Cannes seçicileri böyle filmlere bayılıyorlar. Belki saf sinema denen bir şey olduğunu düşünüyorlar bu filmlerde. Peki 70’lerin geri dönüşü diye bir şeyden söz edebilir miyiz? Henüz yeterli veri yok, bazı işaretler var sadece

Soygun: Ailem İçin

Safdie Kardeşler Amerikan bağımsız sinemasının yeni yıldız yönetmenleri. Soygun (Good Time), bizim sinemalarımızda ticari vizyon şansı bulan ilk filmleri. Soygun, Safdie kardeşlerin ünlü oyuncularla çalıştıkları ilk film de aynı zamanda. Cannes’da Altın Palmiye için yarışan film, eleştirmenlerce de beğenildi ama ödül alamadı.

Çok yakın tarihli Hell or High Water (2016) filminde ipotek altındaki evlerini kurtarmak için banka soyguncusu olan iki kardeşin hikayesini izlemesek, Soygun’un tematik olarak tamamen 70’leri çağrıştırdığını düşünebilirdik. Kirli bir dünyada, asil bir dava için mücadele eden hırsızlar, çokca 70’leri çağrıştırıyor. Özellikle de Al Pacino’nun başrolünde oynadığı, Sidney Lumet’in yönettiği Dog Day Afternoon (1975; Köpeklerin Günü) akla geliyor. Köpeklerin Günü’nde, arkadaşının cinsiyet değişimi ameliyatını finanse edebilmek için banka soymaya kalkan birinin hikayesi anlatılır. Soygun’un biri zihinsel özürlü iki kardeşinin de niyetleri için “iyi” diyebiliriz. Akıllı olan kardeş Connie’nin (Robert Pattinson) niyeti hayalindeki çiftliği alabilecek miktara denk gelen 65.000 doları çalmak ve büyükannesini ve kardeşini de yanına alarak o çiftlikte mutlu, mesut yaşamaktır. Sabıka kaydı olmayan Connie’nin daha önce suça bulaşmadığını varsayabiliriz (New Yorker’ın yazarı Richard Brody, Connie’nin daha önce işlediği suçlarda yakalanmadığını düşünmüş). Yani Connie, ailesini kurtarmak, onlara daha iyi bir yaşam sunmak için mücadele eden biri. Ama Connie hakkında söylenebilecek iyi sözler burada bitiyor. Becerikli ve cesur olduğu dışında.

Connie amacı doğrultusunda insanlara yalan söylüyor, dolandırıyor, birisini öldüresiye dövüyor. Kısacası ailesi bir yana, dünyanın geri kalanı bir yana Connie için. Banka soygununu başarıyla gerçekleştirse de, bankacıların da bazı numaraları olabileceğini hesaba katmıyor Connie. Zeka özürlü kardeşi Nick (Ben Safdie ortak yönetmen olmanın yanı sıra bu rolü de üstlenmiş) paniğe kapılıp kaçınca ve nihayetinde gözaltına alınınca, Connie kardeşini kurtarma misyonuna soyunuyor. Başka karakterler devreye giriyor, kaçma kovalamaca sürüyor vs...

Soygun bir yandan Connie karakterini özdeşleşilebilecek bir karakter olarak sunmamaya çalışıyor bir yandan da tam da tersini yapıyor. Yani film başlar başlamaz, progressif rock’ın elektronik versiyonunu çağrıştıran bir müzikle duyularımıza saldırılmaya başlıyor. Seyirciyi gerilim içinde tutmak, kahramanın gerginliğini hissetirmek için elinden geleni yapıyor yönetmen. Çok yakın plan çekimler, omuz kamerası da seyirciyi olay mahallinin içine sokuyor. Kötü şeyler yapsa da nihayetinde asil bir misyonu olan kahramanla özdeşleşmekten başka çaresi kalmıyor seyiricinin.

Peki bütün bu harala gürelenin arkasında yatan bir anlam var mı? Mesela Hell or High Water’daki gibi bir finans kapital eleştirisi? Ben göremedim. Siyahlara yönelik polis önyargısına dair şeyler var filmde. Connie bu önyargıyı da kullanmaktan çekinmiyor. Safdie’ler çıkışsız, karanlık bir dünya çiziyorlar fakat bu bakışlarında entelektüel bir derinlik yok. Kısacası Soygun kanımca sığ, derinliksiz bir film. Pattinson’ın ve küçük bir rolde Jennifer Jason Leigh’in ve Ben Safdie’nin iyi oyunlarına rağmen, bir gece boyunca yaşanan bu öyküye de karakterlere de ikna olmadım, onlardan etkilenmedim. Ama Cannes seçicileri böyle filmlere bayılıyorlar. Belki saf sinema denen bir şey olduğunu düşünüyorlar bu filmlerde. Peki 70’lerin geri dönüşü diye bir şeyden söz edebilir miyiz? Henüz yeterli veri yok, bazı işaretler var sadece. Mısır’da El Gouna festivalinde, Oliver Stone’un master class’ına katıldım. 70’lerin radikal ruhundan bugün eser olmadığını söyledi Stone. Doğru elbette. Ama 70’leri anmaya başlamak bile bir şey olabilir.