Boğaziçi’nde kayyum rektör protestoları devam ederken dünyanın en iyi üniversitelerinden Vrije Universiteit Brussel’de rektör; akademisyenler, araştırmacılar, personel, üniversite hastanesi çalışanları ve tüm öğrencilerin oylarıyla seçildi.

Soytarılık senin için rütbe sayılır

Dr. Mine Yıldız - Vrije Universiteit Brussel (VUB)

Soytarı balonları iğneler. Dalkavuk balonları şişirir. Ne iğnesi vardır dalkavuğun, ne yergisi, ne de eleştirisi... Ne olursa olsun, ister bir yüksek bir makamda otursun, ister bir yargı kurumunda bulunsun, ister bilim adamı kılığına bürünsün, ister kalem erbabından sayılsın dalkavuğun soytarıdan besbeter olduğunu tarihler yazarlar. Çünkü soytarının zaman zaman efendisini uyardığı görülmüştür de dalkavuğun şişirdiği balonlara tutunarak yükselmek kimseye nasip olmamıştır. Hey gidi dalkavuk... Sana soytarı bile denemez, çünkü soytarılık senin için rütbe sayılır. Sen, dalkavukluk için belini kırıp ikiye katlanırken, senin görüntüne bile katlanmak ne büyük bir acı.’ (Georges Daniel, “Le courtisan et le bouffon- Dalkavuk ve Soytarı)

Benim de üyesi olduğum üniversitemiz Vrije Universiteit Brussel (VUB)’nin kurucusu Pierre-Théodore Verhaegen bir avukat ve politikacı olarak kilisenin etkisinden bağımsız laik bir eğitim kurumu hayalini gerçeğe dönüştürür. VUB nispeten genç bir üniversite olmakla birlikte -1969- kökenleri ULB ile birlikte 1834 yılına kadar dayanır. Bu nedenle üniversitenin adı ‘Vrije Universiteit Brussel yani Brüksel Özgür Üniversitesi’dir. VUB, QS World University ranking 2021 yılı verilerine göre, dünyanın en iyi üniversiteleri sıralamasında, 200. sırada. Mayıs 2020’de yapılan rektörlük seçimlerinde akademisyenler, araştırmacılar, idari ve teknik personel, üniversite hastanesi çalışanları ve tüm öğrenciler oylarını kullandılar.

Demokratik üniversite anlayışı ve işleyişi bunu gerektirir: üniversitenin tüm unsurlarının eşit oy hakkının olduğu seçimlerle gelen yöneticileri. Türkiye’de ise bu hiçbir zaman gerçekleşmedi. Daha önceleri üniversite rektörleri profesör, doçent ve yardımcı doçent düzeyindeki akademisyenlerin oylarıyla seçiliyordu. Araştırma görevlisi, öğretim görevlileri, okutman, çalışan ve öğrencilerin oy hakkı hiçbir zaman olmadı. Araştırma görevlisi olarak çalıştığım dönemlerde (Öğretim Elemanları Sendikası üyesiydim), sendika ve üniversite yöneticilerinin yer aldığı bir toplantıda söz alıp bizlerin, diğer tüm üniversite emekçilerinin ve öğrencilerin de rektörlük seçimlerinde oy kullanma hakkı olması gerektiğinden, üniversitelerde daha demokratik bir yönetim yapılanmasının gereğinden söz ettiğimizde, üniversite yönetiminden bir akademisyen (efendi-köle ilişkisini anımsatırcasına); “alt tarafı asistansınız, oturun oturduğunuz yerde, ne hakkı!” demişti. Sadece öğretim üyelerinin oylarının dikkate alındığı, diğer tüm personelin ve öğrencilerin katılım hakkı olması gerektiğine inandığımız, daha demokratik bir üniversite özlemimizin yerini, bir öncekine bile aratır türden çok daha vahim, anti-demokratik bir uygulama almış durumda: Üniversitelerde Cumhurbaşkanı tarafından atanan kayyum rektörler dönemi.

soytarilik-senin-icin-rutbe-sayilir-840616-1.ÜNİVERSİTELER SİYASİ ARPALIK DEĞİL!

Demokrasiyi içselleştirmiş ülkelerde daha çok bir angarya olarak görülen rektörlük, Türkiye’de adeta bir padişahlığa, sultanlığa dönüşmüş durumdadır. Cumhurbaşkanı’nca atanan kayyum rektörler aracılığıyla da bir tür “siyasi arpalığa.”

Zavallı ülkemin durumu: Kayyum rektörler aracılığıyla bilim yuvalarını siyasi iktidarın hizmetine sunmak, üniversite sayısını 200’lerin üzerine çıkarmakla övünmek ve üniversiteleri “bacasız fabrika”ya benzetmek! Kaliteden ve bilimsel bilgi üretiminden uzak, siyasi hısımlar ve akrabaların doldurulduğu kadrolarla şişirilen “üniversiteler” yaratmak!

Oysaki kayyum rektör atamalarıyla üniversitelerin “yönetimsel özerkliğini ve akademik özgürlüğünü” baltalamak yerine, Türk üniversitelerinin dünya sıralamasında neden çok gerilerde kaldığı üzerine düşünmek gerekirdi.

Üniversitelerin varlık nedeni bilimle uğraşmaktır. Bilimsel düşünme yeteneğine sahip bireyler (bilim insanları) yetiştirmektir, analitik düşünme ve çözümlemeye yönelik eğitim vermektir. Temelinde kuşkuculuğun yattığı bilim/bilimsel üretim ancak “özgürlük ve demokrasi” ortamında yeşerir ve gelişir. Bilimsel üretim için eleştiri, hoşgörü, katılım ve çoğulculuk esastır ve bu özgür bir tartışma ortamını gerektirir. Üniversite içi demokrasi bu nedenle elzemdir. Bu nedenle bilimsel özerklik kuşkusuz ki yönetsel özerklikle birlikte varolmalıdır. Üniversitelerin merkeziyetçi bir yaklaşım (YÖK) ve/veya “tek adam” keyfiliğiyle atanan kayyumlarca yönetilmesi, üniversiteleri “kışla”ya dönüştürmekte ve bilimin “mezarı” yapmaktadır.

Bu zihniyet, üniversitelerde bilimsel üretim yapılamamasının önündeki en büyük engellerdendir. Böylesi bir siyasal iklimde, akademik etik ve özgürlük, bilimsel üretim, eleştirel düşünceden söz edilemez. Bilimsel özerkliği, düşünce ve ifade özgürlüğü olmayan bir kuruma da üniversite denilemez.

AKADEMİNİN İÇLER ACISI HALİ

Sonuç olarak, Türkiye’de yasa ve yönetmeliklerde yapılan değişikliklerle, KHK’lerle, üniversite özerkliğinin kırıntısı dahi kalmadı. Akademik etik ve değerlerin yok edilmesiyle bilimsel araştırmalar niteliksizleşti.

Dünya sıralamasında ilk 500 üniversite arasına giren Türk üniversitelerinin sayısı düşüyor. İlk 500’e giren üniversitelerimizin sayısı her geçen yıl azalmakta, sıralamadaki yerleri ise giderek geriliyor. Analitik ve sorgulayıcı bir eğitim uygulanmadığı, üniversitelere özerklik verilmediği sürece kaliteyi ve dünya sıralamadaki yerimizi yükseltme şansımız ne yazık ki olamayacak. Akademisyenler KHK’lerle, düzmece davalarla üniversitelerden uzaklaştırıldı ve akademik özgürlük yok edildi. Anti-laik kadrolaşma tam gaz devam ediyor. 12 Eylül faşist darbesinin ürünü olan YÖK’ün kaldırılıp yerine demokratik, çoğunlukçu ve katılımcı bir anlayış gelmesi gerekirken, kayyum rektör atamaları “bilim düşmanlığının ve demokrasi karşıtlığı”nın ilanıdır. Liyakat ilkesi dikkate alınmayarak, adam kayırmacılık ve patronaj üniversitelere girdi. Sistem baştan sona anti-demokratik ve baskıcı. Bundan sonra çok daha sık göreceğiz: Adrese teslim kadro ilanlarını, düzmece dergilerde yayımlanan (akademik ve bilimsel içerikten yoksun) makalelerin sayısındaki artışı. Öyle ya ne fark eder. Bize bilim insanı lazım değil, gözlerimi kaparım vazifemi yaparım diyen insan lazım! Değeri bilinmeyen akademisyenler de yurtdışına kaçmaya devam etsin. Demokrasi, özgürlük ve laik eğitim bilimsel ilerlemenin, gelişmenin olmazsa olmazıdır.

Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin/akademisyenlerinin dayanışması ve mücadelesi akademik özgürlük ve yönetimsel özerklik mücadelesidir: özgür düşüncenin, bilimin/liyakatın ve nitelikli insan gücünün yaşadığı evrensel nitelikte bir eğitim kurumu olarak kalma mücadelesidir. Dogmalara, baskılara, vasatlığa, intihale ve yasaklara bir başkaldırıdır.