Bu kadar karanlık filmler yapmak yerine neden intihar etmiyor yönetmenler diye düşünmüyor değilim. Hayat zaten karanlık, daha fazla zorlaştırmanın manası ne? Gerçekçilik mi sebep? Gerçekle nasıl baş edeceğiz peki? Biraz ışık lazım

Sosyalizm sonrası manzaraları

KABİLE

Eski Sovyet Cumhuriyetlerinde kokuşmuş bir şeyler var. Daha doğrusu kokuşmamış pek bir şey yok. Bu ülkelerden gelen filmlere bakıp da, ne iyi olmuş da o baskıcı sosyalist rejimler çökmüş demek mümkün değil. Kokuşmanın tabii ki daha geçmişe giden bir tarihi var. Sosyalist sistem kapitalizmin baskıları karşısında çatırdarken, halktan güçlü bir destek bulamadı. Ya sosyalizm yolunda daha ileri gidilecekti ya da sistem çökecekti. Maalesef gidilemedi ve sistem çöktü. Kanımca, geçen yüzyılın en trajik olayı budur.

“Leviathan”ın Rusya’sını düşünün. Yaşamak istenilecek en son ülkelerden biri gibiydi filmde Rusya. Hak, hukuk sıfıra inmiş, güçlünün güçsüzü acımadan ezdiği berbat bir sistem hüküm sürüyor. “Uyum Dersleri”nin (İstanbul Film Festivali’nde gösterildi) Kazakistan’ını düşünün ki o da bir okul ortamını anlatıyordu ve “Kabile”yle yakından akrabaydı. Yine acımasızlık, yine korkunç bir şiddetin hüküm sürdüğü bir ülke vardı perdede. “Işık Hırsızı”nın Kırgızistan’ına bakın ya da (yine İFF’de gösterildi)… Hep aynı şeyler: Sefalet, şiddet, yozlaşmışlık, çürümüşlük, kokuşmuşluk. Bu örneklerin sonu yok.

KOŞTURMACA VAR
Ukrayna filmi “Kabile” bu zincirin yeni bir halkası. Yine bir okul, yine şiddete batmış gençlik, yine yoz yöneticiler ve yine çıkışsızlık, çıkışsızlık, çıkışsızlık. “Kabile”yi farklı kılan, biçimi. Fildeki okul, sağır ve dilsiz öğrencilere hizmet veren bir okul. Filmde işaret dilinden başka dil yok ve filmin kahramanları işaret diliyle konuşuyorlar. Bu dil altyazıyla seyirciye aktarılmıyor. Ama olanı biteni takip etmek yine de çok zor değil. Her şeyi anlamasak da, çok önemli değil. Yönetmen uzun planları tercih etmiş. Bu uzun planların yavaşlığı, oyuncuların hızlı hareketleriyle dengelenmiş gibi. Film boyunca oyuncular sanki bir koşturmaca içinde. Yönetmen böyle bir tercih yapmasa belki filmi izlemek daha zor olacaktı, belki film akmayacaktı. Oysa uzun süresine rağmen film akıyor.

Film yeni bir öğrencinin okula gelmesiyle başlıyor. Yeni öğrenci okuldaki hiyerarşi ve düzenle çabuk tanışıyor. Okul sanki okul değil de bir mafya örgütlenmesi. Öğretmenlerin de katıldığı bu suç ortamında, en çok para kazandıran aktivite kız öğrencilerin kamyonculara pazarlanması. Yeni öğrencimiz, hiyerarşide çabuk yükseliyor ve pezevenkliğe terfi ediyor. Ama pazarladığı kızlardan birine aşık olması, işlerin sarpa sarmasına neden oluyor.

FİLMİN TUHAFLIKLARI
Filmin sorunu şu ki, kahramanımızın geçirdiği büyük değişim ikna edici bir şekilde işlenmiyor. Filmin sırlarını açık etmeme gerekliliği daha fazlasını yazmamı engelliyor. Fakat filmin finaline de hiç ikna olmadım. Sağır biri sesleri duymayabilir ama herhalde odadaki hareketlere, titreşimlere duyarlılığı duyan birinden daha fazladır. Odalarda kıyamet koparken, sırf ses duymadıkları için kimsenin uyanmaması tuhaf.

Bütün bunları bir metafor olarak da düşünebiliriz tabii ki. Ukrayna’nın bir mikrokosmosu olarak bakabiliriz bu sağır dilsiz okuluna. Yine de film, şiddetin çarpıcılığından daha fazla bir şey bırakmıyor akılda. Bir “Leviathan”a değil ama “Kabile”ye vaktinizi ayırmaya değer. Bir de bu kadar karanlık filmler yapmak yerine neden intihar etmiyor yönetmenler diye düşünmüyor değilim. Hayat zaten karanlık, daha fazla zorlaştırmanın manası ne? Gerçekçilik mi sebep?

Gerçekle nasıl baş edeceğiz peki? Biraz ışık lazım. Çok değil, biraz. Kapkara değil hafif griye çalsın yeter ki… “Kabile”de o kadarı bile yok.

***

Merhaba hüzün!

TERS YÜZ

“Ergenlik hüzün demektir. Giden ve bir daha geri gelmeyecek olanın hüznüdür. Giden çocukluktur, biseksüalitedir, anne babayla kurulmuş olan yoğun bağdır. Gidenlerin yasını tutmak gerekir. Ergenlik bir yas sürecidir ve ‘mutlu ergen yoktur’. Hüzün, yas ve mutsuzluk…”

Talat Parman, adını kısmen Françoise Sagan’ın romanından alan “Ergenlik ya da Merhaba Hüzün” adlı eserinde söylüyor bunları. “Ters Yüz” filminin konusu tam da bu: Çocukluktan çıkış ve ergenliğin sancılarının başlangıcıyla birlikte hüznün belirleyen duygu haline gelişi…

“Ters Yüz” bir çizgi film ama “Başlangıç”tan (Inception) bu yana seyrettiğim en karmaşık olay örgüsüne sahip film diyebilirim. Tıpkı “Başlangıç” gibi “Ters Yüz” de iki dünya arasında gidip geliyor; iç ve dış dünya. Zaten filmin orijinal adı da buna gönderme yapıyor (“inside out” tam olarak için dışarı çıkması demek).

BÜYÜME SANCILARI
Film, kahramanı 11 yaşındaki kız çocuğu Riley’ye hüzünlenmek ve yas tutmak için somut bir neden veriyor: Riley, çok mutlu bir çocukluğun ardından ciddi bir travma yaşıyor. Riley, çocukluğunun geçtiği Minnesota’dan ayrılıp, ailesiyle birlikte San Francisco’yo göç ediyor. Riley, evini, odasını, arkadaşlarını, hokey takımını, kısacası sevdiği her şeyi geride bırakıyor. Üstelik, ailesinin maddi durumu da kötüye gidiyor ve bir taşımacılık sorunu nedeniyle eşyaları bir türlü yeni evlerine ulaştırılmıyor. Riley’nin kaybı ve dolayısıyla yasının nedeni çok somut görünüyor ama aslında Riley birçok ergenin yaşadığı bir şeyi yaşıyor. Riley aslen çocukluğunu kaybediyor, büyüyor ve yeni birine dönüşürken bocalıyor. Buluğ çağı, blues çağına dönüşüyor. Çünkü hüznün rengi mavi (blue)ve Riley’nin temel beş duygusundan bu dönemde öne çıkanı hüzün. Filmde Riley’nin beş temel duygusu neşe, öfke, tiksinti, korku ve hüzün. Bu beş duyguyu karakterler olarak filmde görüyoruz çünkü dediğim gibi film Riley’nin içinde de dolaşıyor. Film, Riley’nin rüyalarına ve bilinçaltına giriyor: Bu dünyada çekirdek anılar birer eğlence parkı olarak temsil ediliyor. Yine “Başlangıç”ta olduğu gibi bazı yapıların çöktüğünü de izliyoruz. Çünkü anıların anlamları ve duyguları değişiyor. Bir zamanlar Riley’nin neşeyle sahip çıktığı anısı, hüzünlü bir anıya dönüşüyor. Fakat hüznün de çok yapıcı bir işlevi var: Başkalarına ihtiyaç duyduğumuzu fark ettiriyor.

GÖNDERMELER DE VAR
“Ters Yüz” bırakın çocukları birçok yetişkinin de anlamakta güçlük çekebileceği göndermeler içeriyor. Bir sahnede resim sanatının somuttan soyuta geçişini izliyoruz örneğin. Düzgün figürler, bozuluyor, kübikleşiyor ve sonunda iki boyutlu temel renklere indirgeniyor. Yine bir başka sahnede Polanski’nin “Çin Mahallesi”ne gönderme yapılıyor. Bu filmin (Çin Mahallesi), kritik repliklerinden biri: “Boş ver Jake, Çin Mahallesi’ndeyiz” diyedir. Filmde bu “Boşver Jake, Bulut Kasabası”ndayız şeklinde. Tabii mahalle yerine kasaba sözcüğünü seçmek bir çeviri ya da sinema kültürü hatası ve “filmi keşke orijinal dilinden seyretseydik”, dedirtiyor. Çünkü zihinde kasaba yerine mahalleyi koyup, neye gönderme yapıldığını anlamak zaman alıyor. Ve belki başka göndermeleri kaçırdığımız duygusunu veriyor.

“Ters Yüz”den 11 yaşından küçük çocukların ne anlayacağını bilemiyorum. Ben, ikinci defa seyretme gereğini duyuyorum. Fakat her hâlükârda filmi tavsiye ederim. “Başlangıç” karmaşık konusuna rağmen çok kişinin ilgisini çekmişti, belki bu durum “Ters Yüz” içinde geçerlidir. Umarım öyle olur.