Yapılacaksa eğer, seçimler yaklaştıkça tedirginlik artıyor. Normal koşullarda hiç kazanma şansı olmayan Saraylılar hiç gitmeyeceklermiş gibi caka satmayı sürdürüyor. Toplumsal muhalefet dinamiklerini hiçe sayan meclis muhalefeti hayal dahi satamıyor.

Hani fiyaskoyla sonuçlanan bir deprem tatbikatı yapıldı ya, meclis muhalefetinin tatbikat yapmaya bile niyeti yok. Bırakın tatbikatı, ortalıkta inandırıcı bir vaat bile yok. CHP anahtar bendedir demekle yetiniyor. HDP kilit partiyim demekle yetiniyor. Ve toplumsal muhalefetin ve sosyalistlerin ise anahtar veya kilit seçeneğinde yer alması, bağımsız siyaset savunmaktan vazgeçmesi dayatılıyor. Sosyalistlerin kendi güçlerine ve güç birliklerine burun kıvrılıyor. İttifaklar dışında kalmanın lüzumu yok deniliyor.

Oysa şimdi tam da sosyalistliğin lüzumu var. Sosyalizm haliyle yakın bir hedef olarak görülemese de sosyalistlik şu günlerde belki de sosyalizmden daha önemli. Sosyalistlik, özellikle yaşadığımız günlerde, emekçilerin çıkarlarını savunmak, sömürüye karşı çıkmak, özgürlükten, laiklikten, bağımsızlıktan yana olmaktan da öte bir duruştur. Cesarettir. Zulme karşı çıkabilmek için her şeyi göze alabilmenin siyasetidir. Sosyalistlik, şu memlekette iyilik denilen hissiyatın tükenmemiş olmasının ispatıdır. Sosyalistlik, Kılıçdaroğlu’nun CHP’sine sol-sağ bitmedi, sosyalistlerin sözleri ve hedefleri tükenmedi diyebilmektir. Sosyalistlik, HDP yöneticilerine, hâlâ solculuk renginiz olacaksa, laiklikten ve bağımsızlıktan vazgeçmeyin, hiç olmazsa mesela Demirtaş’ın uyarılarına biraz daha fazla kulak verin diyebilmektir.

Varsın CHP anahtar, varsın HDP kilit olarak yine de lazım olsun, ama sosyalistliğin lüzumu olduğu unutturulmasın. Lafı uzatmayayım ve 2010 yılında bu köşede “Anahtar, Kilit ve Kapı” başlığıyla yazdıklarımı tekrarlayıp sosyalistlerin bağımsız siyasetine ihtiyacı ve sosyalistliğin neden lazım

***

Bir gözünde keder vardı öbür gözünde gülümseme... “Ama nasıl olur?” demeyin, öyle işte...

Önünde iki kapı vardı, biri kara biri ak... Ve ak kapının üzerinde kara bir kilit ve kara kapının üzerinde ak bir kilit. Eline de iki anahtar vermişlerdi. Anahtarların renkleri de kara ve ak... Lakin, diyorlardı ki, tek bir kapıyı açabilirdi ve bunun için tek bir şansı vardı... Üstelik anahtarı kilidin rengine göre mi kapının rengine göre mi seçecek, bilmiyordu... Üstelik hangi kapıyı açması gerektiğini de bilmiyordu. Bunu da ancak eline anahtarları verenlerden öğrenebilecekti. Ya birilerinden ya öbürlerinden... Belki ak kapının anahtarı karaydı, kara kapının anahtarı ak... Belki ak kilidin anahtarı karaydı, kara kilidin anahtarı ak... Ve ona söyledikleri son bir şey daha vardı: Kapılardan biri ölüme biri hayata açılırdı... Karar vermesi lazımdı... Keramet kapıda mı, kilitte mi, anahtarda mı? Birileri ona hayat kapısında hangi kilidin olduğunu bildiğini söylemekteydi. Öbürleri de hangi anahtarın hangi kilidi açtığını...

Taraf tutmalı, ya birinden ya öbüründen yana olmalıydı. Ancak her iki taraf da tek şart koşmaktaydı: Hangi anahtarın hangi kilidi açtığını ya da hangi kapının hayata açıldığını onlardan öğrendiğinde, belki hayatta kalacak, ama mutlaka kendisi olmaktan vazgeçecekti.

Öyleyse, ölmemesi ve kendisinden vazgeçmeden yaşayabilmesi için kapıyı kendi başına açabilmesi şarttı. Ne yapacaktı? Ya ak anahtarı kara kilide sokup ak kapıyı açacak... Ya kara anahtarı ak kilide sokup kara kapıyı açacak... Ya ölümle ya hayatla karşılaşacak... Açamazsa? Yine el kapılarının önünde Araf’ta kala kalacak...

Ya da...

İşte bunu bildiğini onların bilmediklerini bildiğinden, gözlerine bir gülümseme oturdu. Şimdi bir gözünde gülümseme vardı öbür gözünde yine gülümseme... Artık gözleri gülümsüyordu...

Görmüştü: anahtar realiteydi, kilit politika, kapı da reelpolitikaydı… Keramet kapıda, kilitte, anahtarda değildi. Keramet kendisindeydi.

Elindeki anahtarları fırlattı attı... Arkasını kapılara döndü ve yürüdü... Bu tür ikilemlerin olmadığı bir iklime yürüdü... Kapısını ancak tekmeyi vurunca açacağı kendi özgür hayatını aramaya yürüdü. Kapıları reelpolitikayla değil tekme vurarak açanların yoluna yürüdü...

Çünkü anlamıştı ki marifet ne kapıda ne kilitte ne anahtarda, marifet bütün ikbal kapılarına dönüp arkanı, yoldaşlarınla yürümeyi sürdürebilmek kendi yolunda...

“Ama nasıl olur?” demeyin, böyle olmalı işte...