Yoksullaşma cenderesine sıkışan bir başka kesim, tarımsal üreticilerdir. Kapitalist çiftçi konumundakiler ve tarım dışı kazançlı faaliyetleri olanlar dışındakiler, yani neredeyse tüm küçük/orta boy tarımsal üretici kategorileri bu kapana girmiş durumdadır.

Sosyal devlet aranıyor!

Fotoğraf: Gürcan Öztürk


Sosyal-devlet ile AKP eşleşmesi adeta bir oksimoron gibi. Yani ateş ve buz gibi; yanyana bulunmaları imkânsız. Bunu şimdiye kadar göremeyenlerin önemli bir bölümü için pandemi döneminin uyarıcı bir işlev gördüğü söylenebilir. Ücretliler, işsizler, kayıt dışılar, tarımsal üreticiler, esnaf, öğrenciler ve onların ailelerinden oluşan büyük çoğunluk, kriz günlerinde devleti yanlarında göremediler. Devlet zaman zaman sahneye çıkar gibi göründüğünde ise krizi fırsat bilen sermayenin çıkarlarını kollamak üzere arz-ı endam etmekteydi.

YOKSULLAŞMANIN İSF VE OVP’YE YANSIMASI

Ortaya çıkan büyük fırsat, zaten düşük olan ücret maliyetlerinin daha da aşağıya çekilmesiydi. Başka zamanlarda emek kesimine kabul ettirilmesi hayli zor olan reel ücret geriletmeleri ve hak kayıpları, bu dönemde emekçi sınıfların çaresizliği fırsat bilinerek dayatıldı. Sisteme 2005’te girmiş olan Kısa Çalışma Ödeneği uygulaması ucuza işçi çalıştırmanın da bir mekanizmasıydı. Ama yeterli görülmedi ve sermayenin 40 yıllık talebine karşılık gelen çok geri bir “ücretsiz izin” düzeneği, asgari ücretin netinin yarısına sabitlenen bir “Nakdi Ücret Desteği” (NÜD) ile İş Kanunu’na Nisan 2020’de sokuldu.

Siz bakmayın son 2,5 yılda bu iki düzenek ile İşsizlik Ödenekleri (İÖ) toplamı üzerinden işçilere yapılan ödemelerin tüm İşsizlik Sigortası Fonu (İSF) tarihi boyunca emeğe yapılan ödemelerin yüzde 70’ini bulmasına. Bunun nedeni son yılların cömertliği değil, Fon’un 2020’ye kadar aşırı ölçülerde sermayeye ve Hazine’ye çalışmasıdır. Kaldı ki son kriz yıllarında bile sermaye, ödediği primlerden fazlasını geri almayı başarabilmiştir. Son 2,5 yılda işsizlik o denli hızlı artmıştır ki, bir çaresizlik durumu olarak Fon’un işlevinin hatırlanması ve Merkezi Bütçe’nin mümkün olduğunca devre dışı bırakılması kaygılarıyla bir politika değişikliği kendini dayatmıştır. Böylece Fon, tarihinde ilk kez, 2020 ve 2021 yıllarında açık vermiştir.

Bir de şöyle düşünelim: Eğer KÇÖ ve NÜD devreye sokulmasaydı, sosyal tepkileri karşılama zorlukları bir yana, Fonun, İÖ üzerinden çok daha fazla devreye girmesi gerekecekti. Nitekim, İÖ sadece 2019 yılı için 10 milyar düzeyindeyken, işsizliğin daha da tırmandığı Ocak 2020-Ağustos 2021 döneminde yani 20 ayın toplamı olarak yalnızca 11,2 milyar TL düzeyinde tutulabilmiştir. Bir başka karşılaştırma da yapabiliriz: 2020’nin ilk yarısında hak sahiplerine aylık yaklaşık 700 milyon TL toplam İÖ ödenirken, 2021’in aynı döneminde bu tutar, işten çıkarma yasaklarının da etkisiyle, ortalama 270 milyon TL’ye gerilemiştir.

Buna karşılık KÇÖ ödemeleri bu 20 aylık dönemde 43,4 milyar TL’ye çıkmıştır. Aynı dönemde Fon’dan, NÜD için de 13,8 milyar TL ödenmiştir. İkisinin toplamı 57,2 milyardır. Buna, 11,2 milyar TL’lik İÖ’yü de dahil edersek, 20 ayda bu üç destek için Fondan ödenen 68,5 milyar TL olmaktadır. (Bk. 15 Ağustos tarihli Birgün Pazar yazımız ile İSF Bülteni, Ağustos 2021).

Geçen hafta açıklanan Orta Vadeli Program (2022-2024) ise, Ocak 2020’den Aralık 2021 sonuna kadar İSF ve Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu’ndan (SYDTF) harcanan/harcanacak miktarı 72,2 milyar TL olarak göstermiştir. Burada bir tutarsızlık vardır. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın “Kamu Maliyesi Raporu 2021-1” (Mayıs 2021)’e göre, 2020 yılının tamamı ile 2021’in ilk beş ayında SYDTF’den Sosyal Destek Programı kapsamında 4,2 milyar TL ödenmiştir. 2021 yılı sonu itibarıyla bunun 6,8 milyar TL’ye ulaşması beklenmektedir. Ayrıca, 29 Nisan ile 17 Mayıs 2021 arasındaki tam kapanma dönemi için, SYDTF’den “Tam Kapanma Sosyal Destek Programı” kapsamında 2,2 milyar TL destek verilmiştir. (Bk. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, “2021 Yılı Kurumsal Mali Durum ve Beklentiler” Raporu). Son iki sayının toplamı 9 milyar TL’dir. Bunu İSF’den ödenen 68,5 milyar TL ile toplarsak Fonlardan yapılan destek olarak 77,5 milyar TL’yi bulunmaktadır ki, OVP’de belirtilen 72,2 milyar TL hayli aşılmaktadır. Demek ki, devletin kurumları ve verileri arasında tutarsızlıklar vardır ve açıklanmaya muhtaçtır; muhalefetin de bunu talep etmesi şarttır.

Kaldı ki, 2021’in son dört ayındaki İSF destekleri burada kapsanmamıştır. KÇÖ ve NÜD haziran sonunda bitirilmiş olsa da, aynı tarihte işten çıkarma yasağının da son bulması nedeniyle İÖ’ye hak kazanmak için başvuru yapanların sayısının temmuzda hazirana göre ikiye katlandığı, İÖ ödemelerinde de Temmuz ve Ağustos 2021’de şimdiden görünür bir artış eğilimi ortaya çıktığı görülmektedir. Böyle bir dönemde, olmayan sosyal devletin daha da geri çekileceği beklenebilir, ama toplam ödemelerin geriye gitmek yerine 77,5 milyar TL’yi aşması beklenir.

“SOSYAL DEVLET” NOTU: SIFIR

OVP (2022-24)’te Ocak 2020-Aralık 2021 döneminde pandemi dolayısıyla Merkezi Bütçe ve Fonlardan yapılan destekler toplamının 205,8 milyar TL olduğu belirtilmektedir. Bunun Fonlardan yapılacak bölümünün 72,2 milyar TL olarak gösterildiğini gördük. Merkezi Yönetim Bütçesi’nden harcanan/harcanacak miktarın ise 133,6 milyar TL olduğu yazılıyor ama bunun ayrıntısı OVP’de yer almıyor! Bu hayli kuşkulu bir büyüklüktür. Nitekim daha fazla bilgi için “Kamu Maliyesi Raporu 2021-1”in “Kovid-19 Kapsamında Alınan Tedbirler ve Tedbirlerin Ekonomik Büyüklüğü” tablosuna bakıldığında, OVP verisi ile farkı dikkate almazsak, bütçeden yapılan ödemeler içinde tek anlamlı kalem, 4,4 milyar TL’lik Sosyal Destek Programı olmaktadır. Bu kalem, aile başına 1.000’er lira olmak üzere yapılan destektir ve bu, SYDTF’den yapılan/yapılacak 6,8 milyar TL’lik destekle aynı kapsamdadır. Ama sayılan birçok önemli kalemin bir nakdi destekle ilişkisi yoktur: Örneğin, “İlaç, Tıbbi Malzeme, Sağlık Personeli Ödemeleri” (2021 sonunda 29,9 milyar TL); “KÇÖ, NÜD uygulamasının SGK prim etkisi” (21,2 milyar TL), yani bu uygulamalar dolayısıyla vazgeçilen SGK prim tahsilatı: Bunun bir nakdi ücret desteği anlamı yoktur; “Vergi indirimleri”, “Vergi ve Prim ertelemelerinin finansman maliyeti” (31,7 milyar TL) de aynı kapsamdadır.

Bunları hiç tartışmadan kabul etsek bile, iki yılın toplamı olan 205,8 milyar TL’lik sosyal desteği bu iki yılın GSYH toplamına oranlarsak, yüzde 1,76 gibi bir oran elde edilmektedir. Bu oran, IMF’nin yüzde 1,9 olarak verdiği orana yakındır. (Aslında yapılması gereken, her yılın sosyal desteğini o yılın GSYH’na oranlamaktır). Hadi eleştirilere meydan bırakmamak için 205,8 milyarı sadece 2021 yılı GSYH gerçekleşme tahminine oranlayalım, bulduğumuz oran yüzde 3,1’dir ve gene çok düşüktür. Türkiye bu destek düzeyleri bakımından kendi kategosindeki ülkeler içinde dahi alt sıralarda yer almaktadır.

Ekonomi yönetimi bu ayıbı örtebilmek için, gerek “Kamu Maliyesi Raporu 2021-1”de gerekse OVP (2022-24)’te, esas olarak sermayeye dönük olarak çalışan ve “Vergi, sosyal güvenlik primleri ve kredilerde öteleme ile uygun koşullu krediler” başlığı altında -gene ayrıntısı verilmeden- gruplandırılan 528,5 milyar TL’yi de 205,8 milyar TL’ye ekleyerek 734,2 milyar TL’lik bir toplama ulaşmaktadır. Burada birçok benzemez toplanmaktadır! Ama sonuçta, 734,2 milyar TL 2021 yılının GSYH’sine oranlanınca, “uluslararası sahneye daha az utançla çıkılabilecek” yüzde 11 gibi bir orana ulaşılmaktadır! Ama bu makyajla dahi durum kurtarılamakta, AKP iktidarı nakdi destek yerine borçlanmayı teşvik eden yani yükü vatandaşının sırtına atan antisosyal bir iktidar görünümünü korumaktadır.

KIRLAR ÇÖZÜLÜYOR; YOKSULLUK YAYILIYOR.

Sonuçta AKP iktidarının “sosyal devlet” bahsinde sınıfta kalması önlenememektedir. Son üç yıldır artan işsizlik ve yoksullaşmanın önümüzdeki dönemde de en önemli toplumsal sorunu oluşturacağı açıktır. Mutlak yoksulların sayısının artışına bağlı olarak pandemi döneminde beliren açlık sorununun büyümesi de beklenebilecektir.

Üstelik, yoksullaşmanın tek etkilediği kesim işçiler değildir; son toplu sözleşmenin gösterdiği gibi memurlar da önemli reel ücret kayıplarına mahkum edilmekte ve devlet baskısıyla örgütlü mücadele araçlarından da mahrum bırakılmaktadırlar.

sosyal-devlet-araniyor-920571-1.
Fotoğraf: Hacer Foggo

Yoksullaşma cenderesine sıkışan bir başka kesim, tarımsal üreticilerdir. Kapitalist çiftçi konumundakiler ve tarım dışı kazançlı faaliyetleri olanlar dışındakiler, yani neredeyse tüm küçük/orta boy tarımsal üretici kategorileri bu kapana girmiş durumdadır. Cenderenin bir tarafında, aşırı yükselen girdi fiyatları vardır ki bu da girdi üretim ve pazarlamasında yerli ve uluslararası tekelci piyasanın egemenliğiyle ilişkilidir; diğer tarafında ise alıcı piyasasında az sayıda ve güçlü firmanın yol açtığı fiyat baskıları bulunmaktadır.

Girdi fiyatlarının artmasının arkasında üç neden daha bulunmaktadır: Birincisi, tarıma girdi üreten ve bir koruma kalkanı sağlayabilen KİT’lerin özelleştirme ve diğer yollarla tamamen tasfiye edilmeleri, Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri’nin de etkisizleştirilmeleridir. İkincisi, son yıllardaki döviz krizleri nedeniyle ithalata aşırı bağımlı girdilerde (mazot, elektrik, gübre, ilaç, tohum, yem) enflasyonun genel düzeyini aşan artışların olmasıdır. Ayrıca dünyada emtia piyasalarındaki artış da, önemli bir etkendir. Ama sonuçta tüm bunlar, dışa bağımlı iktidarların ürünüdür.

Tarımda gözlenen çarpıcı istikrarsızlık ve yoksullaşma, tarımsal üreticilerin üretimi ve tarımı/kırsalı terketmesiyle sonuçlanmaktadır. Yaş ortalamasının 55’lere yükseldiği bu kesimde, 20 yıl sonrasını hayal etmek bile güçleşmiştir. Tarımda, yabancı işgücü olmadan artık üretim faaliyetlerinin sürdürülebilmesinin bile çok zor olduğu bir döneme girilmiştir. Gençleri tarımda tutmanın önlemleri geliştirilemezse, kapitalist çiftçiler dışında tarımsal faaliyet yapan yerli çiftçi kalmayacak, milyonlarca hektar tarımsal arazi daha üretim dışında bırakılacaktır.

AKP’nin yönetim tarzı, kendi çıkardığı yasalara bile uymamaktır. Ama bunun sonuçları olmaktadır: 2006 tarihli Tarım Kanunu hükümlerine göre çiftçiye yapılması gereken desteklerin yüzde 60’a yakın bölümünün verilmemesi nedeniyle, çiftçiler destekleme açığını bankalara borçlanarak kapatmaya çalışmaktadır. Girdi ve ürün piyasalarındaki çifte kıskaca sıkışınca da kredileri geri döndürmekte zorlanmakta, toprak ve traktör gibi üretim araçlarını haciz yoluyla bankalara /tefecilere kaptırmaktadır. Yasal görevlerini yapmayan AKP devletinin ana sorumlu olduğu bir mülksüzleştirme/yoksullaştırma süreci dayatılmaktadır.

Yoksulluğun daha da şiddetlenmesi ve yayılmasının önemli bir nedeni de, devletin toplumsal hizmet üretim alanından giderek çekilmesi, sağlık ve eğitim gibi temel kamusal hizmetleri dahi piyasalaştırmasıdır. Parasız denilen devlet okullarında bile eğitim görmenin maliyeti giderek yükselmekte, velileri sömürme ağları okul aile birlikleri-okul yönetimleri ve ilçe milli eğitim müdürleri üçgeni üzerinden örülmekte, öğrencilerin kılık-kiyafet, ulaşım ve beslenmeleri üzerinden küçük yandaş girişimcilere kârlı işler yaratılmakta, sistem tüm acımasızlığıyla en yoksulun dahi ümüğüne çökmektedir. Paralı okullarda bu sömürü mekanizması çok daha katmerlidir ve orta gelir düzeyindekilerin belini bükmektedir ama karşılaştırıldığında, devlet okullarındaki rant toplamı daha fazladır ve gelire göre sömürü oranı daha yüksektir.

SONUÇ

Bütün bu yoksullaşma eğilimlerinin çok yönlü yolsuzluklar düzeniyle ve gelir/servet dağılımının aşırı bozulmasıyla bir arada gitmemesi herhalde düşünülemezdi. Bu süreç, bütün ahlaki değerlerin çöktüğü bir toplu çözülüş dönemine denk gelmektedir.

Tipik yoksullaşma örnekleri olarak önümüzde duran küçük esnafın durumu, asgari ücretin altındaki ücretlerle ve sığınmacı işçilerle rekabete zorlanan kayıtdışı çalışanların durumu, genel olarak istihdamın dışında kalanların yaşam koşullarının ağırlığı, diplomalı işsizlerin hazin psikolojisi ve daha niceleri, siyaset üzerindeki toplumsal baskıyı giderek ağırlaştırmaktadır. İktidarın yoksullaşmanın ve yolsuzlukların getirdiği bu baskılara artık verecek cevabı kalmamıştır. AKP’nin 10 yıl önceki 2023 hayallerinin çökmesinin üzerinden epey zaman geçmiştir; bugün 2024 için vaat edebildiği kişi başına milli gelir, 2013’te yakalanan 12 bin 582 doların bile gerisinde! AKP’nin hayallerinde yaptığı indirim, hem ülkece yoksullaşmanın hem de kendi çaresizliğinin en acıklı ifadesidir. Bunu ancak haber alma özgürlüğünü kısıtlayarak, yani medya sansürü ve yalanla örtebilmeyi ummaktadır.

Bu durumda, yüksek öğrenim diploması olan gençlerin “temizlik işçiliği” için uzun kuyruklar oluşturmaları, yurtdışına gidebilmeyi kurtuluş yolu olarak görmeleri, 2000’li yıllardaki neoliberal politikaların ve gerici AKP rejiminin açık iflasından başka bir şey değildir. Devletin zor kullanma gücü üzerinden faşist baskılara sarılması, bütün bu iflasları görünmez kılmaya yöneliktir. Yazık olan, Türkiye’nin, genç nüfusunu değerlendirebilecek kapasiteye sahip olamayan tipik bir azgelişmiş ülke görüntüsü sergilemesidir. AKP zihniyetinden ilk fırsatta kurtulmanın belki de en acil gerekçesi budur.