Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

“Tercihen” ve “tercihan” ikilemi

Bu Arapça sözcüğün yazım biçimi konusunda sözlükçüler arasında oydaşma sağlanabilmiş değil. Kimi “tercihen” diyor, kimi “tercihan” diye yazıyor.

TDK’ninGüncel Yazım Kılavuzu’nda “tercihen” denmiş.
Dil Derneği ise bu sözcüğü yok saymış! Derneğin sözlüklerinde ve yazım kılavuzlarında “tercih” sözcüğü yer alırken, belirteç durumuna yer verilmemiş.

Ferit Devellioğlu’nun Osmanlıca-Türkçe Büyük Ansiklopedik Lügât’inde de aynı durum söz konusu. Ne “tercihan” var ne “tercihen”. Nijat Özön’ün Güzel Türkçemiz adlı yazım kılavuzunda ise “tercihan” sözcüğü benimsenmiş.

Hakkı Devrim de eski bir “Dil Yâresi”nde değinmişti bu konuya:

“Bu -an, -en ekleri başlı başına bir meseledir. Çoğu zaman yerli yersiz kullanıyoruz. Ben, aranızda elçilik etmekle yetinerek bu konuda Ayverdi (Misalli Büyük Türkçe) Sözlük'te söyleneni aktarayım size: Tercîhan veya tercîhen. zf. Tercih ederek, tercih hakkını kullanarak” (Radikal, 2 Şubat 2006).

Hakkı Devrim bile sözcüğün yazımı konusunda karar veremeyip “elçilik” yapmakla yetiniyorsa “durum kel” demektir!

Bizim gazetenin kıdemli yazarlarından Kadir Cangızbey, bu sözcüğü “tercihen” diye yazmayı yeğliyor:“Sümüklü, sidikli ve de habis ruhlu pislik bir çocuk. Karşı komşunun camını kırar, sonra komşu amca kendisini kovalayınca, ondan daha güçlü sandığı diğer komşulara, ama tercihen de mahallenin kabadayısı bildiği ağabeylere sığınır…” (“Mahallenin Sidiklisi”, BirGün, 12 Aralık 2015).

Yukarıdaki açıklamalardan, her iki yazım biçiminin de doğru olduğu sonucu çıkar ki, işte dilimizdeki yazım kargaşası da bu ikili durumdan kaynaklanıyor.

“Tercihan”ın Türkçesi “yeğleyerek”tir. “Tercih etmek” yerine “yeğlemek” sözcüğünü kullandığımıza göre, “tercihan / tercihen” için de neden “yeğleyerek” demeyelim?

Başbakan’ın sözcükleri

Başbakan Ahmet Davutoğlu, hamasi nutuklar çekmeyi ve lügat paralamayı çok seviyor. Son günlerde kullandığı kimi sözcükleri not ettim:

-Kadim (eski), izzet (büyüklük, yücelik, ululuk), zillet (hor görülme, alçalma), istikşafi (keşif amaçlı), tetabuk (uygun düşme), tevafuk (birbirine uyma), teyakkuz (uyanıklık), tevsik (belgeleme), mutmain (inanmış, gönlü kanmış)…

Davutoğlu’nun gündelik konuşmalarında geçen ağdalı sözcüklerin anlamını öğrenmek için bazen Türkçe Sözlük de yeterli olmuyor; Osmanlıca-Türkçe lügatlere bakmak gerekiyor!

AKP sözcüleri, aydınları aşağılamak için, onların halktan kopuk olduklarını söylemekten hiç vazgeçmezler. Peki, Başbakan’ın, sıradan insanların anlamını bilmediği bu Osmanlıca sözcükleri sık sık kullanarak varmak istediği yer neresidir? “Halka inmeyi” ya da “yükselmeyi” (!) böyle mi gerçekleştirecekler?

Üşenmezlik

-“(Leyla) Her gün yüzer, oradan oraya gitmeye hiç mi hiç üşenmezlik etmez, hayır kelimesine boyun bükmezdi.” (Pelin Batu, “Leyla”, Cumhuriyet, 19 Kasım 2015)

Bu tümcede anlamı yokuşa süren karmaşık bir durum var. Tümce, “Her gün yüzer, oradan oraya gitmeye hiç mi hiç üşenmezdi diye kurulsaydı sorun olmayacaktı. Ama Pelin Batu, kulağını tersinden göstermeye çalışınca böyle bir durum çıkmış ortaya. Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, “üşenmezlik” sözcüğü yanlış kullanılmış. Onun yerine “üşengenlik” ya da “üşengeçlik” deseydi durumu kurtarabilirdi belki…

“Hattı zatında”!

Yabancı kökenli sözcükleri kullanma özentisi, özellikle yeni kuşak yazarlar için bir tuzaktır. Sözgelimi Nuray Mert, köşe yazılarından birinde şöyle bir tümce kurmuş:

“Yeni Osmanlılık siyaseti, hattı zatında Türk milliyetçiliğinin bir biçiminden ibarettir.” (“Lozan’a hayır diyenler”, Cumhuriyet, 11 Aralık 2015).

Türkçede “hattı zatında” diye bir söz yoktur. Bu sözün doğrusu “haddi zatında”dır. Nuray Mert, bu Arapça deyim yerine “gerçekten” sözcüğünü kullansaydı böyle bir yanlışa düşmeyecekti.

Toplu eleştiri

Birkaç”ı ayrı yazıp “her yerde” ve “bir arada”yı bitişik yazan köşe yazarlarımız var!

“Çözmek”le “çözümlemek”i eşanlamlı sanan akademisyenlerimiz var!

“Erkân”ı “erkan”, “resm-i kabul”ü “resmî kabul” diye seslendiren sunucularımız var!

“Yılında” ve “tarihinde” tanımlamaları arasındaki ayrımı bilmeyen editörlerimiz var!

Böyle olunca da, Türkçenin “ses bayrağımız” olduğunu söylemek, Dağlarca’nın bir dizesi olmaktan öteye gitmiyor işte!