Trump yönetimi ve Beyaz Saray tarafından temsil edilen Cumhuriyetçiler, bu kendinden menkul sosyalistlerin kongrede ve seçimlerde kazandığı desteği olabildikçe minimize etmeye çalışıyor

Sosyalizm Trump’ı korkutuyor:  Beyaz Saray’da Kızıl Tehlike Raporu

MARTIN VARESE
MICHAEL BLOSSER


Beyaz Saray Ekonomik Danışma Kurulu, geçtiğimiz haftanın başında, “Marx’ın 200. Doğum günü tesadüfiyle Amerikan siyasi söyleminde sosyalizmin dönüşü” sebebiyle (halbuki Marx’ın doğum günü Mayıs ayındaydı) “Sosyalizmin Fırsat Maliyeti” başlıklı bir rapor yayınladı.

Rapora baktığımızda ise, sola eğilimli siyasetçilerin kendinden menkul bir şekilde ülkedeki politik arenada daha fazla yer tutmaya başlamasıyla, Trump yönetimini sosyalizmin geri dönüşü korkusu sarmış durumda.


Amerikan Demokrat Sosyalistleri elli bin üyeye ulaşmış durumda ve evrensel sağlık hizmeti, bedava eğitim, zenginlerden ve şirketlerden yüksek vergi politikalarıyla da nüfusun çoğunluğundan destek görüyorlar. Rapor, her ne kadar Marx’ın doğumunun 200. Yılıyla sosyalizmin yükselmesini dolaylı gösterse de Kasım 2016’da Trump’ın seçilmesiyle birlikte bir yandan da faşizmin ve ayrımcı politikaların da arttığını görmezden geliyor.

Bu tamamen “takvim tesadüfü” olan rapor, ilerici adayların anketlerde yükseldiği ve popülaritesini artırdığı Kasım’daki ara dönem seçimlerinden hemen önce basıldı. Kurul, komünizme ve komünistlere yönelik “kızıl tehlike” ve “cadı avı” gibi, McCarthy dönemi politikalarının tekrar kullanılmasına olumlu gözle bakıyor.

Rapor, seçimlerden haftalar önce, fakat Pew Araştırma Merkezi’nin ortaya çıkardığı; 10 Amerikalıdan 6'sının, tüm Amerikalıların sağlık hizmetleri federal devlet tarafından sağlanmalıdır dediği, yüzde 31'inin de tüm sağlık masraflarının vergilerle karşılanması gerektiğini savunduğu araştırmadan haftalar sonra çıktı. Aynı araştırmaya göre seçmenlerin yüzde otuzu sağlık hizmetinin en önemli husus olduğu konusunda hem fikirken, bu oranı yüzde 21 ile iş ve ekonomi, yüzde 15 ile de göçmen ve bireysel silahlanma meselesi takip ediyor.

Trump yönetimi ve Beyaz Saray tarafından temsil edilen Cumhuriyetçiler, bu kendinden menkul sosyalistlerin kongrede ve seçimlerde kazandığı desteği olabildikçe minimize etmeye çalışıyor desek, kurulun hazırladığı raporun asıl niyetini doğru saptamış oluruz.

Demokratların kongre adaylarından Alexandria Ocasio-Cortez’in Ağustos ayında söylediği şu sözler, hiçbir zaman şu anki kadar uygun olmamıştı:

“Neden mesele sadece çocuklarımızın eğitimine ve sağlığına gelince bütçemiz olmuyor? Neden mesele bir tek çocuklarımızın ileride uygun şartlarda büyümesini sağlayacak yüzde yüz yenilenebilir enerjiye gelince bütçemiz olmuyor ama savaş için sınırsız çekler yazabiliyoruz? Daha yeni 2 trilyon Amerikan doları ederinde bir vergi kesintisine uğradık ve kimse bize bu paranın nereye gideceğini söylemedi.”

Yayınlanan rapor, kendisine akademik bir hava katmaya çalışıyor ve temel olarak Milton Friedman’ın ekonomik sistemine, radikal serbest pazar ve minimum devlet müdahalesine dayanıyor. Friedman’ın tezi itfaiye, polis, kütüphane, okul, hastane gibi halka yarar için olan ve insanların karşılayamayacağı kamu hizmetlerini yok etmeye yönelik. Bunun kârı da zengin azınlığa giderken, kitlelere zarar olarak dönecek.

Rapor ilk olarak Küba gibi ülkeleri inceliyor, bu ülkeleri “anti demokratik hükümetler” olarak yaftalarken devamlı olarak “daha az gıda üretimi ve açlıktan ölen milyonlar” gibi iftiralarda bulunuyor.

Raporun yazarları nedense Birleşik Devletlerin adada altmış yıllık cinayet sayılabilecek ekonomik ambargosundan ve tabii ki Küba Devrimi'nin önemli kazanımlarından bahsetmeyi unutuyor. Yüzde 99'luk okuma yazma oranı, ilköğretimden üniversiteye bedava eğitim, Birleşmiş Milletler tarafından da övülen herkese sağlık hizmeti ve dünyanın en düşük suç oranlarından biri. Tüm bu kazanımlar, soykırımcı Amerikan ambargosuna rağmen 60 yılda sadece 134 .5 milyar dolara mal oldu. Kurul raporu insnaların Küba’da özgürlük olmadığına inanmasını istiyor fakat bu da doğru değil. Küba’da sadece güçlü bir demokrasi olması bir yana, halkın da temel ihtiyaçları karşılanır durumda. “Birçokları için özgürlük, endişeden uzak olmak demektir. Gıda, barınma, eğitim ve sağlık gibi temel ihtiyaçların sağlanmasının toplumda çözülmez bir bağ ile korunmasıdır. Bunların hiç biri hayır için değildir, toplumsal refahın temel kaynağı için yapılan yatırımdır, yani insan değeri için” diye yazıyor Dr. Arsah M Khan, 2017’de.

Rapor sonra da demokrasinin himayesi altında barışçıl şekilde yürütülen üst seviyede sosyalist politikaları olan Venezuella’ya geçiyor ve özelde Bolivar Devrimi'ni, genelde ise 21. Yüzyıl sosyalizmini ve Latin Amerika ülkelerinin ulusal halkçı politikalarını kötülemeye çalışıyor. Rapor; “Bu ülkeler sosyalizmin temellerinden gelen olumsuz sonuçlarının özeldeki örnekleridir” diye devam ediyor.

Ancak, aynı zamanda bilinçli olarak çok önemli rakamları ve gerçekleri de görmezden geliyor. İlk olarak, yine ABD tarafından, yoksullar için 2 milyondan fazla ev inşa eden ve Küba’nın da yardımıyla hayatında doktor görmemiş insanlara sağlık hizmeti Venezüella’ya yönelik ambargodan ve ekonomik savaştan bahsetmiyor. Aynı Venezuella milyonları yoksulluktan kurtarıp toplumun refahı için tüm ekonomik bölüşümünü sıfırdan inşa edebilmişken.
Rapor aynı zamanda Bolivya’yı, Güney Amerika’da en yüksek ekonomik büyüme rakamlarını demokratik ve bağımsız bir yönetimle bulan ülkeyi de es geçiyor. İlk yerli başkanı Evo Morales’in yönetiminde, ülke bir dizi ekonomik ve sosyal reformla ve inançla 21. Yüzyıl sosyalizmini uygulayarak, Latin Amerika’nın problemlerine farklı bir bakış açısı getirerek, Friedman ve diğer Chicago Boys isimlerinin öve öve bitiremediği neoliberalizmden olabilecek en uzak noktada başarıya ulaştı.

Son on yıl içerisinde, Başkan Evo Morales tarafından yürütülen bağımsız inisiyatiflerle, Bolivya’nın sosyoekonomik modeli ithalat kaynaklarından gelecek gelirlerle ekonomisini güçlendirerek, zenginliğin yeniden bölüşümünü sağladı ve yoksulluk ciddi oranda düştü.

Rapor aynı zamanda Arjantin, Brezilya, Peru, Kolombiya ve Meksika gibi, ABD tarafından desteklenen neoliberal politikaları tartışmasız şekilde yürütmenin cefasını çeken ve IMF’ye bağımlı hale getirilen ülkelerden de bahsetmiyor.
Bu tarz sağ kanat hükümetler eşitsizliği serbest pazar olarak gösteren ve devlet müdahalesine kesinkes karşı çıkan-kurulun sosyalizm tanımının tam karşısında olan- ekonomik modeli temel alıyor. Benzer şekilde, Latin Amerika’da 90'larda, sağ hükümetlerin bir bir Yapısal Adaptasyon Programları uyguladıkları Amerikan ve Batı Avrupalı kapitalist efendilerinin emirlerini yerine getirdikleri neoliberalizmin altın çağı yaşanırken, kıta dünyanın en yoksul ve en eşitsiz bölgesine dönüşmüş, en az değeri ürettiği gibi sürekli olarak eksi ekonomik büyüme vermişti.

Latin Amerika, tüm dünyaya on yıldan az ya da çok sürede, sosyalizmin yürüyebileceğini, hatta kapitalizmden daha başarılı olabileceğini göstermişti. Geçtiğimiz birkaç yıl içerisinde (hangi ülkeden bahsettiğimize göre değişir) bölgede neoliberalizmin dönüşü aynı zamanda krizin, yoksulluğun ve eşitsizliğin de dönüşü oldu.

MR Online’den Çeviren: Yusuf Tuna Koç