Soykırım yok, değil mi?
Soykırım yok…
Bakanlarımız, Başbakanlarımız on yıllardır, neredeyse batı’nın da saygı duymaya başladığını zannettikleri derin bir yalnızlığın gururuyla açıklıyorlar:
“Soykırım yok… Bizde soykırım olmaz…”
Peki, bizde ne olur?
Mukatele olur, tehcir olur…

Bizde, Osmanlı toprağının savunulmasının bir gereği olarak iç düşmanların temizlenmesi zorunluluğu var…
Soykırım yok…
Çünkü bizde devlet o kadar büyük suç işlemez… Yöneticilerimiz, geçmişte ve bugün, utanç ve pişmanlık duyacakları, açıkça özür dilemelerini gerektiren herhangi bir olaya sebebiyet vermemişler, hatta karışmamışlardır…
Yüz binlerce Ermeniyi çöllere sürmek, Kürt köylülerine dışkı yedirmek, katır katliamı düzenlemek… Bütün bunlar vatan için yapılmıştır… Hrant Dink millî hislerle öldürülmüştür…
Bu yüzden, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin başlıca kuruluş ilkesi olan, bireyi ve azınlıkları devletlere karşı korumak ilkesi bir an önce değiştirilmeli, devletler bireylere ve azınlıklara karşı korunmalıdır…
Yalnızca Recep Tayyip Erdoğan’ın ve Kenan Evren’in bu konudaki beyanatları bile, zavallı Batı hukukunun içine düştüğü çaresizliği müteaddit kereler gözler önüne sermiştir…
Akape hükümetlerinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemelerinde dava konusu olan anlaşmazlıklardaki resmî savunmalarına göz atanlar, onların çaresizliğini ve devletimizin gücünü göreceklerdir…
Hatta iki gün önce, cemevlerinin elektrik paralarıyla ilgili olarak aynı mahkemenin temyiz merciine sundukları savunma dilekçesini okuyanların gözleri, bu gücün ışığıyla kamaşacaktır…

Ne diyor Bülent Arınç:
“Bilerek öldürmedik…”
Bu sözlerin uluslararası bir mahkemede savunma yapmak amacıyla söylendiğini düşünün!
“Bilerek öldürmedik…”
Adama “siz kimsiniz?” diye sormazlar mı?
İttihat ve Terakki üyesi misiniz? Doktor Nazım’ın dava arkadaşı mısınız, Talat Paşa mısınız, Bahattin Şakir misiniz? Onların devamı mısınız?
Siz kimsiniz? Siz İttihat ve Terakki’ye, Üç Paşalar’a yüz yıldır şiddetle muhalefet eden bir geleneğin temsilcisi değil misiniz? Ne ara düşmanlarınızın saflarına geçtiniz?

Bilmeden öldürülen Ermeni sayısını azaltmak konusunda bilim adamlarımızın, tarihçilerimizin gösterdiği gayreti anlamak da mümkün değil…
Kimi üç yüz bin diyor, kimi beş yüz bin…
Halbuki Birleşmiş Milletler’in soykırım senedi, yok edilenlerin, harcananların sayısına bakmıyor; tam olarak sizin yok etme niyetinize bakıyor…
Son yüz yılda Ermeni nüfusunun niye ve nasıl azaldığını açıklayan göstergelere değer veriyor…

Biz haksızlık ettiklerimizden özür dilemeyi aşağılayıcı buluruz…
Diyanet İşleri’nin başkanı açıklıyor:
“Papa’nın soykırım beyanatı, Hıristiyanlık ahlakına bile uymuyor,” diyor…
Aynı papalığın Haçlı Seferleri için özür dilediğini unutmuş görünüyor…
Ve belki şöyle demek gerekiyor:
“Siz de Hıristiyan dünyanın unutabileceği, unutmak isteyeceği ve sizin gibi görmezden geleceği bir özür beyan edin…”

Özür beyan edin!
Ama öyle yarım ağızla, utangaç ergenler gibi değil… İnsan gibi özür dileyin… Madem kendinizi İttihat ve Terakki’nin devamı sayıyorsunuz…
Cinayetleri siz işlemişsiniz gibi özür dileyin… Sizin şimdiki özürleriniz, özürden çok lûtfa, devlet bağışına benziyor…
Özrünüzün içinde özür kelimesi bile geçmiyor… Ermenileri Anzakların anmasına, Çanakkale’ye çağırıyorsunuz… Zorda kaldığınızda Atatürk’e sığınıyorsunuz… Af edersiniz Ermeniler, sizin hiçbir bağlayıcılığı olmayan fazlasıyla politik ve göstermelik teminatlarınıza mı güvenecekler?

Başkalarını, ötekini, kadınları, içki içenleri, homoseksüelleri aşağılamayı meziyet bilenlerin ortak bir acıdan bahsediyor olmaları bana tuhaf geliyor…
Hrant Dink’i valilikte sigaya çekenlerin, katillerini savunanların, katillerle fotoğraf çektirenlerin, katillerin cinayeti millî hislerle işlediğini söyleyenleri yargılamayanların, dahası bir kısmını ödüllendirenlerin… Ortak olabilecekleri herhangi bir acı var mıdır?
Soykırım demek için size kaç Ermeni ölüsü yeter bilmiyorum.
Kaç ölü sizin utanç duymanızı sağlar?
Sekiz yüz bin mi?
Üç yüz bin mi?

Koruduğunuz bu kadar katil ve azmettirici varken…
Bize Hrant Dink yetiyor.