu olması bir oldu. Bir haftadır da ülkemizdeki ağır üzücü olayların yanı sıra konuşulan haberlerden biri.

Daha önce herhangi bir araştırmam yanlış ve sansasyonel başlıklarla medyada yer almadı. Araştırma bulgularının, mümkün olduğunca, toplumun yararına kullanması gerektiğine inanırım. Geçtiğimiz yıllarda öğrencilerimle Üniversitede kurduğumuz Çocuk ve Aile Çalışmaları Laboratuvarı’nın misyonlarından biri de budur. Facebook sayfamızı, dikkatimizi çeken, yararlı olabileceğini düşündüğümüz psikoloji araştırmalarının sonuçlarını anlaşılır bir dille özetlemek, ilgilenenlerle paylaşmak için kullanırız. Çünkü bilimsel makalelere herkesin ulaşımı yoktur; olsa bile doğru anlamak ve yorumlamak için uzmanlık gerekir. Bu sebeple, akademik işlerimizin yanı sıra bu gibi çalışmalara da zaman ayırmaya gayret ederiz. Söylemeye çalıştığım, bilimsel araştırmaların sonuçlarının toplumla paylaşılmasında bir beis görmediğim; bilakis, paylaşılması gerektiğini düşündüğüm. Ama nasıl paylaşılmalı, nasıl paylaşılmamalı?

Çok açıkça, içeriği çarpıtacak şekilde paylaşılmamalı. Araştırmamızdan örnek vereyim. ‘Dindar ailelerin çocukları daha gaddar’. ‘Dindar aileler tarafından büyütülen çocuklar daha kaba oluyor’. ‘Daha paragöz oluyorlar’. Bu başlıkların tümü yanlış ve araştırmamızdaki bulgularla ilgileri yok. Doğru atılmış başlıklar: ‘Dindarlık paylaşımcılığı arttırmıyor’. ‘Din, çocukları daha paylaşımcı ve iyi ahlaklı yapmıyor’.

Ama bunun başlıca sorumlusu Türkiye’deki medya değil, bulguları doğru yansıtmayan başlıkları ilk atan yurt dışındaki medya, üstelik bilinen gazeteler; Guardian gibi.

Peki araştırmamızın sonuçları neydi? Bir bulgu; kendisini Hıristiyan ve Müslüman olarak nitelendiren ailelerin çocuklarında elindekini tanımadığı biriyle paylaşma davranışı daha düşüktü. Kişinin kendisinden daha dezavantajlı durumda olan biri için elindekinden vazgeçmesi, sosyal gelişimde önemli bulunan bir davranıştır. Özellikle tanımadığın, bilmediğin biri için bu davranışın yapılması ahlaki gelişimin göstergesi olarak kabul edilir.

Her ne kadar medyada, doğru yanlış, daha çok yer bulan bulgu bu idiyse de, bana göre daha dikkat çekici olan, kendisini Müslüman olarak nitelendiren ailelerde çocukların sert cezaya dair tutumlarıydı. Bilgisayarda çocuklara farklı resimler göstererek uygulanan ‘ahlaki duyarlılık testi’nin iki aşaması var. İlk aşamada, çocuğa zarar gören bir insan fotoğrafı gösteriliyor; örneğin, başka birinin iterek düşürdüğü biri. Ve çocuğa kişinin bunu bilerek ve isteyerek mi yaptığı, yoksa yanlışlıkla mı yaptığı soruluyor. İkinci aşamadaki soru, bu hareketi yapan kişiye ne kadar ceza verilmesi gerektiğine dair. Kendisini Müslüman olarak nitelendiren ailelerdeki çocuklar, kendisini Hıristiyan ve inançsız olarak nitelendiren ailelerin çocuklarına göre, zarar verici hareketi kişinin kasten yaptığını ve daha sert şekilde cezalandırılması gerektiğini düşünüyorlar. Bir başka deyişle, araştırmada, diğer insanın kötü niyetli olduğunu ve bunun daha şiddetli cezalandırılması gerektiğini düşünme, kendisini Müslüman olarak tanımlayan ailelerin çocuklarında daha yüksek çıktı.
Dindarlık ile eğitim ve gelir düzeyi genellikle ters orantılıdır; yani, okula daha az devam etmiş ve daha düşük geliri olan kişiler arasında dindarlar daha fazladır. Buna rağmen, inanç, değer ve davranış ilişkilerini inceleyen araştırmalarda çoğunlukla eğitim ve gelir gibi kritik özellikler atlanır, kontrol edilmez. Altı ülkede yürüttüğümüz bu araştırmanın sonuçlarının bu bakımdan dikkat çektiğini düşünüyorum. Yukarıda sözünü ettiğim sonuçlar, sadece ailenin sosyoekonomik özellikleri değil, çocuğun yaşı ve ülkesi de kontrol edildiğinde ortaya çıkan sonuçlar.

sosyal-davranis-ahlak-din-egitim-88423-1.

Şimdi, akla geldiği anlaşılan konulara geleyim. Dindar kişiler arasında, bu araştırmanın İslamı kötülemek amacını taşıdığını düşünenler çıkabiliyor. Bu tamamen yanlış. Bir araştırmanın nasıl sonuçlanacağını baştan bilemezsiniz. Katılımcılardan topladığınız verileri analiz ettiğinizde bir sonuç elde edersiniz. Bu sonuç, baştaki hipotezlerinizi destekler veya desteklemez. Ancak araştırma ekibinin, farklı dinlerdeki sosyal davranışlara, ahlaki gelişim özelliklerine ve ceza beklentisine dair nasıl sonuçlar çıkacağı konusunda belli bir beklentisi de yoktu.

Önemli bir bilgi olarak, farklı ülkelerden ve dinlerden çocukların empati ve ahlaki gelişimlerini incelemek üzere tasarlanan bu geniş çaplı araştırma ABD’ndeki John Templeton Vakfı tarafından üç sene boyunca fonlandı. Templeton Vakfı, evrim, şükran, bağışlama, sevgi, amaç, özgür irade, iyilik gibi konulardaki nitelikli araştırmaları destekleyen en büyük vakıflardan biri. Amacı, insanın yeni bulgulara ulaşarak ilerlemesi için araştırmalara destek vermek; bilim insanları, felsefeciler ve ilahiyatçılar arasındaki iletişimi kuvvetlendirmek. Mottosu “Ne kadar az şey biliyoruz, öğrenmek için çok istekliyiz.”.
Araştırmamızın sonuçları, Hıristiyan ailelerdeki çocuklar için de çok parlak bir tablo çizmedi. Fakat sonuçların böyle çıkması, Hıristiyan bir vakıf olmasıyla tanınan Templeton’ın araştırma bulgularımıza veya bunları yayınlamamıza negatif tepki vermesine sebep olmadı. Bilimsel nosyon, araştırma sonuçlarının nasıl değerlendirilmesi ve karşılanması gerektiği konusunda bir formasyon sağlıyor.

Akademik çalışma yapanlar, Konrad Lorez’in sözünü iyi bilir: “Bilimin ortaya koyduğu gerçek, bir sonraki daha iyi araştırmanın kapısını açan bir önermedir.” Yani farklı araştırmalar farklı sonuçlar verebilir; bunun nedenleri araştılır, o alandaki tüm bulguları birarada ele alan, sentezleyen meta analiz çalışmaları yapılarak bir sonuca ulaşılır. Din ve maneviyat konusunda araştırmaları destekleyen vakıflar bunun farkında.

Bir diğer yanlış çıkarım, dindarlığın yardımseverliği azalttığı. Araştırmamızın sonucu böyle bir bilgi vermiyor. Kendini inançsız, Hıristiyan veya Müslüman olarak tanımlayan ailelerin çocukları incelediğimiz özellikler bakımından neden farklılık gösteriyor, bilmiyoruz. Bu, ancak başka bir makalenin konusu olabilir. Şu anki bilgimizle ancak spekülatif yorumlar yapabiliriz. Kendini belli bir dine ait hissetmedigini söyleyen annelerle, Müslüman veya Hıristiyan oldugunu söyleyen aileler arasında ne tür farklılılar vardır ki, inancı olmayan ailelerdeki çocuklar daha çok paylaşma davranışı gösteriyorlar? Acaba bu ailelerde otoriter ebeveynlik mi daha düşük, çocuk odaklı bir yetiştirme biçimi mi daha yaygın? Çocugun pozitif değerleri içselleştirmesi, gerektiginde fedakarlık yapabilmesi için önemlidir. Ama bir otorite figürünün ne yapılacağını dikte etmesi, içselleştirme sürecine zarar verir.

Peki çocuğun, bir kişinin zarar gördüğü durumda, bunu yapanın kasten yaptığını ve daha şiddetli cezalandırılması gerektiğini düşünmesi neden olur? Bu algılar ve davranış eğilimleri neden ve nasıl gelişir? Tüm bunlara cevap ararken bakmamız gereken yer çevredir. Çevre, ama çevrenin hangi özellikleri? Bilim insanları bunlarla uğraşır. Bu bilgileri ortaya çıkarabilirsek, aileleri ve eğitimcileri bilgilendirebiliriz, çocuklarına farklı davranmalarını öğütleyebiliriz, yol gösterebiliriz. Gelişim psikologları için bunlar önemli konulardır; çünkü yetişkinliğin temeli çocuklukta atılır. Barış içinde yaşayan bir toplum için çocukluktaki sosyal ve ahlaki gelişimle ilişkili olan unsurları bilmek gerekir.

“Ahlak, dinin zaten içindedir, siz nasıl oluyor da bunları ayırıyorsunuz ve üstelik dindarlığı ölçmeye kalkıyorsunuz” demek günümüzün işi değil. Bugün yurt dışında sadece psikoloji, din ve maneviyat ilişkilerine odaklanmış pekçok bilimsel dergi var, ama içlerinde Türkiye’den yayın yok. Bu söylediğim mantığa göre, kişinin ne kadar dindar olduğunu sadece Ahirette anlayabiliriz, inşallah.

Ama bakın Manisa Valisi görüşünü açıklamış, “başörtülü bayanların imajı çok olumlu”. Yani bu kadınlar iyi özelliklere sahipler. Başı açık olan kadınların özellikleri ise anlaşılan şüpheli. Tüm bunları yaşarken, adalet, vicdan gibi ahlaki özelliklerle dindarlığın ilişkisi konusunda meraklı olmamak mümkün mü? Ben buna eğitimi de ekleyeyim.

Öyle görünüyor ki, bu ilişkileri sorgulamamıza sebep olan daha çok şey yaşayacağız. Bir yandan izleyecek, bir yandan çalışacağız. İnancı ve eğitimi ne olursa olsun, vicdanlı insanlara büyük iş düşüyor ülkemizde.

*Yazarlarımızdan Bilge Selçuk, geçtiğimiz hafta Current Biology dergisinde yayımlanan ve bilim çevrelerinde oldukça ses getiren ‘The Negative Association between Religiousness and Children’s Altruism across the World’ başlıklı makalenin yazarları arasında yer alıyor.