Soy kütüğüne erişimin açılması e-devlet sistemini kilitleyecek bir talep patlamasına yol açtı. Bir hafta içinde yaklaşık 10 milyon sorgulama yapıldığı bildiriliyor. Önümüzdeki günlerde soy kütüğü bilgisine erişmeyen kimse kalmayacak gibi.
Sorgulamanın başlamasıyla sosyal medya geyikleri de aldı yürüdü. “Anne tarafından Ermeni, Baba tarafından Kürt olduğunu öğrenen Alperen Ocakları üyesi…” esprileri patladı. Balkan köklerini keşfedip, belgeleyip çifte vatandaşlığa başvuranlarla ilgili haberler de.

Bu olağanüstü merak hakkında ne söylenebilir?

Bizim insanımızın kendisiyle ilgili merak duygusunun sonu yok. Doktorlar bilir; beynim nasıl, böbreğim nasıl, kan tahlilimde neler var acaba, diye işlemin yan etkilerine aldırmadan, alacağı radyasyonu önemsemeden tetkik isteyen hastaların sayısı az değildir. Çok uzun yıllar önce İzmir’de, poliklinikte orta yaşlı bir kadın, gittiği kadın günlerinde herkesin yanlarında getirdikleri mide bağırsak filmlerini birbirlerine gösterdiklerinden yakınarak yalvar yakar mide bağırsak filminin çekilmesini istemişti. İşlemin zahmetine aldırmıyordu.

Göçebeliğimizin büyük rolü var, soy kütüğü merakında. Hemen kimse birkaç kuşaktır aynı yerde yaşamıyor. Derslerde öğrencilere, “kendinize ben şuralıyım diyebilmeniz için sizden önceki üç kuşağın da aynı yerde doğmuş, yaşamış olması gerekir” diye sorarım. Bu koşulu karşılayan öğrenci oranı hiç bir zaman yüzde 20’yi bulmaz.

Soy kütüğü merakını asıl olarak iki önemli etkenin belirlediğini düşünüyorum. O büyük, Orta Asya’dan göç miti ve yakın tarihimizin kitlesel kırım hikâyeleri. Cumhuriyet’in kök inşası sürecinde geliştirilen, Türkler Orta Asya’dan Anadolu’ya göç ettiler miti, ortak belleğimize ekilmiştir. Her kök arayışı aynı zamanda bir yersiz yurtsuzluk sezgisini de eker insan ruhuna. Neredeyse altı yüzyıldır yaşanılan İstanbul için hâlâ fetih bayramları yapmak, sadece milliyetçi propaganda ile açıklanamaz. Kendisini ‘buralı’ hissedememekle ilgili bir yanı da var.

19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında Osmanlı sınırlarından Anadolu’ya ve Anadolu’dan dışarıya doğru karşılıklı süren göç, zorla yerinden edilme, kıyım, kırım ve sürgünlerin de büyük etkisi var bu yurtsuzluk hissinde. Son 50 yılın kırdan kente büyük göç dalgasının da.

En önemli etkenlerden biri ise merak duygusuna endişenin de eklendiği “benim atalarım gerçekten kim” sorusu. Bu sorunun örttüğü temel duygu ise suçluluk korkusu olabilir. Resmi belgeler, tarih yazımları, sözlü anlatılar her ne olursa olsun, insan bilincinin yazı ya da söze ihtiyaç duymayan kuşaklararası bir bellek aktarımı da var. Hiç anılmayan hatıralar, hatırlananlardan her zaman daha belirleyici.

Bildiğimizi bilmeden bildiklerimiz, hiç hatırlamadığımız hatıralarımız kuşaklar boyunca aktarılır. Öyle manevi, mucizevi, Tanrısal vs yollarla değil. Jestler, mimikler, duygular, uzak durulanlarla aktarılan bir tarih kuşakları kat ederek kendini hep saklar. Saklar aklamasına ama bugünkü seçimlerimizi de belirler. Örneğin bir ailenin ortak belleğinde şu ya da bu konu hiç konuşulmuyorsa, tam da o konunun içerdiği yaşantı ailenin/ soyun ortak belleğinin temeli olabilir. Kimi zaman da üzerinde en çok durulan, sürekli yinelenen, sürekli gösterilenle, tam tersi bir hatıra saklanmaya çalışılıyor olabilir.

Şu ya da bu inancın, görüşün en yılmaz, en fanatik savunuculuğunu yapan bir ailenin, birkaç kuşak önce tam tersi bir inanca yönelik kıyımdan kurtulmak için kendisini saklayanlardan olduğunun ortaya çıkması şaşırtıcı değildir.

Suçluluk duygusu ve suçluluk duygusunun varlığından korku duymak da eşzamanlı duygulardır. Birkaç kuşak öncenin kıyıcılarından olmakla, kıyılanlarından olmaktan korkmak arasında pek fark yoktur. Katillerden mi kurbanlardan mı geldiğini öğrenmek eşit düzeyde korkutucudur ama hangisinden geldiğini bilememek daha da korkutucudur.

Bir son etken daha var merak duygusunu kışkırtan. Devlet, beni ve soyumu nasıl biliyor endişesi. Yıllar önce Türk Tarih Kurumu Başkanlığı da yapan Yusuf Halaçoğlu; devletin kimin kim olduğunu, kimin aslında ne olduğunu çok iyi bildiğini söylemişti. “Kendisini Kürt zanneden Türkler, kendisini Türk zanneden Kürtler var” demişti. “Kimin kim olduğunun ne önemi var, bu ırkçılıktır” eleştirilerinin atladığı bir şey vardı. Kimin gerçekte kim olduğunun tabii ki önemi yok. Ama seni yöneten devlet, hele de bu günlerde olduğu gibi kaba milliyetçi/ mezhepçi bir anlayışa sahipse, seni kim olarak kodladığının hayati bir önemi var. Soy kütüklerine bakanlar bilinçli olarak farkında olmasalar da devletin kendilerini kim olarak (dost -düşman) gördüğünü de araştırıyor olabilirler.

Nazilerin, “Beş kuşak önce ailenize bir Yahudi katılmış, bu durumda yüzde 10 Yahudi kanı taşıyorsunuz, şu şu haklarınız alınmıştır, şu şu yükümlülükleri yerine getirmek zorundasınız” belgeleri hâlâ koleksiyonlarda, aile sandıklarında duruyor.