Faşist 12 Eylül darbesi ekonomik krizin derinleşme eğilimi gösterdiği ama asıl olarak 12 Mart darbesinin toplumsal ve siyasi hasarının giderilmek üzere olduğu zamanın darbesidir. İşçi sınıfının toparlanma, siyaseten var olma çabalarının bastırılması amaçlıdır. Sermaye sınıfı gidişin “iyi” olmadığına ekonomik ve siyasi krizin bu yolla atlatılamayacağına, durumun dünyadaki genel gidişe uygun olmadığına karar verdi. Süleyman Demirel de ayakta kalabilmek için 24 Ocak kararları olarak bilinen yüksek oranlı devalüasyon ve bir dizi yeni kuralla neoliberal monetarist piyasa modeline geçme kararı aldı.

Demirel’in hesaplamadığı gerçek ise bu kararın parlamenter sistem içinde, üstelik işçi hareketi ayağa kalkmaya çalışır, tüm toplum kesimlerinde, akademide muhalefet güçlenirken uygulanmasının mümkün olmadığı idi. Generaller harekete geçtiler. Parlamento, siyasi partiler tüm demokratik kitle örgütleri kapatıldı. Beşli çete, her zaman hazırda bekleyen bürokrasi, IMF ile birlikte ekonomiyi, siyaseti yönetmeye başladı.

Kuşkusuz bu gibi durumlarda muhalefetin boşalttığı ideolojik alanın doldurulması gerekir. Bu yeni ideolojinin tüm öteki ülkelerdeki gibi “postmodern” bir kimlik taşıması kaçınılmazdı. Çünkü zaten Kuruluştan bu yana egemen toplum bilim anlayışı sınıf temelli bir yaklaşımı reddetmiş, devletin ideolojisi bu red üzerine kurulmuştu. Kötü zamanlardı. Batı ile birlikte o sırlarda “tarihin sonu geldi”, “ideolojiler öldü” türü “derin” analizlere dayalı politik çizgiler entelektüel hayata egemen oldu.

İsimlendirmeye gerek yok, önemli olan ne olduğu, ne yapıldığı, dönemin temel karakteristiğini ne olduğudur. Marksizmin akademiden kovulduğu bu yıllarda bu anlayışın kendini Batı kaynaklarıyla yenilemesi zor olmadı. Sivil toplumculuk zamanı diye tarif edilebilir. Bu dönemi biraz daha ayrıntılı anlatmak gerekirse, ekonomide monetarizmin, toplumsal hayatı çözümlemek için Max Weber kökenli tezlerin, politikada ise bir büyük hukukçu olarak yeniden parlatılan Hitler’in hukukçusu Carl Schmitt’in tezlerinin propaganda edildiğini görmek yeterlidir.

Bu dönemde politik gelişmeler sınıfların durumuna, ekonomiyi bu temelde tartışacak tezlere göre değil, “merkez- çevre farklılaşması”, “islamcı halk- bürokratik devlet kamplaşması” türünden toplumsal değişimi kültürel farklılarla açıklayan, bu hikayelerde bile muhafazakar tutum sergileyen anlayış egemen oldu. Tüm bu gelişmeyi tanımlamak için felsefede idealizmin yeni biçimlerinin, iktisadın “yeni” modellerinin ve her şeyi kültürel farklılıklarla açıklayan, diyalektik ve tarihi maddeciliği reddeden anlayışın zaten varolan temel üzerine zorun etkili desteği ile yerleştirildiğini söylemek yeterli olacaktır. Peki bu duruma itiraz eden birileri çıkmayacak mı?

Yok hayır, çıktı, çıkıyor, devamı da umarım gelecektir...

Hiç vakit yitirmeyin; KHK ile üniversiteden uzaklaştırılmış, kendisinin de bir kaç kere söylediği gibi öfkesini, heyecanını yetkin bir kitaba yansıtmış Dr.Atila Güney’in Yordam Kitap’tan Kasım 2019’da çıkan “Sosyolojinin Marksist Reddiyesi”ni okuyun. Böylece hem meydanın boş olmadığını gösteren bu eseri okuyunca kendinizi zenginleşmiş hissedecek, hem de kısa bir süre sonra liberal dünyada, her ne kadar görmemeyi tercih etseler de bir panik havasının esmeye başladığını göreceksiniz. Uzunca bir süredir Batı kaynaklı her türden “Post” literatürün doldurduğu meydanın karışmasında yarar vardır.

Çünkü bilgisi coşkusuna yansıyan bu eser neoliberal piyasayı dağıtacak potansiyeli taşımaktadır.

Teşekkürler Atila Güney...