Altı ay önce katıldığı bir televizyon programında suç örgütü lideri Sedat Peker’in iddialarıyla ilgili çok konuşmuş ama aslında hiçbir şey söylememişti. Altı ay sonra, meclis bütçe görüşmelerinde aynı iddialarla ilgili bu kez çok bağırdı ve yine hiçbir şey söylemedi. Geçen zamanın sinir sisteminde ciddi tahribata yol açtığı kırmızıya dönen yüzünden anlaşılsa da, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun ısrarcı olduğu bir konu var; o da, bu yolculukta asla yalnız yürümediği! Altı ay önce “azdan az, çoktan çok gider”, altı ay sonra “yukarıdan aşağıya bir karar aldık” diyerek gerek gazetecilerin, gerek muhalefet vekillerinin sorduğu soruların başka yerlerde de yanıtları ve sorumluları olduğunu işaret etti. Meclisteki bütçe görüşmelerinde Peker’den 10 bin dolar alan siyasetçinin kim olduğuna, gemiler dolusu uyuşturucuları limanlarımızda kimin karşıladığına, kayıp silahların arabaların bagajında nereden nereye, kimden kime taşındığına, Sedat Peker ve Sezgin Baran Korkmaz’ın yurtdışına tam vaktinde nasıl çıktığına dair üst üste sorulan sorular Soylu’da yüksek voltaj elektriklenmeye neden olmuşa benziyor. Kariyerinde en yukarıları hedeflerken, artık siyasetini sataşmalarla, bağırıp çağırmalarla, kavgaya futbolcu arkadaşlarını davet ederek yürütmeye çalışan Soylu’nun hedefi değişmiş gibi. Sözü kavga ve gürültüyle boğmak, meclisi vasata çukura çekmek siyasetten vazgeçmek demektir çünkü.

***

Üzerindeki ağır ithamları, “özne ben değil devlet” diyerek genelleştirmeye çalışmanın artık bir faydası yok. Demokrat Parti liderliğinden son anda AKP trenine atlayan Soylu’nun İçişleri Bakanlığı gibi, halkın can ve mal güvenliğinden sorumlu bir koltuğun gerektirdiklerini yerine getirmiyor oluşu bir yana, kendini MHP ve AKP arasındaki kilit isim yapan şahin politikaların da vadesi dolmak üzere. Literatüre yeni giren deneysel Erdoğan ekonomisinin yol açtığı derin yoksulluğa karşı, MHP tarzı ‘ötekine’ nefes aldırmayan milliyetçiliğin halkın refahı için üretebileceği bir çözüm yok. Ancak beslenme, barınma, sağlık, eğitim gibi temel haklarından mahrum kalan halkın çaresizliğinden doğan öfkeyi manipüle edecek kışkırtmalara, korkutma ve yıldırma yöntemlerine başvurmada ne kadar mahir olduklarını söylemek de bir tespit sayılmaz elbette. Yaşandı, görüldü hepsi. “Geçinemiyoruz, diyen yurttaşın, “barınamıyoruz” diyen gençlerin, öğrencilerin üzerine eli bıçaklı adamları saldırtarak, ülkenin yokuş aşağı savrula savrula yuvarlanıp giden tekerini zapt etmek imkânsız.

***

Çözüm yerine kriz üreten, insanların sevgi ve güvenle değil, korku ve panikle birbirine kenetlenmesini isteyen kutuplaştırıcı siyaset anlayışı sebep olduğu maddi-manevi tahribatla doygunluğa ulaştı. Böyle bile olsa, bu elbette iktidarın iktidarda kalmak için benzer yöntemlere başvurmayacağı anlamına gelmez. Casuslar, dış güçler, içerdeki ortaklar, foncular ve pek tabii terörist ilan edilen her türden hak savunucu, meslek örgütü ve sivil toplum kuruluşu üyesi, “özne parti değil, reisimiz-devletimiz” denilerek hedef tahtasına oturtulup düşmanlaştırılmaya devam edilecek. Ve tıpkı Soylu örneğinde görüldüğü gibi, sorular ve sorunlar büyüdükçe, çözüm üretemeyen AKP-MHP ittifakı baskıyı artıracaktır. İçişleri Bakanı, halkın ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için fikir ve çözüm üretme yeri olan mecliste bağırmakla meşgul iken, eğer ki bu ülkenin sıradan gündeminde bir kaçak tarikat yurdunda on sekiz yaşında bir gencin (Mehmet Sami Tuğrul) başının kesilmesi, başka bir gencin (Çetin Kaya) sokak ortasında elleri kelepçelenerek polis kurşunuyla öldürülmesi, bir diğer genç kadının (Garibe Gezer) hapishanede cinsel ve fiziki işkence gördüğünü söyledikten sonra şüpheli bir şekilde hücresinde ölü bulunması var ise, memleketçe içine düşürüldüğümüz bu karanlık kuyudan yine hep beraber çıkabileceğimizi bilmek zorundayız. Kemal Kılıçdaroğlu’nun Emine Şenyaşar’a sarıldığı anı izlediğinizde yüreğinizi kabartan, hatta belki de ağlatan o şey, hepimizin iyileşmesini sağlayacak olandır. Peşini bırakmayalım.