Sosyal demokrat başbakan Scholz, Ukrayna’ya desteği frenlemekle suçlanıyor. Yeşiller silah gönderilmesini istiyor. Askeri uzmanlar dahi temkinli davranıyor. Savaş karşıtlarının ise kafası hayli karışık.

Televizyonda konuşan general, Alman Ordusu’nun Ukrayna’nın talep ettiği ağır silahları teslim etmesinin mümkün olmadığını, çünkü ellerinde talep edildiği kadar silah ve cephane olmadığını, olanların da ülke savunması ve eğitim için ve de NATO yükümlülüklerini yerine getirebilmek için kendilerine lazım olduğunu açıklıyor. Böylece özellikle de son zamanlarda sayıları iyice artan “askeri uzmanlar”ca “savunma silahı” ya da “hafif silah” olduğu ilan edilen Marder tanklarıyla ilgili tartışmaya açıklık getirmeye çalışıyor. Günlerdir hem ülke içinden, hem de dışından bu konuda baskı altında olan Başbakan Scholz da, aynı şeyleri söylüyor.

Ancak başta Yeşiller partisinin üst düzey yetkilileri olmak üzere hükümet ve muhalefet partilerinden politikacılar, bir bölümü emekli general, bir bölümü ise sivillerden oluşan “askeri uzman”lar ise ana akım medyanın tüm mecralarında aksini savunuyorlar. Almanya Cumhurbaşkanı’nı “Putin’in işbirlikçisi” ilan eden Ukrayna Büyükelçisi de bu koroya katılıyor. Onlara göre Başbakan Scholz, Ukrayna’ya yardımı frenliyor, böylece savaşın uzamasına neden oluyor. Yeşiller’in “sol kanadı”ndan olduğu ileri sürülen Meclis Avrupa Komisyonu Başkanı Anton Hofreiter, bu nedenle Rusya’nın başka ülkelere saldırabileceği ve savaşın daha da yaygınlaşabileceği, bir “üçüncü dünya savaşı”na evrilebileceği uyarısında bile bulunuyor.

KARA PROPAGANDA

Ekranın altından akan kimlik bilgilerinde Alman silahlı kuvvetlerinin başındaki “Genelkurmay Müfettişi”nin yardımcısı Korgeneral Markus Laubenthal olduğu belirtilen uniformalı “askeri uzman”a kulak veren yok gibi. General, ayrıca Ukrayna askerlerinin bu tankları savaşta kullanabilmesi için hızlandırılmış eğitimin bile haftalar süreceğini, bakım-tamir gibi konuların da büyük sorun olduğunu hatırlatıyor. Ama ana akım medyadaki yayınlara bakılırsa, Almanya’nın bu silahları derhal vermesi gerekiyor. Politikacılar, gazeteciler, “uzmanlar”, Ukrayna askerlerinin birkaç gün içinde ileri teknolojiye sahip bu tankları etkin bir biçimde kullanabileceklerini savunuyorlar.

Aslında Almanya, yıllardır süren bu krizde Ukrayna’yı destekliyor. Rusya’nın saldırısından sonra bu destek arttı. Başlangıçtaki birkaç günlük kargaşanın (ve ilk olarak silah değil de, askerler için miğfer gönderilmesinin neden olduğu şaşkınlığın) ardından doğrudan silah, cephane yardımı da başladı ve sürüyor. Medyaya yansıyan haberlere göre Ukrayna’ya verilen askeri yardım listesinde binlerce tanksavar ve uçaksavarlar, makineli tüfekler ve tabii ki bu silahların cephaneleri yer alıyor. Scholz, ayrıca Ukrayna’nın Almanya’daki silah üreticilerinden sipariş edeceği ya da eski Varşova Paktı ülkelerinden satın alacağı ağır silahların faturasını ödeyeceklerini de açıkladı, bunun için yüz milyonlarca euroluk fonlar da kararlaştırıldı.

Bütün bunlara rağmen Scholz’un ve iktidardaki üçlü koalisyonun sosyal demokrat kanadının Ukrayna’ya yardımı engellediğine dair kampanya devam ediyor. Manşetlerden geçmişte Rusya’yla ilişkisi olan sosyal demokratlar, “Putin’in kuklası” olarak gösteriliyor, görevde olanların istifası isteniyor. Sosyal demokrat Savunma Bakanı’nın bu görev için yetersizliği kanıtlamak için askeri birlik denetimine topuklu ayakkabıyla gitmesi bile konu ediliyor.

KOALİSYON KRİZİ

Benzer bir süreç Rusya’dan Almanya’ya doğal gaz taşıyacak “Kuzey Akım 2” projesinde de yaşanmıştı. Scholz ve sosyal demokratlar, aslında geçmişte eski Başbakan Merkel liderliğindeki Hıristiyan demokratların da ortak olduğu bu projeyi savunmuşlar ve inşaasının tamamlanmasını sağlamışlardı. Ancak yeni hükümetin yeşiller ve liberal ortakları bu projeye eskiden beri karşıydı. Scholz, hem ülke içinden ve hem de dışarıdan gelen baskılar sonunda, bunun bir hata olduğunu açıklayarak hattın hizmete açılmasını iptal etmek zorunda kaldı.

Ukrayna’dan gelen ağır silah talebiyle ilgili durum da aynı. Hem ülke içinden, hem de dışarıdan bunun derhal kabul edilmesi için büyük bir baskı var. Koalisyonun yeşil ve liberal ortakları da bunu destekliyor.

Bu arada ciddi bir kamuoyu araştırması, Ukrayna’nın ağır silahlarla desteklenmesi talebine halkın desteğinin de arttığını, ankete katılanların yüzde 51’nin yardımdan yana olduğunu gösteriyor.

Bu konuda medyanın ve muhtemelen kamuoyunun büyük bir kesiminin desteğini arkasına alan merkez sağ ana muhalefet, silah yardımı konusunu Federal Meclis’te oylama planları yapıyor. Hedefleri Ukrayna’nın istediği tankları vermeye yanaşmayan Scholz’u, koalisyon ortağı yeşil ve liberal ortaklarıyla vurmak. Adeta hükümet için bir “güvenoyu” oylaması niteliği taşıyabilecek bu hamle gerçekleşirse koalisyon partilerinden vekiller de kendi hükümetlerine karşı oy kullanırlar mı bilinmez. Ancak birkaç hafta önceki zorunlu aşı yasa tasarısının oylanmasında mecliste çoğunluğu bulamadığı için büyük bir fiyaskoyla karşı karşıya kalan hükümetin önümüzdeki günlerde ondan daha ağır bir durumla karşılaşması mümkün.

***

Bu arada “Savaşa hayır!” sloganıyla yollara dökülen ve Almanya’nın “Ukrayna’ya silah yardımı”na karşı çıkan barış hareketi de benzer durumla karşı karşıya. 1960’lı yıllardan beri her paskalya döneminde gerçekleştirilen ve bir zamanlar yüzbinlerin katıldığı barış yürüyüşleri bu hafta sonunda da tekrarlandı. Kiliselerden sendikalara, sosyal demokratlardan komünistlere siyasal ve toplumsal yaşamın birçok kesimden örgütlerin bileşenlerini oluşturduğu bu eylemler son yıllarda büyük güç kaybediyordu. Bu kez Avrupa’nın bir köşesinde sıcak bir savaş yaşanması, (yani fiziksel olarak savaşın çok yakınlaşmış olması) ve nükleer silahların devreye girdiği bir dünya savaşı tehlikesi eskiye göre çok daha reel hale gelmiş olmasına rağmen bu eğilim devam etti. Almanya’nın 120 kent ve kasabasındaki yürüyüşlere katılanların sayısı birkaç binde kaldı.

Sosyal demokratların, yeşillerin, birçok sendikanın uzak kaldığı bu yürüyüşlerle ilgili tüm açıklamalar, Rusya’nın saldırıyla başlayan bu savaşın “uluslararası hukuku ihlal eden bir suç” olduğu vurgulanarak başlıyordu. Tabii bunu, “derhal ateşkes yapılması, barış görüşmeleriyle savaşa son verilmesi” talepleri, “Avrupa’da nükleer silahların olmadığı bir güvenlik, barış ve silahsızlanma süreci” özleminine ilişkin çağrılar ve Almanya’nın milyarlarca euroluk bütçeyle silahlanmaya başlamasına itirazlar takip ediyordu.

Ancak hareketinin sözcülerinin “silah olmadan barış!” sloganları ve saldırıya uğrayan Ukrayna’nın kendini savunma hakkının meşruiyeti arasındaki çelişkiye ilişkin açıklamaları yetersiz kaldı. Pasifizmde ısrar eden barışçılar, geçmişte de saflıkla, gerçeklerden uzak olmakla eleştiriliyordu. Bu kez karşılarına onları “Rusya’nın beşinci kolu” olarak gösterenler de çıktı. Üstelik bu suçlama, sosyal demokratlar ve Yeşiller’le bir “ilericiler koalisyonu” kurmuş olmakla öğünen liberallerin safalarından geldi. Temelleri barış eylemlerinde atılan Yeşiller’in liderlerinden, Başbakan Yardımcısı Robert Habeck de paskalya barış yürüyüşlerinden önceki açıklamalarıyla barış hareketini karşısına karşısına almayı tercih etmişti:

“Pasifizm artık çok uzaklaşmış bir rüya. Barış, eğer Putin saldırıyı durdurursa olabilir. Bu savaşta kimin saldırgan olduğu, kimin ağır koşullarda kendisini savunduğu ve bizim silahlarla kimi desteklememiz gerektiği açıkça ortada.”

Umarız, bütün bu yaşananların Almanya’yı sonunda savaşın fiili bir tarafı haline getireceğini ileri sürenler, süreci 1’nci Dünya Savaşı’ndan önceki döneme benzetenler haklı çıkmaz.