Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Anlamları farklı olduğu halde, kimi zaman birbirinin yerine kullanılan sözcükler arasında “özgü”, “özgün” ve “özge” de var…

“Özgü” sözcüğü, “has”, “mahsus”, “tahsis edilmiş”, “birine ait” anlamına geliyor. “Özgün” ise dilimize Fransızcadan giren “orijinal”in (“orjinal” değil!) öz Türkçe karşılığıdır. “Benzersiz”, “taklit olmayan”, “asıl” gibi anlamları var.
Özgün bir yapıttan ya da düşünceden söz ederken bu sözcüğü kullanırız. Ama “kendine özgün bir yapıt” diyemeyiz. O sözün doğrusu, “kendine özgü”dür. Oysa aşağıdaki örneklerde, “özgün” sözcüğünün yanlış olarak “özgü” yerine kullanıldığını görüyoruz:

* “Türkiye’nin nitelikleri onu kendine özgün bir yere koyar.” (“Türkiye’de şablonlar ve kalıplar dışında düşünebilmek”, Tevfik Dalgıç, Referans, 18 Ekim 2007).

* “Ancak şundan eminim ki, şairleri birbirinden ayıran, aynı sözcükleri, farklı yazım şekilleriyle, kendine özgün kullanma becerisidir.” (Hilal Karahan, “Şiirin Yazım Kuralları Düzyazıdan Farklıdır!”, Patika, Ekim-Kasım-Aralık 2010, Sayı: 71, s. 92)

* “… bu arada kendi ‘doğasına’ özgün ortak bir muhalefet dili oluşturmayı başaramadıkça toplumsal muhalefet, ‘bugünkü durumda’, kendi blokunu oluşturamaz.”, (Ergin Yıldızoğlu, “Gezi Olayı ve XI. Tez”, Cumhuriyet, 4 Haziran 2014).

Bir de eski dilde kullanılan ağdalı “nev’i şahsına münhasır” nitelemesi vardır ki, onun Türkçe karşılığı da “kendine özgün” değil, “kendine özgü”dür. İsmail Başaran’ın “Buğday Direniyor” adlı şiir kitabının arka kapağına Ataol Behramoğlu’nun yazdığı şu satırlarda olduğu gibi:

“İsmail Başaran toplumcu bir şair. Fakat salt kendine özgü söyleyişi, kendine özgü üslubu olan bir toplumcu şair.”

“Özgü” sözcüğünün zaman zaman “özge” ile de karıştırıldığını görüyoruz. Oysa “özge”, öz Türkçe bir sözcük olup “başka” demektir. İsterseniz, sözcüğün doğru kullanımına örnekleri, Divan Edebiyatı’nın ve Türk Halk Şiiri’nin iki büyük ustasından verelim:

-”Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge / Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı”(Fuzuli).

-“Şu yalan dünyaya geldim giderim / Gönül senden özge yer bulamadım” (Pir Sultan Abdal).

Şu dizeler de çağdaş ozanlarımızdan Ahmet Muhip Dranas’ın:

“Şimdi olay, hep ya hiç gibi,
Vardan ve yoktan özge bir şey,
Sevgiden de öte bir düzey;
Olmak ya da olmamak belki.”


Günümüz Türkçesinden de bir örnek vermek gerekirse, “Bize Öz Türkçe Yaraşır” adlı kitaptan şu tümceyi aktarabiliriz:

“Böylesine bir benimseme, bilimsel olduğundan özge, Dil Devriminin ereğine de çok uygundur.” (Tarık Konal, Bize Öz Türkçe Yaraşır, Genişletilmiş 3. Bası, Fethiye, 2017, s. 178)

Duraklama-duraksama
-“Özellikle virgülün ve üç noktanın duraksamaların yerini belirlemede, okura yorumlama aralığı açmada önemli yeri vardır.”

-“Okuyuşta duraklama gereksinimi doğduğunda (…) noktalama imi kendiliğinden yerini alır.”

Alt alta yazılmış bu iki alıntı da aynı yazıdan: (Hilmi Haşal, “Soruşturma Yanıtları, Patika, Ekim-Kasım-Aralık 2010, Sayı: 71, s. 67).

“Duraksama” ve “duraklama” sözcüklerinin bu yazıda eşanlamlı olarak kullanıldığını görüyoruz. Oysa iki sözcük arasında anlam bakımından büyük fark var. “Duraksama”yı Arapça kökenli “tereddüt”ün karşılığı olarak kullanıyoruz. “Duraklama” ise, sözcüğün yapısından da anlaşılacağı gibi, “kısa bir süre için durma, ara verme” anlamına geliyor. “Duraklama” için doğru kullanım örneğini, Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Han Duvarları”nda görebiliriz:

“Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı / Bir dakika araba yerinde durakladı.”

“Duraksama” için de şöyle bir tümce kurarsak doğru olur:

“Dün akşam sinemaya gidip gitmeme konusunda duraksama geçirdim.”

Evet, “duraklama” ve “duraksama” sözcükleri birbirine çok benziyor ama eşanlamlı değiller. Sözcük seçiminde ne denli özenli davranırsak, düşüncelerimizi o ölçüde doğru ve ayırtılı anlatabiliriz.