Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Güneri Usta, ne diyor bu hususta?

Güneri Cıvaoğlu, yılların gazetecisi. Şimdilerde Milliyetgazetesinde köşeyazısı yazıyor. Ayrıca pazar sabahları CNN Türk’te “Şeffaf Oda” adlı bir televizyon izlencesi sunuyor. Geçenlerde üç değerli müzisyen (Fazıl Say, Ece Dağıstan ve Güvenç Dağüstün) konuklarıydı. Yeni çıkan “Güz Şarkıları” albümü üstüne keyifli bir söyleşi izledim.

Ertesi gün Milliyet’te, hem bu albümü hem Fazıl’ın yeni kitabı “Akılla Bir Konuşmam Oldu”yu tanıtan bir yazı kaleme aldı Güneri Cıvaoğlu. Ne var ki, yazım yanlışlarıyla doluydu yazısı. İşte o yanlışlardan birkaç örnek:

1- “11 yaşında konservatuara yolculuk... İzmir Devlet Konservatuvarı...” (“Güz Şarkıları ve Akılla Bir Konuşmam Oldu...”, Milliyet, 10 Aralık 2017)

“Konservatuvar” sözcüğü aynı tümcede iki ayrı biçimde yazılmış. Neden bu özensizlik? Dalgınlık deyip geçelim mi? Bu arada belirtelim: Sözcüğün doğru yazımı “konservatuvar”dır.

2- “Güz Şarkıları’nın solisti Güvenç Dağüstün de Viyana’daki Ece aynı okuldan arkadaşı...”

Yanlış bir tümce. Doğrusu şöyle olmalıydı:

“Güz Şarkıları’nın solisti Güvenç Dağüstün de Ece’nin Viyana’dakiokuldan arkadaşı...”

3- Güz Şarkıları’nın içindeki Doğu-Batı sentezi, Türk musikisi, caz, kabare müziği, nostaljik melodileri ve akılda kalıcı sözleri ile başucu albümü.”

Bu tümce de yanlış kurulmuş. Özneyi ara ki bulasın! Doğrusu şöyle olmalıydı:

Güz Şarkıları, içindeki Doğu-Batı sentezi, Türk musikisi, caz, kabare müziği, nostaljik melodileri ve akılda kalıcı sözleri ile başucu albümü.”

Usta bir gazetecinin bir yazıda bu kadar yanlış yapma hakkı var mıdır?

• • •

“Taziyet bildirmek”!

Cumhuriyet gazetesinin müzik yazarı Evin İlyasoğlu, tambur sanatçısı Necdet Yaşar’ın ardından yazdığı yazıda, “taziyet bildirenler” diye bir ifade kullanmış:

“… öğrencileri, araştırmacılar ve hocaları, Ersu Pekin’in başlattığı yazışmalarda taziyetbildirenlerarasındaydılar.” (“Tanbur Üstadı Necdet Yaşar’ı Anarken…”, Cumhuriyet, 1 Kasım 2017)

Doğrusu çok yadırgadım. “Taziye bildirenler” demek istemiş herhalde. Oysa Evin Hanım, bu Arapça sözcüğü kullanmak yerine, güzelim Türkçemizle “başsağlığı dileyenler” deseydi böyle bir yanlışa düşmeyecekti.

Ayrıca “tambur” sözcüğü hem başlıkta hem metin içinde “tanbur” diye geçiyor.

Cumhuriyet’in 28 Kasım 2017 tarihli Kültür sayfasındaki bir başlıkta da aynı yazım biçimiyle karşılaştım: Tanbur ve arp aynı sahnede buluştu”.

Bu sözcüğün yazımının dilcilerle kimi müzikçiler arasında tartışma konusu olduğunu biliyorum. TürkçeSözlük’te ve Yazım Kılavuzu’nda “tanbur” diye bir sözcük yer almıyor. Hem Türk Dil Kurumu hem Dil Derneği, “Türkçede -nb harfleri yan yana gelince -n harfi -m okunur” kuralından hareketle “tambur” yazımını benimsemiş. Sözcüğün aslının Sümerce “pantur”dan ya da Kazakça “dombıra”dan geldiğini öne sürenler var. Sözlüklerde ise “tambur”un kökeninin Arapça olduğu yazılı.

Bu eski çalgının adı harf devriminden önce “tanbur” olsa bile, Türkçenin yazım kuralı gereğince artık “tambur” diye yazılıyor. Ama belli ki Cumhuriyeteditörleri, sözlükçülerden çok müzikçilere güvendiklerinden “tanbur” demeyi yeğliyorlar.

• • •

Yine “atfetmek” kazası!

31 Ekim 2017 tarihli Cumhuriyetin birinci sayfasında büyük harflerle yazılmış bir haber başlığı takıldı gözüme:

“NURİYE VE SEMİH’E ATFEDİLEN ‘SÖZ UÇAR’A ABD VE AVRUPA’DAN ÖDÜL”.

Haberin 15. sayfadaki devamında da aynı yanlış ifade yinelenmiş: “Kanun hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edilen ve açlık grevine başlayan eğitimciler Nuriye Gülmen ve Semih Özakça ile sosyolog Veli Saçılık’a atfen çekilen ‘Söz Uçar’ adlı kısa film…”

Daha önce BirGün’de yapılan ve “Dilin Kemiği”nde eleştirilen bu yanlışın şimdi Cumhuriyet’te yinelenmiş olmasını şaşkınlıkla karşıladım. Çünkü haberde, “Söz Uçar” adlı filmin, açlık grevindeki iki eğitimciye adandığı anlatılmak isteniyor. Öyleyse burada kullanılması gereken doğru sözcük “atfetmek” değil, “ithaf etmek”tir.

• • •

Hemşeri mi, hemşehri mi?

Bülent Mumay’ın 9 Ağustos 2017 tarihli BirGün’deki parçalı yazılarından birinin başlığı şöyleydi:

“Hemşehrilerine 13 yıldır sözünü dinletemedi”.

Yazı içinde ise hem “hemşeri” hem “hemşehri” diye geçiyor bu sözcük. İkili yazım yüzünden, yazarın hangi yazım biçimini benimsediği anlaşılmıyor.

Sözcüğün Farsça aslı elbette “hemşehri”dir. Ancak Arapça ve Farsçadan dilimize girmiş kimi sözcüklerin yazımı Türkçeleştirildiğinden, bu sözcük artık “hemşeri” diye yazılıyor. Tıpkı “abdest”in “aptes”, “cübbe”nin “cüppe”, “züccaciye”nin “zücaciye” yazılması gibi… Ömer Asım Aksoy’un Ana Yazım Kılavuzu’nda, Dil Derneği’nin sözlük ve kılavuzlarında hep “hemşeri” olarak geçiyor bu sözcük. Ne var ki eski dile yakın duran “yeni” TDK, “hemşehri” demeyi yeğliyor.

Sözcükler yazının yapıtaşlarıdır. Onları kullanırken keyfi davranmamamız gerekiyor. Tartışmalı sözcüklerde ise tek yazım biçimini benimseyerek en azından kendi seçimimizde tutarlı olmak zorundayız. Tersi özensizlik ve karmaşadır.