Çocukluğumdan bu yana, ‘milli birlik ve bütünlüğe en fazla ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde’ diye başlayan konuşmaları, iktidardaki politikacılardan hep duymuşumdur. Herkesi milli birlik içinde durmaya; milli meselelerde tek ses olmaya davet eden bu söylem, hiç değişmeden bugüne geldi. Bu geleneğin bugünkü versiyonu ise ikisi de aynı anlamda kullanıldığı anlaşılan yerli ve milli sözcüklerinde dile gelmiş bulunuyor ve aynı şekilde muhataplarını hizaya geçmeye davet ediyor.

Dünyanın, ulus devletler arasında paylaştırıldığı zamanların ürünü olan millilik adeta doğal bir durum olarak kabul edilmişti. Gellner’in çarpıcı ifadesiyle bir insanın iki kulağı bir ağzı olduğu gibi, bir de milleti olmalıydı. Bu yüzden millilik vurgusunun etkisi kapitalist dünya kadar sosyalist dünyayı da meşgul etmiş; hatta sosyalistler millilik karşısında tereddütler yaşamıştı. Milliliğe dair bu tereddüt Türkiye sosyalist hareketini de etkilemiştir. Mesela milli burjuvaziyi dahil olduğu sınıftan ayırmak ve Cumhuriyet’in kurucu siyasetini milli burjuvazi ile ilişkili olarak analiz etmek, dönemin siyasal pratiklerinin boyutlarını görmeyi engellemiştir. Keza ‘baş düşman’,‘baş çelişki’ tartışması da milli burjuvaziyi müttefik alana çeken bir siyasal analize imkan sağlamıştır. Özetle, milliliğe dair söylem, hemen her zaman müphem ve dolayısıyla gerilimli kalmış ama gücünü korumuştur.

Gücü, gerilimlerini ortaya çıkarmayı engellemiş ve bu da müphem halini muhafaza etmiştir. Millilik haline dair müphemlik ve gerilimi herhalde en iyi Türkiye tecrübesinden okuyabiliriz. Mesela millilik söyleminin en güçlü kullanıldığı Cumhuriyet’in ilk döneminde on binlerce insan yerlerinden edilmiş ya da tasfiye edilmişti. Hepsinin gerekçesi milli birlik idi. 2510 sayılı İskan Kanununun amacı memlekette ‘milli dil ve kültürde birlik’ diye yazılmıştı. Cumhuriyet gazetesi ‘Zilan Deresinin lebalep cesetle dolduğunu’ (16.07.1930) gayet normal bir haber gibi yazmıştı. Çünkü milli birliğin bir gereğiydi. Keza A. Cemil Akıncı, hatıratında 1938’de Dersim’de milli bağımsızlık için oluk oluk kan akıtıldığını yazmıştı. Millilik söylemi, en olamaz denileni bile ‘normalleştiren’ bir örtü gibiydi.

Atatürk sonrası dönem de milliliğin örten ve açan gerilimleriyle yüklüydü. 1938’de ölümünün hemen ardından TBMM, İsmet İnönü’yü ittifakla cumhurbaşkanı olarak seçmiş ve ‘güçlü’ bir milli birlik gerçekleşmişti. Çok kısa bir süre sonra da İnönü, bu kez ebedi milli şef ilan edilmiş ve görünüşe göre çok daha güçlü bir milli birlik tesis edilmişti. Tesadüf mü bilinmez ama bu kararı okumak da Adnan Menderes’e düşmüştü. Ama çok değil, birkaç yıl sonra kurucuları arasında Adnan Menderes’in de olduğu Demokrat Parti, Yeter, Söz Milletin diyecekti. Parti önceki dönem milliliğine bayrak açmış ve halkın oyu ile iktidara gelmişti. Demek ki önceki dönemde güçlü görünen milli birlik aslında güçlü de, milli de değildi. Artık yeni bir milli söylem zamanıydı.

Ne var ki DP’nin on yıllık iktidarı sonunda başbakan ve iki bakanı idam eden askeri darbenin görünür gerekçesi yine milli idi. Müdahalenin gerekçelerine bakılırsa darbe milletin birliği ve bütünlüğü adına yapılmıştı. Hatta darbe ile kurulan en üst yönetim merkezine Milli Birlik Komitesi adı verilmişti. 60’lı yılların milliliği bambaşka tuhaflıklar içeriyordu. 1980 darbesinin yöneticisi Kenan Evren, ilk konuşmasında vatanın ve milletin bütünlüğü için yönetime el koyduklarını açıklamıştı. Ama darbeciler sadece ülkenin demokrat potansiyelini değil, fikri iktidarda kendileri içeride olan bazı ülkücü gençleri de ‘milletin huzuru’ gibi tuhaf sebeplerle idam etmişlerdi.

2000’li yıllarda Türkiye’de Kürt sorununu çözme hedefiyle girişilen çözüm sürecinin adı da geleneğe uygun olarak Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi idi. Şimdilerde HDP’nin kapatılması yönündeki girişimlerin gerekçesi de yine milli bütünlüğü korumak diye ifade ediliyor. Kısaca yine/yeniden ‘milletçe birlik ve beraberliğe en fazla muhtaç olduğumuz şu günlerde’ diye başlayan geleneksel söylem gündemde.

Sahi bu millilik tam olarak nedir? Millilik literatürünü Türkiye deneyimine tercüme etmek bile milli sebeplerle, hayli meşakkatli bir iş.