Bir süredir kendi içimde çelişkiler yaşadığım bir özelliğim var. Özellik hep var da çelişkiler yeni. Şöyle ki, sosyal medyada bir yanlış bilgi ya da haber viralleşirken durumdan vazife çıkarıyor ve araya girip doğrusunu yazıyorum. Örneği çok ama en son Yusuf Yerkel’in Almanya’ya ticari ataşe olarak atanması sonrası çıkan “istenmeyen kişi ilan edildi” ve “akreditasyon verilmedi” iddialarının asılsız olduğunu söylemiştim. Sonrasında, iddiaların asılsız olduğunu bilmeden ya da asılsız olduğunu bile bile paylaşanların iletileri arasında dolaşmak istedim. O kadar mutlulardı ki doğrusunu söylemek keyif kaçırıcı bir iş gibi görünüyordu. Diğer yandan, benim iddiayı yalanlayan tweetim de fena bir etkileşim almamıştı. Ancak biraz uzaklaşıp bakınca iki dünya birbirinden habersiz yaşayıp gidiyordu. Benim düzeltmemle ikna olup takdir edenler zaten bu konuda algıları açık olanlar olabilirdi; peki ya diğerleri? Onlar muhtemelen görmüyor ya da görmezden geliyordu. Öyleyse düzeltip de sinir bozmanın ne alemi vardı? Çelişki buydu. İnsan doğasının karmaşıklığı içinde bu sorunun yanıtını bulmak zor ama bu haftaki Köşe Vuruşu’nda “Sosyal medyada Doğrucu Davut olmak niye sevimsizdir?” sorusu etrafında dolanacağım.

BİLMEMEYİ SEÇMEK

Vice’ta Shayla Love, Türkçe’ye ‘Kasıtlı Cehalet: Bilmemeyi Seçmek’ diye çevirebileceğimiz kitaba dayanarak yazmış.* İnsanlar bazen kasıtlı olarak bilmemeyi seçebilirler. Başkalarının Hayatı filminden de hatırlayanlar olacaktır. Soğuk Savaş yıllarında Doğu Almanya’nın Stasi isimli bir gizli polis teşkilatı öne çıkıyordu. Yaklaşık 189 bin kişi bu teşkilat için çalışıyor ve komşularını, arkadaşlarını, akrabalarını ihbar ediyorlardı. 1990’da Almanya’nın yeniden birleşmesi sonrası Stasi’nin dosyaları halka açıldı. İsteyen herkes, kendileri hakkında bilgi aktarılıp aktarılmadığını ve kimlerin aktardığını öğrenebilecekti. Şaşırtıcı bir şekilde görüldü ki, insanların büyük çoğunluğu bu hakkı kullanmamıştı. Max Planck İnsani Gelişme Enstitüsü'nde psikolog olan Gerd Gigerenzer, bu tarz durumları “pişmanlık teorisi” ile açıklıyor. Teoriye göre kasıtlı cehalet, bilgiden kaynaklanan olumsuz duygulardan yani sonradan öğrendiğinize pişman olabileceğiniz bilgilerden özellikle kaçınıyor. Tek örnek Stasi dosyaları değil, destekleyen pek çok araştırma da var.

ÇÜRÜTMEK GERİ TEPEBİLİR

İnsanlarla bir yanlışı düzeltmek adına tartışmaya girdiğimizde bazen sessizlikle bazen de öfkeyle karşılaşabilirsiniz. Bu hem düzeltirken kullandığınız üsluba hem de karşınızdaki kişinin politik kararlılığına bağlı. NiemanLab’te Taylor Datson aktarmış:** Brookings Enstitüsü araştırmacılarının bulgusuna göre; bir yanlış bilgiyi düzeltmeye yönelik bilgi kontrolü çoğunlukla politik kararlılığı olmayanları yani yanlış bilgiye sahip olanlardan çok konu hakkında fazla bilgisi olmayanları etkiliyormuş. Yani kararlı bir yandaşı ya da gözü kara bir muhalifi böyle durumlarda etkileme şansınız düşük ve aynı zamanda üsluba çok bağlı. 2019’da yapılmış başka bir araştırma*** bunu destekliyor. “Çok cahilsin keşke ölsen” şeklinde bir tavra bürünerek pek kimseyi ikna edemeyeceğimizi anlamamız gerek.

OKURYAZARLIK YETMEYEBİLİR

Bu köşenin düzenli okuyucuları, dijital medya okuryazarlığının önemine yaptığım vurguyu bilir. Ancak tüm inancıma rağmen onun da çaresiz kaldığı bir noktadan söz edeceğim. MIT Sloan araştırmacılarının yeni tarihli bir araştırması**** gösteriyor ki, medya okuryazarlığı donanımı insanların yanlış bilgileri anlamasına yardımcı oluyor ama bu onları yanlış bilgileri yaymaktan mutlaka alıkoymuyor. Çünkü maalesef insan, bilişsel yanlılıklara ve uyuşmazlıklara sahip bir canlı. Bu konuda umut verici araştırmalar da var.***** İki gruba ayrılan deneklere, bazıları yanlış bazıları doğru bazı haberler verildikten sonra ilk gruba yalnızca bu haberleri paylaşmaya ne kadar istekli olduğu sorulurken ikinci gruptan bir de haberleri doğruluk konusunda derecelendirmesi isteniyor. Sonunda görülüyor ki, ikinci grubun yanlış haberleri paylaşma isteği düşmüş. Peki bunu kendimiz yapamaz mıyız? Yani okuduğumuz her haber ve tweet sonrası acele etmeden “Bu haberin doğruluğuna kaç puan verirdim?” diye sorsak bir şeyler değişir mi acaba?

Bu köşede sosyal medya platformlarının insan doğasını manipüle etme üzerine kurulu iş modelini sık sık eleştiriyoruz. Ancak burada “insan doğası” faktörü önemli. İnsan karmaşık bir varlık. Bunu ‘kabahatin çoğu da bizde kardeşim’ demek için yazmıyorum. Sadece bugün içinde bulunduğumuz durumu düzeltmenin çok kolay olmayacağını hatırlatıyorum. Şartlara göre ‘Doğrucu Davut’ olmak sevimsiz ya da pek işe yaramayan bir durum haline gelebilir. Yine de vicdani sorumlulukla ısrar etmekten yanayım. Bunun için sadece eğitime ve ısrara değil; üsluba, nezakete ve ikna edici argüman kurma becerisine de ihtiyacımız var.

* https://www.vice.com/en/article/dypybk/what-we-dont-want-to-know

** https://www.niemanlab.org/2022/01/fact-checking-may-be-important-but-it-wont-help-americans-learn-to-disagree-better/

*** https://www.nature.com/articles/s41562-019-0632-4

**** https://mitsloan.mit.edu/ideas-made-to-matter/study-digital-literacy-doesnt-stop-spread-misinformation

***** https://mitsloan.mit.edu/ideas-made-to-matter/study-accuracy-nudge-could-curtail-covid-19-misinformation-online