“Beyin ölümü” çok önce gerçekleşmişti; artık cenazeyi de kaldırabiliriz: Avrupa sosyal demokrasisinden söz ediyorum.

“Kapitalizmi, emeğin çıkarlarını gözeterek yönetmek…” 1945 sonrası sosyal demokrasisinin ana çizgisi buydu. Bu doğrultudaki son hamleyi, 1981’de Sosyalist ve Komünist Partiler’in ortak programıyla iktidara gelen Mitterand gerçekleştirdi; iki yıl içinde de terk etti. Sonraki yıllarda  Avrupa’daki sosyal demokrat/sosyalist partiler sermayenin sınırsız tahakkümünü hedefleyen neoliberalizme hızla teslim oldular.

“Teslimiyet” ile “suç ortaklığı” farklı şeylerdir. Son uluslararası krizin öncesine, sonrasına baktığınızda bu partilerin finans kapitalle suç ortaklıkları açıkça ortaya çıkacaktır. Tony Blair’in Britanyası, krizin ana tetikleyicisi olan finansal balonlaşmayı Avrupa’ya taşımada öncü rol oynadı. Şanlı  İtalyan Komünist Partisi’nin gayri meşru veledi olan Demokrat Parti, ülkenin neoliberalizme savrulmasında ve hastalıklı Avro Bölgesi’nin oluşmasında ağır sorumluluk aldı. Kriz sonrasında İspanya, Portekiz ve Yunanistan’ın sosyalist partileri, finans kapitalin yarattığı tahribatı halk sınıflarına yüklemekte birbirleriyle yarıştılar; emekçilerin kolektif lânetinin haklı hedefleri oldular.

Peki, “cenaze kalkmakta iken”, en azından namuslu bir özeleştiri yapanlar da yok mudur? Financial Times’ın, “kapitalizmin geleceği” üzerinde açtığı tartışmaya İngiliz İşçi Partisi’nden iki ünlü siyasetçinin katıldığını fark edince bu beklentiye kapıldım.  Yazarlardan birisi İşçi Partisi’nin bugünkü lideri Ed Miliband, diğeri ise aynı partiyi “üçüncü yol”a taşıyan takımın öncülerinden  Peter Mandelson’dur.

 

Heyhat! Yazıları okuyunca fark ettim ki, kapitalizmin krizi bunlara hiçbir şey öğretmemiştir. Neoliberalizme imanlarını, kapitalizme hayranlıklarını olduğu gibi korumaktadırlar. Bourbon Hanedanı için söylenen, bunlar için de geçerlidir: “Hiçbir şey öğrenmemişler; hiçbir şeyi unutmamışlar…”

***

Ed Miliband, Britanya marksizminin önde gelen temsilcilerinden (ve yapıtları Türkçeye de çevrilmiş bulunan) Ralph Miliband’ın oğludur. Oğul Miliband İngiliz İşçi Partisi’nde siyaseti yeğledi; milletvekili seçildi;  Blair ve Brown hükümetlerinde bakanlık yaptı. 2010 seçimlerinde İşçi Partisi’nin yenilgisi sonrasında Gordon Brown’dan boşalan başkanlık koltuğuna sendikaların desteğiyle ve Parti’nin “sol kanadı”nı temsil ederek seçildi.

Ed Miliband’ın Financial Times’ta “Kapitalizm ile Kısa Vadeciliğin Bizdeki Zehirli Karışımı” başlığı altında yayımlanan yazısında, bu “sol kanat”tan izler aradım ve hiçbir şey bulamadım. “Daha iyi, daha sorumlu, daha verimli bir kapitalizmi nasıl inşa ederiz?” Miliband’a göre günümüz siyasetinin temel sorusu budur. Bu soruya yol açan yeni olgular ise, “finansal kriz,… çok yüksek açıklarla ve çok yavaş bir büyümeyle baş etmeye çalışan hükümetler ve… yaşam düzeyleri baskı altına giren orta katmanlar” olarak ifade ediliyor.

 

Bu sorunlar nereden çıktı? Miliband’ın yanıtı basittir; sıradandır: Bu bozukluklara “kısa vadeli getirilere odaklanmayı teşvik eden kurallar yol açmıştır.” Çözüm de,  “kuralların sayısını artırmak değil; doğru kuralları bulmaktan” geçecektir.

Miliband, gereken doğru kurallar için iki örnek veriyor. Birincisi, Britanya’da bankaların ve kredi kartı şirketlerinin tüketiciye dönük haksız uygulamalarını hedef alıyor. İşçi Partisi Başkanı,  hayat pahalılığını artıran bu örtülü maliyetlerin Finansal Davranış Kurumu’nca denetlenmesini öneriyor. İkinci örnek, şirketlerin el değiştirmesiyle ilgilidir. Miliband, bu işlemlerde şirketlerin uzun vadeli perspektiflerinin gözetilmemesinden rahatsızdır. Kısa vadeli çıkarların aşılması için çözüm yolu, şirketlerin “el değiştirmesinde, hissedarların üçte iki çoğunluğunun aranması” olarak gösteriliyor.

Kapitalizmin “kısa vadeci” (yani “miyop”) perspektifinin aşılması bu “sade suya tirit” önerilerle tartışılırken planlama kavramı unutulmaktadır.

 

İşçi Partisi’nin yeni başkanı kapitalizmin geleceğini tartışırken, dünyadaki diğer orta-sol partilere de iki çağrı yapıyor: “Birincisi, ortalıkta daha az para varken, kamu maliyesinin yeni gerçekliğini dikkate alınız.” (Yani, “sermayeyi vergilemeyen bütçelerde kemer sıkmaya devam…”) “İkincisi, piyasanın kurallarını belirlemede hükümetlerin rolünü yeni baştan düşününüz… ve daha hakça, daha sorumlu bir kapitalizm yaratmak için özel sektörle birlikte çalışınız.”

***

Peter Mandelson’un öğrencilik yıllarında Genç Komünistler Birliği’nin üyesi olduğu söylenir. Daha sonra İşçi Partisi saflarına geçmiş; 1992’de milletvekili olmuş; İşçi Partisi’ni “yenileştiren” Blair’in beyin takımında, hükümetlerinde  yer almış; bir ara AB’nin Ticaret Komiseri (Bakanı) olmuş; 2008’de “Baron” ünvanıyla Lordlar Kamarası’na girmiştir.

 

Mandelson’un Financial Times’daki makalesi, “Küreselleşmeden Vazgeçmeyin” başlığı taşıyor. Kapitalizme, emperyalizme dönük saldırıların yoğunlaştığı bir ortamda bu başlık kışkırtıcıdır; ancak, Mandelson eleştirilerdeki “haklılık payını” bir nebze kabul ediyor: “Küreselleşme ilerici toplumlarda (ne demekse?) olması gerektiği gibi işlememektedir.” Ancak, hemen düzeltmeye çalışarak: “Küreselleşmeden önce de çok eşitsiz bir dünyada yaşıyorduk; bu nedenle küreselleşme eşitsizliğin nedeni olarak gösterilmemelidir. … İlerici hedefleri hayata geçirmek için, elimizdeki en iyi araçlardan biri de küreselleşmedir. Yeter ki, onu yönlendirebilecek doğru politikalara sahip olalım… Fikirleri, ticareti ve yatırımı kapsayan açık küresel piyasaların getirdiği yararları korumak için, bu piyasalardaki riskleri azaltmak ve yararları daha iyi paylaşmak için derhal harekete geçmek gerekiyor.” 

Ülke ekonomileri düzleminde eşitsizlik ölçütleri veya emeğin milli hasıladan payı bakımından 1980 öncesi ve sonrasındaki otuzar yılı karşılaştıran (neredeyse) sayısız araştırmayı Mandelson’a hatırlatmak yararsızdır; zira o, bilimsel olgularla değil; küreselleşmenin (emperyalizmin) propagandasıyla ilgilenmektedir.

“Doğru politikalar nedir? Mandelson birkaç beylik yaveyi tekrarlıyor: “Yeni bir rezerv para oluşturmak üzere harekete geçmek;… spekülatif finansal akımların yönetimini tartışmak…; IMF’nin yönetimine yükselen ekonomilerin ulaşması için açılım…” Kısacası, birkaç konuda “harekete geçelim, açılım yapalım; tartışalım” ki, küreselleşmenin (emperyalizmin) lekeli yüzünün aklanmakta olduğu düşünülsün.

***

Avrupa sosyal demokrasisi bir enkazdır; artık, ciddiye alınamaz. Türkiye’de ise siyaset ve fikir dünyasının sosyal demokrasiye referans vermesi abestir. Gericiliğe, tutuculuğa, siyasî İslâm’a angaje olmayanlar için sadece iki siyaset söz konusudur: Liberalizm ve sosyalizm…