Sovyet Sinemasının genel özellikleri içinde en belirgin olanı: Dinamik kurgudur. Kurgunun bütün dünya sinemasında ilk teorisyenleri ve ilk farklı uygulayıcıları Sovyet Sinemacıları idiler. Daha sonra modern dönemde sanatsal üretimde en kritik özellik haline gelecek nitelik olarak kurgunun kaşifi olma şerefi onlara aittir.

Bu kurgunun en önemli özelliği iki farklı plan bir araya getirildiğinde, sadece birbirine eklenmiş olmuyor, tıpkı diyalektikte olduğu gibi, iki farklı şeyin birbiriyle ilişkisinden dolayı, üçüncü ve her ikisinde olmayan bir anlam ortaya çıkıyordu.


Bu belirli ölçülerde Sovyet Sinemasında edebiyatın belirli niteliklerinin sinemaya taşınması için aktif ve etkin biçimde kullanıldı. Örneğin
i) tanıdık olandan çıkarma (defamiliarization),
ii) ön plana taşıma ya da öne çıkarma,
iii) çelişkinin anlatılması,
iv) sembollerin üretilmesi, ya da yönetmenin estetik kaygılarından farklı olarak olguya dair kişisel tavrının eserin içinde üretilmesi…

Bu anlamda Sovyet Sinemasında kurguya dair tartışmalar yoğun ve çarpıcı oldular, bunlar büyük oranda Sinemasal anlatının yenilenmesinde ve anlam için tarihsel olayların yeniden yorumlanmasında çok etkili oldular. Örneğin Eisenstein’ın 1924 yapımı Grev filminde gösteri yapan işçilere saldırılması ile mezbahada hayvanların kesilmesi görüntüleri art arda gösterilince, Çarlık rejiminin işçi-insanlara, bir tür hayvan muamelesi yapıldığına ilişkin yönetmenin estetik-insani ve politik tavrını da sözsüz biçimde filmsel anlatıda göstermiş oluyordu. Üstelik bu örnekte de gördüğümüz gibi anlatılar oluşturulurken, görüntüler farklı bağlamlardan bir araya getiriliyor, üçüncül anlam bunlar arasındaki metaforik düzlemde bağlar kurularak yeniden üretiliyordu. Bu yalnızca Eisenstein’da değil, pek çok dönemin diğer yönetmeni tarafından da kullanıldı, Sovyet Rejiminin estetiğe katkısı olarak sinema tarihine geçtiler.

Eisenstein’ın anlattığına göre, böylesi bir kullanımı kendisi Doğu dillerinde sözcüklerin yazımından aldığı anlaşılmaktadır. Buna göre bir bıçak imi ile göz çizimi, ikisinin de doğrudan anlatmadığı acı ve gözyaşını anlatmasını sinemaya taşımıştı. böylelikle metaforik anlatımı sinemada kullanmak için çıkış noktası olarak Doğu dillerindeki resim-yazıyı baz almıştı.
Sovyet Sinemacıları genelde doğalcı bir sinematografi kullanıyorlardı, ama çoğunlukla nesneleri ve dışsal dünyayı olağan hallerinden çıkarak diyalektik anlamı üretmek için kullanıyorlardı. Mesela Potemkin Zırhlısı filminde, Odesa’daki Çarın Kışlık Sarayının önündeki Aslan heykellerinin çizimini bir heykelin fotoğrafını göstermek için değil, Proletaryanın ve Ezilmişlerin uyuklamaktan giderek birlik olarak kükremesini yani büyük bir isyan dalgasının oluşmasını sembolize etmek için kullanmaktaydı.

Genellikle Alman Ekspreyonizmi gibi keskin ışıklandırma ile değil,

Sovyet Sinemacıları yumuşak bir ışıklandırma kullanıyorlar,

Kontürler keskin çatışmalar oluşturacak şekilde değil, , hafifçe farklılıklar oluşturacak şekilde kullanılıyor,

İfadeleri Ekspresyonist resme değil, daha çok Empresyonist estetiğe yakınmış gibi sunuluyordu.

Aslında Ekpresyonistler ile aralarındaki en büyük fark şuydu: geleceğe güveniyorlardı, gelecekteki toplumun büyük ilerlemeler kaydederek insana yakışır ileri bir toplum olarak öne çıkacağına inanıyorlardı.

Oysa Alman Ekspresyonizminde, gelecek korkusu ağır basıyor, belirsizlik ve hatta akıl-dışı kötücül eylemlerin toplumu sarsacağı öne çıkıyordu.

Sovyet Sinemasında, geleceğe ilişkin neredeyse ütopik bir iyimserlik ile karakterize bir anlatı vardı.

Dolayısıyla, Sovyet Sineması iyimser ve elbette geleceğe ilişkin kendine çok güvenli, aynı zamanda büyük oranda toplumsal olarak büyük işler başaracaklarına ilişkin inanca sahipti, buna kısaca Devrimci İyimserlik diyelim. Aynı zamanda Devrim sonrasında Rusya’yı terk eden geçmişin burjuva sinema endüstrisi sahiplerinin aksine, devrimden sonra yetişen ve sinema yapan genç kuşak tutkuyla devrimi savunuyordu.

Sovyet Sinemacılarını büyük oranda Ütopik bir İyimserliğin estetik alandaki sözcüleri, Ekpresyonistleri ise büyük oranda gelecek korkusunun çok arttığı, şiddete eğilim gösteren, akıl dışına yönelen, güvensizlik ve bilinemezin ürküttüğü bir söyleme sahiptir. Bu açıdan büyük oranda Ekspresyonistler ve Sovyet Sinemacıları birbirlerinin çağdaşıdır. Almanya’da karşı-devrim, Sovyetler Birliği'nde ise Devrim iktidara gelmişti.

Sovyet Sinemacıları büyük oranda akla, hatta pozitivizme yönelmişlerdi, bu anlamda dünyayı kendilerinin elleriyle inşa edebileceklerine olan inançları, onları büyük oranda Makine çağının giderek onların hayatlarını kolaylaştıracağı, gelecekte toplumun barışa ve sevgiye yöneleceği inancı vardı.

Bu anlamda Ekpresyonistler ilk modern distopyacılar, Sovyet Sinemacıları ise büyük gerçekçi akımın bir üyesi olmalarına karşın, geleceğe dair çok büyük beklentileri olan Çağlarının Büyük Ütopyacıları olarak görmek doğru olacaktır.