Sözün ve sesin ayağa kalkmasından çok korkuyor olmalılar ki; büyük şair Şükrü Erbaş’ın katılacağı şiir etkinliğinde, İzmir Kiraz Emniyet Müdürlüğü, şairin oturarak şiir okumasını, ayakta okuduğu takdirde müdahale edileceğini ve hakkında işlem yapılacağını bildirmişti.

Kim bilir; tüm sözcük ve kavramların içeriklerini yerinden söküp, anlamı kaybettirmekle yetinmeyip, tepetaklak edip tam karşıtına iliştirmiş dil inşa eden rejim korkularına, bir yenisi eklenmişti.

Boy boy tabutların beş aydır her gün kurulan savaş piyasasında taraflara güç bahşettiği, travmatik unutuşun ülkesi Yeni Türkiye ‘istikrarında’, gölgesiz kalmış ölü çocukların Şair’in şiirindeki ‘hakikate’ dâhil olmasından duyulan rahatsızlık olsa gerekti.

Demek ki bu niyetinizi söze dökmeye kalktığınızda “barış gelsin” derken terörü desteklemekten toplu lanet ve soruşturmaya uğradığınız, “çocuklar yaşasın” dediğinizde ‘vatan hainliğinizi’ ihbar ettiğiniz, çocuklardan önce sözün mutlaka öldürülmesi gereken iklimde şair ‘şimdilik’ şiirlerini oturarak okuyacaktı.

Zihinsel ‘ayağa kalkma’ iması çağrıştıran temsillere karşı yerel ölçekte de kamusal asayiş berkemaldi.
Milli mağduriyet ‘varlığını’ şahlandıran retorik kürsü külliyatının dışında kalan şiirimizin büyük sesi Şükrü Erbaş’ın şiirleri ve özgeçmişi, davet edildiği etkinlik öncesi mülki amir tarafından titiz incelemeye alınmıştı.

Öte yandan Eğitim Sen tarafından Sağlık Meslek Lisesi’nde düzenlenecek dinletiye Emniyet Müdürlüğü’nden hemen yasak getirilmiş ve Kiraz ilçesinde etkinlik için özel kamu hatta düğün salonu dâhil tek bir kiralık mekân bulunamamıştı.
Görünmez eller, salonların kapısını tek tek kapatmıştı,

Herhalde ayakta okunan şiirin, fizik yasalarını yerle bir edip, güncel ifşa edilen, isimleri linç bilboardlarına listeler halinde asılan, dilinden pıhtı damlayan çete lideri birikimine teslim ‘iç düşmanlara’ karşı gövdelenmiş Yeni Türkiye’nin kulağına gelmesinden ürküyorlardı.

Metinlere karşı tarihsel trajik geçmişi aratmayacak ‘akıl blokajı’ yöntemler devreye giriyordu.

Tabii ki Yeni Rejim; fiili durumuna anayasal çerçeve katacağı son seçimlere Güneydoğu’da savaş ve yoğun ölüm trafiği eşliğinde, milli oy bloklarını yuta yuta son sürat ilerlerken, ezeli-ebedi mağduriyet anlatısının 17 yıl önce okunan bir şiir üzerinden ‘başlatıldığını’ söylemek lüzumsuzdu.

Yeni Türkiye, 100 yıllık tarihsel yarığı ‘milli irade’ üzerine abanarak atlayabileceği hesabını yaparken kitlelerde anti-entelektüalist dalganın boyu büyütülmeliydi.

Barış bildirisini imzalayan 1128 akademisyenin maruz kaldığı milli karalama kampanyası ve ‘Türk milleti ve devletini aşağılama’ suçlamasıyla başlatılan adli inceleme kadar ezik-lümpen nefret ve hıncı üzerinden ayaklandırılan, gayet somut ölüm tehdit furyası bu ‘vatan haini, cahil, karanlık’ akademisyen ithamının sokaktaki fiili karşılığı oluyordu.

Çünkü Yeni Rejim, sadece ‘bilgi’ ve ‘gerçeğin’ tüm yasalar üstü tek egemeni ve otoritesi olarak kendini en yetkili ilan etmiyordu, evrensel olanı bilinç kayıtlarıyla yok etmeden, olmazsa olmaz ‘kurucu güç’ olamayacağını biliyordu.

Bundandır ‘Yeni Düzen’e’ tarihi geçiş için ‘düşman imgesini’ bilim insanından edebiyatçıya, sanatçıdan gazeteciye varan entelektüel çizgiye kaydırıyordu. Tabii ki eleştirel düşünüm sürecine müdahale edilemeyen, şiddete tapınmayan ses ve düşünce kadar tehlikeli ne vardı ki şu ülkede...

Hele söz bir de ayakta söyleniyorsa…